İçinde ge olan 6 harfli 92 kelime var. İçerisinde GE bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ge olan kelimeler listesine ya da Sonu ge ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- PERGEL
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Yay veya çember çizmekte ve ölçmekte kullanılan araç, yayçizer
- "Kalem Şakir düştü peşine, öylesine açmıştı ki pergelleri, koridorun ortasında yakaladı." (Rıfat Ilgaz)
-
[isim]
Yay veya çember çizmekte ve ölçmekte kullanılan araç, yayçizer
- GEMİCİ
-
-
[isim]
Gemide çalışan veya gemi işleten kimse
-
[isim]
Gemide çalışan veya gemi işleten kimse
- GELGEÇ
-
-
[sıfat]
Geçici
- "Bugün varsa yarın yok... Gelgeç bir misafir." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Hercai
-
[sıfat]
Geçici
- GERİCİ
-
-
[sıfat]
Toplumda çağdaş değerlere ve yeniliklere önem vermeyen, her yönüyle eskiyi özleyen veya eski düzeni getirmeye çalışan (kimse veya görüş), ilerici karşıtı, mürteci
-
[sıfat]
Toplumda çağdaş değerlere ve yeniliklere önem vermeyen, her yönüyle eskiyi özleyen veya eski düzeni getirmeye çalışan (kimse veya görüş), ilerici karşıtı, mürteci
- GEDMEK
-
-
[-i]
Gedik açmak, çentmek, delmek
-
[-i]
Gedik açmak, çentmek, delmek
- DİKGEN
-
-
[sıfat]
Birbiriyle veya kesim noktasındaki teğetleriyle dik açı yapacak biçimde kesişen
- "Dikgen doğrular. Dikgen eğriler."
-
[sıfat]
Birbiriyle veya kesim noktasındaki teğetleriyle dik açı yapacak biçimde kesişen
- GEZLİK
-
-
[isim]
Eğri kılıçların ağız bölümü
-
[isim]
Eğri kılıçların ağız bölümü
- GEÇMEK
-
-
[-e]
Bir yerden başka bir yere gitmek
- "Elindeki kitabı bırakıp bulundukları odaya geçtim." (Tarık Buğra)
- "Biz ev yaptırdık ama sen bize bakma; bizim paramız vardı. Geç efendim geç; bu işler sizin gibilerin harcı değil." (Nazım Kurşunlu)
- "Onun geçtiği yollardan geçtiğim için tahminlerim biraz daha kolaylaşıyor." (Haldun Taner)
-
[-den]
Bir yandan girip diğer yandan çıkmak
- "İplik iğne deliğinden zor geçti."
-
[-den]
Yol, araç veya akarsu bir yerin yakınından veya içinden gitmek
- "Eve giderken sizin sokaktan geçeriz."
-
[-den]
Bir duruma uğramak, konu olmak
- "Dayaktan geçmek. Muayeneden geçmek."
-
[-den]
Bırakmak, vazgeçmek
- "Huylu huyundan geçmez."
-
[-de]
Yaşamak
-
[-den]
Bir şeyi bundan böyle yapma durumunda olmamak
- "Hakkın var... Ne çare ki bizden geçti, diye söyleniyor." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[-de]
Olmak, vuku bulmak, cereyan etmek
- "Bu odanın içinde geçen aşk anları artık çok uzaklardaydı." (Atilla İlhan)
-
[-i]
Hastalık bulaşmak, sirayet etmek
- "Hastalık bana ondan geçti."
-
[-den]
Herhangi bir durum, soya çekim yoluyla birinde görünmek
- "Bu titizlik ona babasından geçmiş."
-
[-den]
Bulunduğu yeri veya konumu değiştirmek
-
Bir yeri aşmak, öbür yana ulaşmak
- "İstanbul'a geçecek değil, parmağımı kımıldatacak takatim yok." (Sermet Muhtar Alus)
-
Yerini bırakıp başka yer almak
-
[-den]
Bir konu üzerinde veya bir yerde çalışmış olmak
- "Şimdiki tuluat artistlerinin çoğu oradan geçtiler." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Etki yapmak, işlemek
- "Soğuk, ciğerime geçti. Başına güneş geçmiş."
