Başında ge olan 6 harfli 50 kelime var. Ge ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde ge olan kelimeler listesine ya da sonu ge ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.
Karmaşık harflerden başında ge bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- GEĞREK
-
-
[isim]
Kaburganın alt yanında bulunan boşluklardan her biri
- "Kendi aralarında, bir hiç yüzünden, kıkır da kıkır gülerler. Gülmekten de geğrekleri ağrır." (Salâh Birsel)
-
[isim]
Kaburganın alt yanında bulunan boşluklardan her biri
- GELMEK
-
-
[-den]
Bir yere gitmek, ulaşmak, varmak
- "Gurbetten gelmişim yorgunum, hancı." (Bekir Sıtkı Erdoğan)
- "Sen gel de bu işe kızma. Gelsin de bu işin içinden çıksın bakalım."
- "Oh, artık sabahın bu vaktinde güneş henüz doğarken bu serin harman yerinde, gel keyfim gel." (Osman Cemal Kaygılı)
- "Gel zaman git zaman, bir gün Güven Parkı'nda otururken..."
-
Geriye dönmek
- "... adamı Ödemiş'ten aldım geldim, her masrafını çektim." (Necati Cumalı)
-
Oturmaya, ziyarete gitmek
- "Dün akşam amcamlar bize geldi."
- "Kızcağız bilir ki bu sözler kızgınlık sözleridir, gelir geçer." (Memduh Şevket Esendal)
-
İsabet etmek
- "Kurşun ayağına geldi."
-
Varmak, ulaşmak
- "Derslerin artık sonuna geldik. Telgraf geldi."
-
Varlığını sürdürmek, yaşamak, intikal etmek
- "Eski çağlardan birçok anıt çağımıza kadar gelmiştir."
-
Ortaya çıkmak, doğmak
-
Belli bir süre dolmak
- "Vakit kuşluğu aşmış, öğleye geliyordu." (Necati Cumalı)
-
Belli bir zamana ulaşmak
-
Kadar olmak
- "Boyu ancak omzuna geliyor."
-
Çıkmak, yönelmek
- "Merak etme, ondan kimseye kötülük gelmez."
-
İzlemek, takip etmek
- "Çocuklar arkadan geliyordu."
-
Bir yerden alınıp bir yere ulaştırılmak
- "Kahve Brezilya'dan geliyor."
-
Katılmak, eklenmek
- "Türkçede ekler kelimelerin sonuna gelir."
-
Türemek
-
Daha önce üzerinde durulmuş olan bir konuya yeniden dönmek
- "Şimdi sözü burada kesip asıl konumuza gelelim."
-
Sonuç çıkmak
- "Bu davranışlardan ne gelir bilinmez."
-
Dayanmak, tahammül etmek
- "Birazcık üşütmeye gelmiyor, hemen hastalanıyor."
-
Kendine yapılan herhangi bir davranış veya durumu iyi karşılamak
- "Kadri o adamlardandır ki iyi davranmaya, yüz vermeye gelmez." (Memduh Şevket Esendal)
- "Bizim baştan savma işe gelmediğimizi bilirsin." (Refik Halit Karay)
-
[-e]
Bir şeye sonradan inanmak, doğruluğuna hak vermek, eğilim göstermek, kabul etmek
- "Dediğime geldiniz mi?"
-
Etkisini herhangi bir biçimde göstermek
- "Buranın havası iyi geldi. Burası bana çok sıcak geldi."
-
Kazanılmak, sağlanılmak
- "Çiftlikten onlara ayda beş yüz milyon lira gelir."
-
Uymak
- "Bu ayakkabı sana küçük gelir."
-
Olmak, -e uğramak
- "Felç gelmek. Başımıza bir bela geldi."
-
Akmak
- "Burnundan kan geldi. Musluktan su gelmiyor."
-
Düşmek, rast gelmek
- "Buraya ışık gelmiyor."
-
Görünmek, sanılmak
- "Baygın da olsa yabancı bir kadını böyle kucağında tutmak ona pek ayıp bir şey gibi geldi." (Haldun Taner)
-
[-e]
Uygun düşmek
- "Caddelerde oturmaya gelmez." (Ömer Seyfettin)
-
[-e]
Başlamak, ortaya çıkmak
-
Mal olmak
- "Bu bardakların tanesi yüz liraya geldi."
-
Biriyle birlikte gitmek
- "Ben İstanbul'a gidiyorum, benimle gelir misiniz?"
-
Başlamak, ulaşmak
- "Saati gelince söylerim. Öyle bir zaman gelecek ki..."
-
İhtiyaç anlatan deyimler kurmaya yarayan bir fiil
- "Uykusu gelmek."
-
[yardımcı fiil]
Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e) eki almış fiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur
- "Alışageldiğimiz bir anlamı vardı."
-
-mez, -mezlik ile birlikte yapmacık anlatan deyimler yapar
- "Görmezlikten gelmek. İşitmezlikten gelmek."
-
Yönelme durumundaki bazı kelimelere getirilerek birleşik fiil yapar
- "Yola gelmek. Meydana gelmek. Hatıra gelmek. Akla gelmek."
