İçinde ut olan 6 harfli 81 kelime var. İçerisinde UT bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ut olan kelimeler listesine ya da Sonu ut ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
T U Harfleri İle Yazılabilecek Bazı Kelimeler
2 Harfli Kelimeler
TU, UT
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- VERMUT
-
Kelime Kökeni : Almanca
-
[isim]
Birçok bitki eklenerek özel koku verilmiş, tatlı, bir tür şarap
-
[isim]
Birçok bitki eklenerek özel koku verilmiş, tatlı, bir tür şarap
- MEVCUT
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Var olan, bulunan
- "Gerçi, bir nevi karaborsa mevcuttu ama bundan faydalanmak hem alan hem satan için hayli tehlikeli idi." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Bir insanın aklını bozabilmesi için evvelce bu aklın mevcut olması lazım gelir." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
[isim]
Bir topluluğu oluşturan bireylerin tümü
- "Okulun öğrenci mevcudu."
-
[sıfat]
Var olan, bulunan
- BUTSUZ
-
-
[sıfat]
Budu olmayan
-
[sıfat]
Budu olmayan
- KUTULU
-
-
[sıfat]
Kutusu olan
-
[sıfat]
Kutusu olan
- MAHDUT
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Çevrilmiş, sınırlanmış
-
Sayısı belli olan, sayılı, az
- "Hükûmetler mahdut bir zaman içinde yaşar." (Orhan Seyfi Orhon)
-
Dar, basit
- "Heyhat, dedi, siz de mahdut fikirli bir muharrirmişsiniz!" (Ömer Seyfettin)
-
[sıfat]
Çevrilmiş, sınırlanmış
- LUTİYE
- ...
- YUTMAK
-
-
[-i]
Ağızda bulunan bir şeyi yutağa geçirmek
-
Tam ve doğru söylememek
- "Bazı heceleri yutuyor."
-
İnanmak, aldanmak, kanmak
- "Bize numara yapma, yutacak enayi değiliz." (Sermet Muhtar Alus)
-
Söylemek istediği bir sözü kendini tutarak söylememek
-
İyice, eksiksiz olarak öğrenmek
- "Bazen üçer yüz sayfalık iki kitabı birden, yirmi dört saat zarfında hatmedip yuttuğu olurdu." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Işık, ses gücünü, parlaklığını azaltmak
- "Duvarlar bütün ışıkları yutuyor, halkın üstüne bir toprak rengi dökülüyor." (Memduh Şevket Esendal)
-
Dayanıp sesini çıkarmamak, katlanmak
- "Ben bu ağır sözleri yutmam."
-
[-i]
Ağızda bulunan bir şeyi yutağa geçirmek
- LAHUTİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
İlahî
- "Musiki mucizesinin en coşkun, en lahuti, en temiz örneklerini veren bestekâr." (Samiha Ayverdi)
-
[sıfat]
İlahî
- MATRUT
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Kovulmuş, çıkarılmış
-
[sıfat]
Kovulmuş, çıkarılmış
- MAHRUT
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Koni
-
[isim]
Koni
- KRUTON
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Yağda veya fırında kızartılan küçük küp biçimindeki ekmek parçası
-
[isim]
Yağda veya fırında kızartılan küçük küp biçimindeki ekmek parçası
- MEŞHUT
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Görülen, gözle görülmüş, tanık olunmuş
-
[sıfat]
Görülen, gözle görülmüş, tanık olunmuş
- MESKUT
- ...
- UTANMA
-
-
[isim]
Utanmak durumu, teeddüp
- "İradesizliğimden utanma duymamaya da alıştım." (Refik Halit Karay)
-
Utanma duygusu
-
[isim]
Utanmak durumu, teeddüp
- UTKULU
-
-
[sıfat]
Muzaffer
-
[sıfat]
Muzaffer
- KORKUT
- ...
- TUTMAK
-
-
[-i]
Elde bulundurmak, ele almak
- "Kucağında kundaklı bir çocuk tutuyordu." (Ömer Seyfettin)
- "Geleceği tutmak. Gideceği tutmak."
-
Ele geçirmek, yakalamak
- "Evvela bu terbiyesiz köpeği tuttu, bağladı." (Ömer Seyfettin)
-
Avlamak
- "Dalyan işletiyorum, tuttuğumuz balığı tekrar denize döküyoruz." (Refik Halit Karay)
-
Yanında bulundurmak, alıkoymak
- "Siz gelinceye kadar çocuğu ben tutarım!"
-
Hürriyetinden yoksun bırakıp bir yere kapamak, tevkif etmek
- "Vahşidir, hiçbir zaman onu kafeste tutmak mümkün değildir." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Kaplamak
- "Tabanı otuz, otuz beş metre kadar tutan bir eşkenar üçgen biçimindedir." (Tarık Buğra)
-
Kırağı, çiğ veya kar bir yüzeyde görünür durumda olmak, kalmak
- "Şu yağan kar bir tutsun, seyreyle sen ertesi gün çocukları." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Denetimi ve yetkisi altına almak
-
Desteklemek, birinden yana çıkmak
-
Benimsemek, beğenmek
- "Ama öylelerini de çevresinde kimse sevmemiş, tutmamıştır." (Tarık Buğra)
-
Gereğini yapmak, yerine getirmek
- "Verdiği sözü tutmuş, vaktinde gelmişti."
-
Uygun gelmek, çelişmez olmak
- "Bir talih eseri olarak ondan gelen cevap benim kendi bulduklarımı tuttu." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Hizmetine almak veya kiralamak
- "Burada bir kat tuttum. Yazı geçireceğim." (Peyami Safa)
-
Bir işe herhangi bir anlayışla girişmek
- "Yapıyı geniş tuttu."