-
Görev almak
- "İktidara geçmek."
-
Kalmak, devrolmak
-
[-i]
Geride bırakmak, aşmak
- "Bizim yelkenli vapuru geçecek. Ordu sınırı geçti. Çocuğun boyu babasını geçti."
-
[nsz]
Tükenmek, bitmek, sona ermek
- "Yavaş yavaş bu hırs geçer." (Falih Rıfkı Atay)
-
[-i]
Üstünlük sağlamak
-
[-i]
Söylemeden veya bitirmeden atlamak
- "O meseleyi geçelim. O bahsi geç!"
-
[-i]
Zamanı aşmak, geride bırakmak
- "Şehzadebaşı'na geldikleri zaman saat onu geçiyordu." (Peyami Safa)
-
[-le]
Harcamak
- "Bütün günüm seni takip etmekle geçti." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[-i]
Bir müzik parçasını meşk ederek öğrenmek, çalmak veya söylemek
-
[-i]
Birinden meşk etmek
- "Bu şarkıyı kimden geçtiniz."
-
Haberi bir iletişim aracı ile bildirmek
- "Ankara haberlerini gazetesine geçiyormuş."
-
[nsz]
Sönmek
- "Ocak sönmüş, koru bile geçmişti." (Nabizade Nazım)
-
Yazılmak, girmek
- "Tarihe geçmek. Kitaba geçmek."
-
[nsz]
Sürümü olmak, satılmak
-
[-i]
Konuşmada sözü geçmek veya basında yer almak
- "Kısa süren bir hastalıktan sonra göçüp gideceğini hissetmiş hatta ölümünün gazetelere bile geçmemesini istemişti..." (Halide Edip Adıvar)
-
[nsz]
Kullanımda olmak, tedavülde olmak
- "Bu para artık geçmiyor."
-
[nsz]
Kabul edilemez olmak
- "Senin paran burada geçmez."
-
[nsz]
Okulda, sınavda başarı göstermek
- "Çocuk bu yıl geçti."
-
Bir yere gidip oturmak
-
[nsz]
Çok bekletilmekten çürümeye yüz tutmak
- "Bu karpuz geçmiş."
-
[nsz]
Sıyrılmak, kurtulmak, işin içinden çıkmak
- "Görmedim dedi, geçti."
-
[yardımcı fiil]
Bazı kelimelerle birleşik fiil yapar
- "lska geçmek. Diskur geçmek."
-
[-i]
Çekiştirmek, yermek
- "Beni sana geçmişler / Vallahi ben demedim." (Halk türküsü)
-
[-e]
Bir yerden başka bir yere gitmek
- ÇEVGEN
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Değnek
-
Polo
-
[isim]
Değnek
- GEÇELİ
-
-
[sıfat]
Geçesi (II) olan
- "Balat kapısından girdim içeri / Boliçeler oturmuş iki geçeli." (Halk türküsü)
-
[sıfat]
Geçesi (II) olan
- SÜZGEÇ
-
-
[isim]
Sıvıları süzmeye yarayan araç
-
Bir akışkandaki yabancı maddeleri süzüp ayıran alet veya aletlerden oluşan düzenek, filtre
-
Sulama kovasının ucuna takılan, küçük delikli metal parça
-
[isim]
Sıvıları süzmeye yarayan araç
- LENGER
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Yayvan ve kenarları geniş, büyük bakır kap
- "Tenha köyün sokaklarında lengerler içinde balık götüren ateş bacaklı çocuklara baktım." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[sıfat]
Bir lengerin alabileceği miktarda olan
- "Beykoz çayırında iddiaya girip bütün bir kuzuyla bir lenger iç pilavını gövdeye rüyamızda mı indirmiştik." (Atilla İlhan)
-
Gemi demiri
-
[isim]