-
...-dikçe, ...-esi biçiminde kullanılan sıfat-fiil eklerinden sonra geldiğinde önceki fiille ilgili olarak pekiştirilmiş bir istek ve sürerlik bildiren bir fiil
- "Baktıkça bakası gelmek. Yedikçe yiyesi gelmek."
-
Herhangi bir sırada bulunmak
- "Başta gelmek. Önde gelmek. Birinci gelmek."
-
[-den]
Bir yere gitmek, ulaşmak, varmak
- GEZİCİ
-
-
[sıfat]
Gezgin
- "Gezici esnaf."
-
Halka yardım amacıyla hizmet götüren
-
[sıfat]
Gezgin
- GEZMEN
-
-
[sıfat]
Gezgin
- "Doğrusu tarihçiler, ... özellikle de İstanbul'a gelen gezmenler, Uludağ'ın İstanbul'dan kolayca görüldüğüne inanmışlardır." (Salâh Birsel)
-
[sıfat]
Gezgin
- GENZEK
-
-
[sıfat]
Genizden konuşan
-
[sıfat]
Genizden konuşan
- GERDEL
-
Kelime Kökeni : Rumca
-
[isim]
Süt vb. şeyler koymaya, hayvanlara yem vermeye yarayan kova biçiminde tahta veya deriden kap
-
Gemilerde temizlik işlerinde kullanılan, saç veya pirinç çemberli tahta kova
-
[isim]
Süt vb. şeyler koymaya, hayvanlara yem vermeye yarayan kova biçiminde tahta veya deriden kap
- GEÇİCİ
-
-
[sıfat]
Çok sürmeyen
- "Bunu evvela gençliğe mahsus geçici bir heves zannettim." (Peyami Safa)
-
Kısa ve belli bir süre için olan, muvakkat, palyatif, kalıcı karşıtı
- "Eğer yazmaktan para ve ün gibi iki geçici kıymet ve zevk elde edemezsem acaba yazı yazar mıydım?" (Halide Edip Adıvar)
-
Bulaşan, bulaşıcı
-
[isim]
Yaya, yoldan veya karşıdan karşıya geçen kimse, yolcu
- "Onları sokakta gördüğünüz zaman adi bir geçiciden farklı bulmazsınız, sanırsınız ki bir yazıcı ticarethanesine gidiyor." (Cenap Şehabettin)
-
[sıfat]
Çok sürmeyen
- GECECİ
-
-
[isim]
Çalışma sırası geceye rastlayan görevli
-
Gündüz erken saatlerde kendini yorgun, çalışmaktan bitkin hisseden kimse
- "Sabahları erken kalkmayı sevmeyen, gece geç yatan gececi kişilerdensiniz." (Tomris Uyar)
-
[isim]
Çalışma sırası geceye rastlayan görevli
- GECEKİ
-
-
[sıfat]
Gece olan, gece yapılan
-
[sıfat]
Gece olan, gece yapılan
- GEMLİK
- ...
- GEÇELİ
-
-
[sıfat]
Geçesi (II) olan
- "Balat kapısından girdim içeri / Boliçeler oturmuş iki geçeli." (Halk türküsü)
-
[sıfat]
Geçesi (II) olan
- GENSEL
- ...
- GEÇMEK
-
-
[-e]
Bir yerden başka bir yere gitmek
- "Elindeki kitabı bırakıp bulundukları odaya geçtim." (Tarık Buğra)
- "Biz ev yaptırdık ama sen bize bakma; bizim paramız vardı. Geç efendim geç; bu işler sizin gibilerin harcı değil." (Nazım Kurşunlu)
- "Onun geçtiği yollardan geçtiğim için tahminlerim biraz daha kolaylaşıyor." (Haldun Taner)
-
[-den]
Bir yandan girip diğer yandan çıkmak
- "İplik iğne deliğinden zor geçti."
-
[-den]
Yol, araç veya akarsu bir yerin yakınından veya içinden gitmek
- "Eve giderken sizin sokaktan geçeriz."
-
[-den]
Bir duruma uğramak, konu olmak
- "Dayaktan geçmek. Muayeneden geçmek."
-
[-den]
Bırakmak, vazgeçmek
- "Huylu huyundan geçmez."
-
[-de]
Yaşamak
-
[-den]
Bir şeyi bundan böyle yapma durumunda olmamak
- "Hakkın var... Ne çare ki bizden geçti, diye söyleniyor." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[-de]
Olmak, vuku bulmak, cereyan etmek
- "Bu odanın içinde geçen aşk anları artık çok uzaklardaydı." (Atilla İlhan)
-
[-i]
Hastalık bulaşmak, sirayet etmek
- "Hastalık bana ondan geçti."
-
[-den]
Herhangi bir durum, soya çekim yoluyla birinde görünmek
- "Bu titizlik ona babasından geçmiş."
