Sonunda k olan 6 harfli 907 kelime var. K harfi ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde k harfi olan kelimeler listesine ya da başında k harfi olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- CILLIK
- ...
- ÇIPLAK
-
-
[sıfat]
Üstünde bulunması gereken giysi, örtü vb. bulunmayan, üryan, nü, cıbıl, cıbıldak
- "Kız, çıplak tabanlarını bozuk yolda şaplata şaplata köyün içerisine doğru uzaklaştı." (Ercüment Ekrem Talu)
-
Saçsız (baş)
-
Üzerinde yeşillik olmayan (arazi)
- "Irmağın başında kocaman, çıplak bir tek kavak vardı." (Halide Edip Adıvar)
-
İçinde gerekli eşya bulunmayan
- "Ankara tepelerinin birinde, boz renkli bir binanın çıplak ve dar bir odasında onunla karşı karşıyayız." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[isim]
Soyunmuş durumda olan vücudun resmi, nü
-
Yoksul (kimse)
- "Askerliğini yapmamış, beş parasız, çıplak bir Cemal'in nesi vardı evlenilecek?" (Necati Cumalı)
-
Yalın, süssüz
- "Çıplak bir anlatım."
-
Olduğu gibi, apaçık
-
[sıfat]
Üstünde bulunması gereken giysi, örtü vb. bulunmayan, üryan, nü, cıbıl, cıbıldak
- DÖNMEK
-
-
[nsz]
Kendi ekseni üzerinde veya başka bir şeyin dolayında hareket etmek
- "İçeride anahtarın acı bir gıcırtısıyla döndüğünü duydum." (Yusuf Ziya Ortaç)
- "Bahçenin içinde döne dolaşa meşhur kuyunun yanına geldiğimiz zaman..." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Şimdi dönüp geriye baktığımda ne görüyorum? Kimi insanlar hayatımızı bir karikatüre çevirmek için ellerinden geleni yapıyorlar." (Sulhi Dölek)
-
[-den]
Geri gelmek, geri gitmek
- "Ertesi gün aynı yoldan Bodrum'a döndük." (Halikarnas Balıkçısı)
- "Yirmi sene hep aynı renkler içinde dönüp dolaştık." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
[-e]
Yönelmek
- "Babam birdenbire bana döndü." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Sapmak
- "Gülümseyerek bir köşeyi döndü." (Peyami Safa)
-
[-e]
Bir şeyi andıracak duruma girmek, benzemek
- "Dikmen yolları, mabede adak için gidenlerin yollarına dönmüştü." (Aka Gündüz)
-
Sınıfta kalmak
- "Çocuk çalışmazsa bu yıl döner."
-
[-e]
Durumdan duruma geçmek, değişmek, olduğundan daha değişik bir durum almak, benzemek
- "Erkekler tekaüt olunca çocuğa dönüyorlar." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[-de]
Belirli bir yerde dolaşmak
-
[-de]
Kendini bir yandan bir yana çevirmek
- "Yatağında sabaha kadar dönüp durdu."
-
Yönetilmek, düzene konulmak, çekip çevrilmek
-
[-e]
Söz konusu etmek, hatırlamak
- "Biz yine onun gençliğine, lise öğretmeni olduğu zamana dönelim." (Haldun Taner)
-
[-e]
Bırakılan bir konu veya işe başlamak
-
Hileyle, gizlice yapılmak
- "Burada bir şeyler oluyor, bir şeyler dönüyor ama anlayamıyorum." (Refik Halit Karay)
-
İnanç, din veya düşüncesini değiştirmek
- "... annesinin İtalyan Yahudisiyken döndüğünü söylemişti." (Ömer Seyfettin)
-
[nsz]
Kendi ekseni üzerinde veya başka bir şeyin dolayında hareket etmek
- FİLENK
-
Kelime Kökeni : Rumca
-
[isim]
Ağır cisimleri bir yerden bir yere kaydırmak ve özellikle deniz teknelerini karaya çekmek için bunların altına sürülen yuvarlak ağaç
-
[isim]
Ağır cisimleri bir yerden bir yere kaydırmak ve özellikle deniz teknelerini karaya çekmek için bunların altına sürülen yuvarlak ağaç
- ODAŞIK
- ...
- ŞENLİK
-
-
[isim]
Şen olma durumu, şetaret
- "Emine'nin yüzüne öyle bir şenlik, çakırımsı şehla gözlerine öyle bir civeleklik geldi ki..." (Osman Cemal Kaygılı)
-
Belli günlerde yapılan, coşku veren eğlendirici gösterilerin tümü, bayram
- "Ne var ki bu şenlik gününde yüzüne bakan yok." (Tarık Buğra)
-
Festival
-
Sevinç, neşe
- "Gece her tarafta şenlik olmuş, çalgılar, davullar çalınmış, kıyamet kopmuş." (Memduh Şevket Esendal)
-
[isim]
Şen olma durumu, şetaret
- TAHRİK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Cinsel isteği, duyguları uyandırma
-
Bir kimseyi kötü bir iş yapması için ileri sürme, kışkırtma
- "Zamanımızın sanatkârını en çok tahrik eden budur." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Yola çıkartma, hareket ettirme, kımıldatma
-
[isim]
Cinsel isteği, duyguları uyandırma
- HAŞLAK
-
-
[sıfat]
Kızgın, kaynar, çok sıcak
- "Fakat kendisini iki çatık kaşın altında parlayan iki hiddetli göz karşıladı. Sevincinin üzerine haşlak sular döküldü." (Aka Gündüz)
-
[sıfat]
Kızgın, kaynar, çok sıcak
- KALTAK
-
-
[isim]
Üzeri meşin, halı vb. şeylerle kaplanmamış olan eyerin tahta bölümü
-
Kuskunsuz eyer
-
İffetsiz, namussuz kadın
- "Bırak be, dedi, kendi kendine, elin kaltağı için dövüşecek miyim?" (Sait Faik Abasıyanık)
-
[isim]
Üzeri meşin, halı vb. şeylerle kaplanmamış olan eyerin tahta bölümü
- TEZLİK
-
-
[isim]
Tez olma durumu, tezleşme
-
[isim]
Tez olma durumu, tezleşme
- ÇÖĞMEK
-
-
[nsz]
Alçalmak, aşağıya inmek
-
[nsz]
Alçalmak, aşağıya inmek
- IŞILAK
-
-
[isim]
Parıltı
-
[isim]
Parıltı
- PÜRTÜK
-
-
[isim]
Herhangi bir şeyin üzerindeki çıkıntı biçiminde küçük kabarcık
- "Portakalın pürtükleri."
