İçinde alma olan 6 harfli 8 kelime var. İçerisinde ALMA bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında alma olan kelimeler listesine ya da Sonu alma ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
A A L M Harfleri İle Yazılabilecek Bazı Kelimeler
4 Harfli Kelimeler
ALMA, AMAL, LAMA, MALA
3 Harfli Kelimeler
ALA, AMA, LAM, MAL
2 Harfli Kelimeler
AL, AM, LA, MA
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- ÇALMAÇ
-
-
[isim]
Tahtadan yapılmış kap
-
[isim]
Tahtadan yapılmış kap
- DALMAK
-
-
[-e]
Suyun içine bütün vücuduyla ve hızla girmek
- "Oğlanlar denize dalıp tekneyi sağdan soldan, arkadan önden itmeyi denediler." (Haldun Taner)
- "İlk geldiğimizde hava değiştirmekten olmalı, dalıp gidiyorduk." (Falih Rıfkı Atay)
-
[nsz]
Bir yerin içine girmek
- "İkisi uçar gibi kapısında koca bir telefon çanı asılı dükkândan içeri daldılar." (Haldun Taner)
- "Biz bir dalıp çıkacağız."
-
[nsz]
Kendini bilmez duruma gelmek, kendinden geçmek
- "Çocuk ateşi çıkınca daldı."
- "Nerede bulunduğu belli olmaz, her yere dalıp çıkar."
-
[nsz]
Uyumak
- "O serinlik içinde Tevfik dalmış. Uyandığı vakit güneş çoktan doğmuştu." (Memduh Şevket Esendal)
-
Başka bir şeyle uğraşamayacak veya başka bir şeyi düşünemeyecek biçimde kendini bir şeye kaptırmak
- "Yemek hazır, kitaba çok dalmışsınız, buyurunuz." (Peyami Safa)
-
Güreşte rakibinin belden aşağı bir yerini aniden tutmak
-
[-e]
Suyun içine bütün vücuduyla ve hızla girmek
- KALMAK
-
-
[nsz]
Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek
- "Sıkı sıkı kucakladı ve öylece kaldı." (Tarık Buğra)
- "Kaldı ki bugün propaganda da yasaktır." (Haldun Taner)
- "Bana kalırsa siz yanılıyorsunuz."
-
Zaman, uzaklık veya nicelik belirtilen miktarda bulunmak
- "Arabada yalnız dört çocuk kalmıştı." (Osman Cemal Kaygılı)
- "Ona kalsa bize hiçbir şey vermez."
-
[-de]
Konaklamak, konmak
- "Hemen karargâha yerleşmezsem ne geri dönebilir ne de otelde kalabilirdim." (Falih Rıfkı Atay)
-
[-le]
Oturmak, yaşamak, eğleşmek
- "Tam beş sene benimle beraber kaldı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Hayatını sürdürmek, yaşamak
- "O aileden bir bu çocuk kaldı."
-
Varlığını korumak, sürdürmek
- "Eniştemizin iptidai kalmış huyları da vardı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
[-de]
Oyalanmak, vakit geçirmek
- "Kısa bir süre tezgâhın önünde kaldı." (Necati Cumalı)
-
Sınıf geçmemek
- "Çocukların içinde kalanlar da var geçenler de."
-
[-de]
İşlemez, yürümez duruma gelmek
- "Araba yarı yolda kaldı."
-
[-e]
Geriye atılmak, ertelenmek
- "Mahkeme ayın on sekizine kaldı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[-de]
Bir şeyle kaplanmak, bir şeye bulanmak
- "Oda duman içinde kaldı."
-
[-de]
Bir işi belli bir noktada bırakmak, ara vermek
- "Bugün iş maddesinde kaldık."
-
[-den]
Miras olarak geçmek
- "Çiftlik ana babasından kalmış."
-
[-den]
Yapamamak
- "Misafir geldi, gezmeden kaldık."
-
Belli bir gelirle geçinmek zorunda bulunmak
- "Refika, valide, iki kerime kaldık mı biz iki bin kuruş tekaüt maaşına." (Haldun Taner)
-
[-le]
Yetinmek
- "Yalnız dayak atmakla kalmadı, onu işinden de çıkardı."
