Sonunda un olan 5 harfli 47 kelime var. UN ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde un olan kelimeler listesine ya da başında un olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- SABUN
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Kirli ve yağlı şeyleri temizlemekte kullanılan, türlü yağlarla alkaliler birleştirilerek yapılan madde
-
Bu maddenin kalıp durumunda olan biçimi
-
[isim]
Kirli ve yağlı şeyleri temizlemekte kullanılan, türlü yağlarla alkaliler birleştirilerek yapılan madde
- DERUN
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
İç, içeri, öz
-
Gönül, yürek, ruh
-
[isim]
İç, içeri, öz
- KURUN
- ...
- BOYUN
-
-
[isim]
Gövdenin başla omuz arasında kalan bölgesi
- "Ellerini bu defa, boynuna sıkıştırdığı beyaz peçeteye sildi." (Atilla İlhan)
- "Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli ya öbür tarafla birleşmeli idik." (Falih Rıfkı Atay)
- "Eli göğsünde, boyun keserek dervişçe bir selamla alçak bir sedirin ucuna ilişti." (Haldun Taner)
- "Hürrem Hakkı, Ferhunde'nin önünde boyun kırdı." (Mahmut Yesari)
-
Testi, şişe, güğüm gibi kaplarda dar olan üst kısım
- "Nevin hayretle boynunu bükerken içeri Behiç girdi." (Peyami Safa)
-
Sorumluluk
-
Dağ sırtlarında geçmeye elverişli alçak yer
-
Üzeri
- "Günahı söyleyenlerin boynuna, derler ki bu iki genç birbirlerini küçükten beri sevmişler de öyle nişanlanmışlar." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[isim]
Gövdenin başla omuz arasında kalan bölgesi
- MACUN
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Hamur kıvamına getirilmiş madde
-
Boyacılıkta çatlak ve aralıkları kapamak, camcılıkta camları tutturmak için kullanılan hamur kıvamında karışım
- "Cam macunu. Yağlı boya macunu."
-
Baharlı, tarçınlı, yumuşak ve yapışkan şekerleme
- "Sakın anneme söylemeyin! Söylemezseniz size macun alırım." (Orhan Veli Kanık)
-
[isim]
Hamur kıvamına getirilmiş madde
- TORUN
-
-
[isim]
Bir kimseye göre çocuğunun çocuğu
- "Onun torunu koşarak yanına gelir, yüzünü, gözlerini öper!" (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Aynı soydan gelenler
- "... mademki hepimiz Âdem'le Havva'nın torunlarıyız..." (Atilla İlhan)
-
[isim]
Bir kimseye göre çocuğunun çocuğu
- UYGUN
-
-
[sıfat]
Yakışır, yaraşır, mutabık, mütenasip
- "Rıza Efendi'de yerine, zamanına ve konusuna uygun hikâyeler vardır." (Tarık Buğra)
- "O zaman da haydutlar rıhtım kapısına daha önce gitmeyi uygun buldular." (Tarık Buğra)
- "Umduk, bekledik, düşündük. Hangi şey umduğumuza uygun düştü?" (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "İşte Ahmet Kerim, ilk bakışında Ömer Beyefendi'nin bu eserini yırtıp sepete atmak üzereyken bu ihtimale dayanarak onun gazeteye konulmasını uygun görmüştü." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Elverişli, yarar, müsait, muvafık
-
Orantılı, oranlı
- "Bu, bizim kızın yaradılışının, ablamın koyduğu yeni töreye uygun gelmeyişidir." (Memduh Şevket Esendal)
-
[sıfat]
Yakışır, yaraşır, mutabık, mütenasip
- BUDUN
-
-
[isim]
Kavim
-
Ulus, millet
-
[isim]
Kavim
- MASUN
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Korunan, korunmuş
- "Poyrazdan masun bir kulübe göreceksin." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Saklanmış
-
[sıfat]
Korunan, korunmuş
- EFSUN
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Büyü, sihir
- "Şayeste'nin reise büyü yaptığına ve adamı başka kadınlara karşı efsunla bağladığına kanaat getirmişti." (Haldun Taner)
-
[isim]
Büyü, sihir
- ZORUN
-
-
[isim]
Mecburiyet
- "Biz artık ilkel insan anlayışımızı değiştirmek zorununu duyuyoruz." (Melih Cevdet Anday)
-
[isim]
Mecburiyet
- KANUN
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Yasa
- "Ben bir gazeteciyim. Kanunları çiğnemişsem bu ülkenin savcıları gerekeni yaparlar." (Ahmet Ümit)