-
Cızırtı
-
[isim]
Herhangi bir şeyin üzerindeki çıkıntı biçiminde küçük kabarcık
- DOLMAK
-
-
[nsz]
Dolu duruma gelmek
- "Dışarıda bulutsuz bir temmuz göğü, öğle güneşinin yakıcı aydınlığıyla dolup taşıyordu." (Necati Cumalı)
-
Bitkiler olgunlaşmak, erginleşmek
- "Gök ekini biçer gibi!.. Başaklar daha dolmadan." (Tarık Buğra)
- "Millî takımın karşılaşmalarında stadyumlar dolup taşıyor."
-
Bir yere iyice yayılmak, kaplamak
- "Oda sigara dumanı dolmuştu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Bir yerde pek çok eşya veya kimse toplanmak, kalabalık duruma gelmek
- "Kıştan kurtulur kurtulmaz deniz kenarları insanla, sandalla dolar." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Süre, hesap tamamlanmak
- "Süresi doldu, emekliye ayrıldı."
-
Sabrı tükenip öfkesi taşacak duruma gelmek
-
[nsz]
Dolu duruma gelmek
- İÇECEK
-
-
[isim]
İçilen her şey, meşrubat
- "Burada yiyecek, içecek her şey var."
-
[sıfat]
İçilmeye elverişli
-
[isim]
İçilen her şey, meşrubat
- İŞEMEK
-
-
[nsz]
İdrar torbasında biriken sidiği dışarı atmak, çiş yapmak
-
[nsz]
İdrar torbasında biriken sidiği dışarı atmak, çiş yapmak
- KALKIK
-
-
[sıfat]
Düzeyine göre yüksekte olan
- "Masanın bir tarafı kalkık."
-
Kabararak yerinden ayrılmış
- "Kaplamanın ortası kalkık."
-
Dik durumda, ucu yukarı doğru olan
- "Ve eniştemiz yine kaşlarını, omuzlarını yukarıya kalkık ve başını önüne eğik tutmaya koyulurdu." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
[sıfat]
Düzeyine göre yüksekte olan
- SÖVMEK
-
-
[-e]
Onur kırıcı, çoğu basmakalıp kaba sözler söylemek, küfretmek
- "Daha dört yaşındayken en azılı köy erkekleri gibi sövermiş." (Halide Edip Adıvar)
- "Kılıksız kıyafetsiz adamlardan biri güya kapımızdan içeri dalarak bize sövüp saymaya başlamış sanırdım." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[-e]
Onur kırıcı, çoğu basmakalıp kaba sözler söylemek, küfretmek
- SUNMAK
-
-
[-i]
Bir büyüğe veya nezaket gereğince bir kimseye bir şeyi vermek, yollamak, göndermek, takdim etmek
- "Bu küçük hadiseyi devlet adamlarımıza bir müşahede olarak sunuyorum." (Burhan Felek)
-
Tanıtmak, bilgi vermek amacıyla çeşitli yöntemler kullanarak bir konuyu dinleyenlere aktarmak
-
Radyoda, televizyonda, bir eğlence yerinde programı takdim etmek
-
[-i]
Bir büyüğe veya nezaket gereğince bir kimseye bir şeyi vermek, yollamak, göndermek, takdim etmek
- YAKMAK
-
-
[-i]
Yanmasını sağlamak veya yanmasına yol açmak, tutuşturmak
- "Kendi sigarası için yaktığı kibriti bana uzattı." (Falih Rıfkı Atay)
-
Ateşle yok etmek
- "Çöpleri yakmak."
-
Işık vermesini sağlamak
- "Mavi ışıklı ispirto lambalarını yakarlar." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Isı etkisiyle bozmak
- "Eteği ütülerken yaktı."
-
Keskin, sert ve ısırıcı bir duyum vermek
- "Biber ağzı yakar."
-
Yanıyormuş gibi bir etki yapmak
- "Hekime daima şarabın midelerini yaktığından bahsederler." (Falih Rıfkı Atay)
-
Kurutmak, zarar vermek
- "Fırtına ekinleri yakmıştı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[nsz]
Çok sıcak olmak
- "Bugün güneş yakıyor."
-
Karartmak
- "Güneşte vücudunu yaktı."
-
Çok üşütmek
- "Soğuk rüzgâr insanın yüzünü yakıyor."
-
Acıtmak
- "Canını yakmak."
-
Silahla vurmak
-
Yıkıma, zarara yol açmak, büyük bir zarara uğratmak, mahvetmek
- "Gözü mavi, boyu kısa, kendi muhacir olmasın. Ne olursa olsun makbulüm. Aman bu üçüne dikkat et. Beni yakma." (Ömer Seyfettin)
-
Güçlü sevgi uyandırmak
-
[-i]
Yanmasını sağlamak veya yanmasına yol açmak, tutuşturmak