-
[-den]
Bulunduğu yeri veya konumu değiştirmek
-
Bir yeri aşmak, öbür yana ulaşmak
- "İstanbul'a geçecek değil, parmağımı kımıldatacak takatim yok." (Sermet Muhtar Alus)
-
Yerini bırakıp başka yer almak
-
[-den]
Bir konu üzerinde veya bir yerde çalışmış olmak
- "Şimdiki tuluat artistlerinin çoğu oradan geçtiler." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Etki yapmak, işlemek
- "Soğuk, ciğerime geçti. Başına güneş geçmiş."
-
Görev almak
- "İktidara geçmek."
-
Kalmak, devrolmak
-
[-i]
Geride bırakmak, aşmak
- "Bizim yelkenli vapuru geçecek. Ordu sınırı geçti. Çocuğun boyu babasını geçti."
-
[nsz]
Tükenmek, bitmek, sona ermek
- "Yavaş yavaş bu hırs geçer." (Falih Rıfkı Atay)
-
[-i]
Üstünlük sağlamak
-
[-i]
Söylemeden veya bitirmeden atlamak
- "O meseleyi geçelim. O bahsi geç!"
-
[-i]
Zamanı aşmak, geride bırakmak
- "Şehzadebaşı'na geldikleri zaman saat onu geçiyordu." (Peyami Safa)
-
[-le]
Harcamak
- "Bütün günüm seni takip etmekle geçti." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[-i]
Bir müzik parçasını meşk ederek öğrenmek, çalmak veya söylemek
-
[-i]
Birinden meşk etmek
- "Bu şarkıyı kimden geçtiniz."
-
Haberi bir iletişim aracı ile bildirmek
- "Ankara haberlerini gazetesine geçiyormuş."
-
[nsz]
Sönmek
- "Ocak sönmüş, koru bile geçmişti." (Nabizade Nazım)
-
Yazılmak, girmek
- "Tarihe geçmek. Kitaba geçmek."
-
[nsz]
Sürümü olmak, satılmak
-
[-i]
Konuşmada sözü geçmek veya basında yer almak
- "Kısa süren bir hastalıktan sonra göçüp gideceğini hissetmiş hatta ölümünün gazetelere bile geçmemesini istemişti..." (Halide Edip Adıvar)
-
[nsz]
Kullanımda olmak, tedavülde olmak
- "Bu para artık geçmiyor."
-
[nsz]
Kabul edilemez olmak
- "Senin paran burada geçmez."
-
[nsz]
Okulda, sınavda başarı göstermek
- "Çocuk bu yıl geçti."
-
Bir yere gidip oturmak
-
[nsz]
Çok bekletilmekten çürümeye yüz tutmak
- "Bu karpuz geçmiş."
-
[nsz]
Sıyrılmak, kurtulmak, işin içinden çıkmak
- "Görmedim dedi, geçti."
-
[yardımcı fiil]
Bazı kelimelerle birleşik fiil yapar
- "lska geçmek. Diskur geçmek."
-
[-i]
Çekiştirmek, yermek
- "Beni sana geçmişler / Vallahi ben demedim." (Halk türküsü)
-
[-e]
Bir yerden başka bir yere gitmek
- GEVMEK
-
-
[-i]
Ağızda katı bir şey çiğnemek, geviş getirmek
-
[-i]
Ağızda katı bir şey çiğnemek, geviş getirmek
- GERGEF
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Üzerine kumaş gerilerek nakış işlemeye yarar, çoğu dikdörtgen biçiminde olan çerçeve
-
[isim]
Üzerine kumaş gerilerek nakış işlemeye yarar, çoğu dikdörtgen biçiminde olan çerçeve
- GEMİCİ
-
-
[isim]
Gemide çalışan veya gemi işleten kimse
-
[isim]
Gemide çalışan veya gemi işleten kimse
- GEÇMEZ
-
-
[sıfat]
Kullanımı olmayan
-
Değerini yitirmiş
-
[sıfat]
Kullanımı olmayan
- GEVREK
-
-
[sıfat]
Kolayca kırılıp ufalanan
- "Bazı taşlar çok gevrek olur."
- "Diğer dükkânların satılmayan mallarını ben sanki ne yapayım diye gevrek gevrek gülerek kendi kendine hak verirdi." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Şen, neşeli (gülüş)
- "Faik'in şişkin ağzından gevrek bir kahkaha boşaldı." (Peyami Safa)
-
[isim]
Ağzın içinde kolayca parçalanıp dağılacak biçimde hazırlanmış bir tür çörek
-
[sıfat]
Kolayca kırılıp ufalanan
- GERCÜŞ
- ...
- GEVŞEK
-
-
[sıfat]
Sıkı veya gergin olmayan, gevşemiş olan
- "Bizim dost, gevşek kravatıyla, çözük yakasını şöyle bir okşadı." (Çetin Altan)
-
Cansız, hareketsiz, iradesiz
-
[zarf]
İlgisiz, kayıtsız bir biçimde
- "Bu konuda gevşek davranırsanız periler diyarına akla gelmeyecek sevimsiz bir yoldan gitmek de var." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
[sıfat]
Sıkı veya gergin olmayan, gevşemiş olan