-
Girişmek, yapmak
- "Askerden sonra ne iş tutacağını bilmemek kahrediyordu Yusuf'u." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Beddua, dua, ah vb. etkisini göstermek, gerçekleşmek, yerine gelmek, varmak
- "Avradın ilenci tutarsa senin iki gözün kör olacak." (Memduh Şevket Esendal)
-
Ağrımak, sancımak, musallat olmak
- "... poker oynanıyor. Yenilirse kızıyor. Başı tutuyor, komşu doktorun hizmetçisini çağırıp çenesini ovduruyor." (Memduh Şevket Esendal)
-
Ulaşmak, varmak
- "Hayvanlar, Bağdat Caddesi'ni tutmuş, çalakamçı ilerliyor." (Sermet Muhtar Alus)
-
Para toplamı ...-e varmak
- "Aldığım şeyler bin lira tuttu."
-
Uğramak
- "Vapur İzmir'i tutmayacakmış."
-
Herhangi bir durumda bulundurmak
- "Seksen bir yaşında da olsa çalışmak insanı zinde tutuyor." (Haldun Taner)
-
Varsaymak, farz etmek
- "Haydi tutalım babasının bir günahı vardı, çekti." (Memduh Şevket Esendal)
-
[-i]
Hedef olarak almak
- "Taşa tutmak."
-
[-i]
Alacağa veya vereceğe saymak
- "On bin lirayı borcunuza tuttum."
-
[-i]
Yaklaştırmak
- "Biraz toz olsa mendilini burnuna tutar." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Kullanmak
- "Yaşmak tutmak. Ustura tutmak."
-
Bağlamak
- "Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım." (Bekir Sıtkı Erdoğan)
-
[nsz]
Beklenen sonucu vermek
- "Toprağa atılan her tohum bir ümittir. Tohum ya tutar ya tutmaz. Ya yeşerir ya yeşermez." (Şevket Rado)
-
[nsz]
İş görebilmek
- "Eli ayağı tutsun, açlıktan ölmesin, yeterdi ona." (Tarık Buğra)
-
[nsz]
Sürmek, zaman almak
- "Bu iş iki saat tuttu."
-
[nsz]
Yapışarak veya sokularak çıkmaz olmak
- "Boya tutmadı. Çivi iyi tuttu."
-
Giyinmesine yardım etmek
- "Kucaklaşma sahanlıkta başlar ve ayakkabılarını çıkarıp karısının tuttuğu terliklerini giyene kadar Serdar'ın kolları boynunda kalır." (Tarık Buğra)
-
Sunmak
- "Konuklara şeker tutmak."
-
İşgal etmek
-
İzlemek
- "Tepeden inince Değirmendere'ye hâkim bir iz tutacaksınız." (Refik Halit Karay)
-
Bırakmamak
- "Baba sesini çıkarmadı hatta öksürüğünü bile galiba tuttu." (Peyami Safa)
-
Yönelmek
- "Oyuncular ağır ağır soyunma odasının yolunu tuttular." (Haldun Taner)
-
Sarmak, bürümek
- "Hey başları duman tutmuş dağlar, hey!" (Halk türküsü)
-
Asılmak, kuvvetlice sarılmak
- "Üç kişi tutarlarmış da onu pencerenin önünden çekemezlermiş." (Peyami Safa)
-
Bir kimsenin yerini almak
- "Bak azizim, dedim, ben senin yerini tutamam." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Otobüs, vapur, uçak vb. dokunmak, hasta etmek
-
Herhangi bir durumda kalmasını sağlamak
- "Kapıyı açık tutmayın."
-
Bir yerde kalmasını sağlamak
-
Yemek hafifçe yanmak
-
Bir sanat eseri geniş ilgi görmek
- "Eğer piyes tutar da alkışlanırsa, bir yazara yakışacak bir kıyafet giymeliydim." (Cahit Uçuk)
-
Biriktirmek, tasarruf etmek
- "Sen metelik tutuyorsun gibi geliyor bana. Ay başına kadar bana ödünç versene." (Memduh Şevket Esendal)
-
Askerlikte, bankacılıkta durdurmak, blokaj
-
Başlamak
- "Kadınların başında gördüğünüz bürümcükten, iç çamaşırlarından tutunuz da entarilik kaba pamuklulara kadar hepsi Osmanlı malı idi." (Falih Rıfkı Atay)
-
Bir şey düşünmek
- "Herkes aklından bir sayı tutsun."
-
Markaja almak
-
[-i]
Elde bulundurmak, ele almak
- AVUTUŞ
-
-
[isim]
Avutma işi veya biçimi
-
[isim]
Avutma işi veya biçimi
- KUTSAL
-
-
[sıfat]
Güçlü bir dinî saygı uyandıran veya uyandırması gereken, kutsi, mukaddes
-
Tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen, kutsi, mukaddes, lahut
- "Aşkın kutsal tarafına inanmamı sarhoşluk belirtisi diye yorumladım." (Halide Edip Adıvar)
-
Bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması gereken, üstüne titrenilen
- "Demokraside, insanın en doğal, en kutsal hakları bir pazarlık konusu olur." (Necati Cumalı)
-
Tanrı'ya adanmış olan, tanrısal olan
-
[sıfat]
Güçlü bir dinî saygı uyandıran veya uyandırması gereken, kutsi, mukaddes
- FUTSAL
- ...