Yayvan ve kenarları geniş, büyük bakır kap
- GELGEL
-
-
[isim]
Albeni, alım, çekicilik
-
Başa takılan elmas veya altın iğne
-
[isim]
Albeni, alım, çekicilik
- GEÇMİŞ
-
-
[sıfat]
Geçme işini yapmış
- "Geçmiş olsun ağabey, ne oldu sana böyle?" (Osman Cemal Kaygılı)
-
Zaman bakımından geride kalmış
- "Bu eski sesler içinde geçmiş zamanlar uyuyor, uyanıyor, geriniyor, yaşıyor gibidir." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Çürümeye yüz tutmuş
-
[isim]
Bugüne göre geride kalmış olan zaman, mazi
- "Onlar bu davranışlarıyla geçmişte sadece huzursuzluk yarattı." (Necati Cumalı)
-
[isim]
Arkada kalan hayat, mazi
- "Perde perde örtülü olan eski bir geçmişten kulaklarına garip bir fısıltı gelmişti." (Osman Cemal Kaygılı)
-
[isim]
Birinin ölmüş ana, baba ve yakınları
- "Senin de yedi göbek geçmişine rahmet okusun ha?" (Memduh Şevket Esendal)
-
[sıfat]
Geçme işini yapmış
- ÇENGEL
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Bir yere takılmaya, geçirilmeye yarayan eğri ve ucu sivri demir
- "Kız eğilmiş, panjurun kanatlarını çengellerine takıyor." (Refik Halit Karay)
-
[isim]
Bir yere takılmaya, geçirilmeye yarayan eğri ve ucu sivri demir
- GENLİK
-
-
[isim]
Genişlik
-
Dalga genliği
-
Bolluk, refah
-
[isim]
Genişlik
- GENZEL
-
-
[sıfat]
Genizsil
-
[sıfat]
Genizsil
- İMGELİ
-
-
[sıfat]
İmgeye dayanan, imgesi olan
-
[sıfat]
İmgeye dayanan, imgesi olan
- GERDAN
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Vücudun omuzlarla baş arasında kalan ön bölümü
- "Başını geri atıp gerdanını olanca beyazlığıyla göstererek sarsıla sarsıla güldü." (Haldun Taner)
- "Avrupa tiyatrosunda işveli gerdan kırışları, meşhur kantolarıyla, ortalığı kırıp geçirdiği zamanlar!" (Atilla İlhan)
-
Şişmanlarda çenenin altındaki tombulluk
- "Sivri çenenin altında iki kat bir gerdan." (Aka Gündüz)
-
Kesim hayvanlarında boyun
-
[isim]
Vücudun omuzlarla baş arasında kalan ön bölümü
- GEZMEK
-
-
[nsz]
Hava alma, hoş vakit geçirme vb. amaçlarla bir yere gitmek, seyran etmek
- "Tek başına buralarda gezdiği hâlde aradığını bulamıyordu." (Osman Cemal Kaygılı)
- "Seher hep Bayram'ın sinirine dokunanlarla gezip tozdu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Bir yerde dolaşmak, yürümek
- "Kunduralarını çıkarır, satar, yalın ayak gezerdi." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Gitmek, başvurmak
-
Bulunmak
- "Şapkam burada ne geziyor?"
-
[-i]
Bir yeri görüp incelemek
-
Hasta ayağa kalkmak
- "Oğlum iyileşti, yavaş yavaş gezmeye başladı."
-
Herhangi bir biçimde gezinmek
- "Bu giysiyle gezemem."
-
[-i]
Bir yerde gezi yapmak
- "Geçen yaz Batı Anadolu'yu gezdik."
-
[nsz]
Hava alma, hoş vakit geçirme vb. amaçlarla bir yere gitmek, seyran etmek