- "Kanun yoluyla faizcilik yapan bankalar tutmuştur iki yanı." (Necati Cumalı)
-
Geçerli olan kural
- "Dünyanın en büyük kanunu, nefsini müdafaa ve muhafaza etmek için karnını doyurmaktır." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
[isim]
Yasa
- RAKUN
-
Kelime Kökeni : İngilizce
-
[isim]
Kuzey Amerika'da, ağaçlarda yaşayan, kafası tilkiye benzeyen, uzun kuyruğu alaca halkalı, boyu yaklaşık 90, kuyruğu 30 cm olan kürklü hayvan (Procyon lotor)
-
[isim]
Kuzey Amerika'da, ağaçlarda yaşayan, kafası tilkiye benzeyen, uzun kuyruğu alaca halkalı, boyu yaklaşık 90, kuyruğu 30 cm olan kürklü hayvan (Procyon lotor)
- SÜTUN
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Herhangi bir maddeden yapılan, zaman zaman üstünde çıkıntılı bir bölüm olan, genellikle bir altlığa, bazen doğrudan doğruya yere dayalı silindir biçiminde düşey destek, kolon
- "Terasın mermer sütunlarından birine dayanmış, sessiz sedasız bana baktığını görüyorum." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Sanat dergilerinden biri bir ara, genç şairlere sütunlarını açmıştı." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
Gazete, dergi, kitap vb. yazılı şeylerde, sayfanın yukarıdan aşağıya doğru ayrılmış olduğu dar bölümlerden her biri, kolon
- "Böyle misaller sayıp dökmek gerekse satırlar değil, sütunlar dolar." (Ruşen Eşref Ünaydın)
-
Alt alta sıralanmış şeyler dizisi
- "Rakam sütunu."
-
Oldukça yükseğe çıkan ve silindire benzeyen şey
- "Alev sütunu. Su sütunu."
-
Bir tablo veya grafikte düşey durumdaki yüzey
-
[isim]
Herhangi bir maddeden yapılan, zaman zaman üstünde çıkıntılı bir bölüm olan, genellikle bir altlığa, bazen doğrudan doğruya yere dayalı silindir biçiminde düşey destek, kolon
- OLGUN
-
-
[sıfat]
Yenecek duruma gelmiş (meyve)
- "Oluğun altına bir sepet iri, olgun, renkli şeftali koymuşlar." (Refik Halit Karay)
-
Bilgi, görgü ve hoşgörüsü gereği kadar gelişmiş, ağırbaşlı (kimse), kâmil
- "Benim bütün cefama olgun adam gibi katlanmasını bilmişti." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[sıfat]
Yenecek duruma gelmiş (meyve)
- BURUN
-
-
[isim]
Alınla üst dudak arasında bulunan, çıkıntılı, iki delikli koklama ve solunum organı
- "... şöyle demiştim, böyle yapmıştım, diyene burun büker." (Yahya Kemal Beyatlı)
- "Nikâh ettirir ettirmez kadının burnu Kafdağına çıkmış." (Sermet Muhtar Alus)
- "Çeltikçiler, o burunları Kafdağında çeltikçiler çarşıya düşmüşler, önlerine gelene dert yanıyorlar." (Yahya Kemal)
- "Orada zaman zaman sebepsiz yere burnu sızlardı insanın." (Murathan Mungan)
-
Bazı şeylerin ön ve sivri bölümü
- "Kadıköy vapurunun güvertesinde, paltoma bürünmüş, gidip ta burna oturmuştum." (Haldun Taner)
- "Burunları bile kanamadan ganimete kavuşacaklardı." (Feridun Fazıl Tülbentçi)
-
Kibir, büyüklenme
- "Burnundan yanına varılmıyor."
-
Karanın, özellikle yüksek ve dağlık kıyılarda, türlü biçimlerde denize uzanmış bölümü
-
[isim]
Alınla üst dudak arasında bulunan, çıkıntılı, iki delikli koklama ve solunum organı
- UŞKUN
-
-
[isim]
Karabuğdaygillerden, yaprakları yürek biçiminde, kökü dıştan sincabi ve içten sarı renkte olan bir ravent türü (Rheum rhaponticum)
-
[isim]
Karabuğdaygillerden, yaprakları yürek biçiminde, kökü dıştan sincabi ve içten sarı renkte olan bir ravent türü (Rheum rhaponticum)
- ÇOĞUN
-
-
[zarf]
Çok kez, sık sık, ekseriya
- "Çoğun içinden geldiği gibi, algıladığım gibi yazıyorum." (Selim İleri)
-
[zarf]
Çok kez, sık sık, ekseriya
- DURUN
- ...
- YOSUN
-
-
[isim]
Tallı bitkilerin, çoğu sularda, ağaç veya taşların üzerinde yetişen, ilkel yapıdaki örneklerine verilen genel ad
-
[isim]
Tallı bitkilerin, çoğu sularda, ağaç veya taşların üzerinde yetişen, ilkel yapıdaki örneklerine verilen genel ad