-
[-le]
Sınırlanmak, bitmemek
- "Amasya'da iken karşılaştığımız vaziyet yalnız Şeyh Recep Vakası ile kalmadı." (Atatürk)
-
Herhangi bir durumu sürdürmek
-
[yardımcı fiil]
Olmak, herhangi bir durumda bulunmak
- "Fatma'nın yemek çantası olmasaydı, dün aç kalmıştık." (Falih Rıfkı Atay)
-
[yardımcı fiil]
Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e), -ıp (-ip) eki almış fiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur
- "Bakakalmak."
- "Şaşakalmak."
- "Donakalmak. Şaşırıp kalmak. Donup kalmak."
-
[nsz]
Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek
- UFALMA
-
-
[isim]
Ufalmak durumu
-
[isim]
Ufalmak durumu
- SALMAK
-
-
[-i]
Bağımlılığına, tutukluluğuna veya baskı altındaki durumuna son vererek serbest kılmak, bırakmak, koyuvermek
- "Derhâl kapının zincirini salıvererek kanadı arkasına kadar açtı." (Ercüment Ekrem Talu)
-
İvedilikle yollamak, hemen göndermek
- "Bununla beraber peşine adam salmak gerekir." (Aka Gündüz)
-
Koymak, katmak
- "Halk ruhunun benliğinizde yeniden uyanıp hararetini gönlünüze saldığını duyarsınız." (Refik Halit Karay)
-
Sürmek
- "Bunun içindir ki dal budak saldı, yemiş vermeye başladı." (Ruşen Eşref Ünaydın)
-
Uğratmak
- "Başını derde salmak."
-
Vergi yüklemek
- "Ona elli bin lira salmışlar."
-
Üzerine yürütmek
- "Tazıyı tavşana salmak."
-
[-e]
Saldırmak
- "Aç kurt, yılana da salar, taşa da! dedi." (Memduh Şevket Esendal)
-
Sarkıtmak
- "Soğutmak için kuyuya su kabı saldı."
-
Gemi demir üzerinde dört yana dönmek
-
[-i]
Bakmamak, ilgilenmemek, özen göstermemek
-
[-i]
Bağımlılığına, tutukluluğuna veya baskı altındaki durumuna son vererek serbest kılmak, bırakmak, koyuvermek
- AZALMA
-
-
[isim]
Azalmak işi, eksilme, tenakus
-
[isim]
Azalmak işi, eksilme, tenakus
- YALMAN
-
-
[sıfat]
Eğik
-
Sarp, dik
-
[isim]
Kesici ve batıcı araçların kesen veya batan bölümü
- "İstanbul'dan çıkar padişahın fermanı / Gökte döner mızrağının yalmanı." (Halk türküsü)
-
[sıfat]
Eğik
- ÇALMAK
-
-
[-i]
Başkasının malını gizlice almak, hırsızlık etmek, aşırmak
- "İngiliz cephesinden at kaçırıp bize satan bedeviler dönüşlerinde bizim atlarımızı çalıp İngilizlere satarlardı." (Falih Rıfkı Atay)
- "Bu Salih Araboğlu, tefecilikten, çalıp çırpmaktan para yapmış, uğursuz heriflerden biridir." (Memduh Şevket Esendal)
-
Vurarak veya sürterek ses çıkartmak
- "Bir yandan mızıka istiklal havasını çalıyordu." (Ruşen Eşref Ünaydın)
-
Bir müziği dinlemeyi sağlayan aleti çalıştırmak
- "Fevkalade zekidir; iyi dans eder, piyano çalar, tenis oynar, ata biner, avcıdır, kayakçıdır." (Refik Halit Karay)
-
[nsz]
Ses çıkarmak, ses vermek
- "Hafif hafif ıslıklar çalan sesi eski keskinliğini kaybetmiştir." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Atmak, çarpmak, vurmak
-
Yoğurt yapmak için sütü mayalamak, katıp karıştırmak
- "Ana, inek sağar; yoğurt çalar, yayık vurur." (Tarık Buğra)
-
Üzerine sürmek
- "Ekmeğin üzerine yağ çaldı."
-
[-i]
Bozmak, zarar vermek
-
[-i]
Kumaşın bir parçasını kesmek
-
Madeni oymak, kalemle işlemek
-
[-e]
Benzemek, andırmak
- "Geniş alınlı, kırmızıya çalar, kahverengi saçlı, altın dişli tuhaf bir delikanlı gülümsedi." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Zamanı boşa harcatmak, ziyan edilmesine yol açmak
-
[-i]
Süpürmek, temizlemek
- "Tozu çalmak."
-
[-i]
Başkasının malını gizlice almak, hırsızlık etmek, aşırmak