İçinde s olan 4 harfli 332 kelime var. İçerisinde S harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında s harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu s harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- MESH
 - 
    
Kelime Kökeni : Arapça
- 
                        [isim]
                    
                        Bir şeyi elle sıvazlama
                    
                    
- "Kavuklarını kaldırıp usturayla tıraş edilmiş başlarını mesh ederlerdi." (Ruşen Eşref Ünaydın)
 
 - 
                    
                        Abdest alırken ıslak eli başa ve meste sürme
                    
                    
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Bir şeyi elle sıvazlama
                    
                    
 - SARA
 - 
    
Kelime Kökeni : Arapça
- 
                        [isim]
                    
                        Zaman zaman kendini kaybederek olduğu yere düşme, vücutta şiddetli çırpınmalar ve ağız köpürmesi ile ortaya çıkan bir sinir hastalığı, epilepsi, tutarak, tutarık, tutarga, yilbik
                    
                    
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Zaman zaman kendini kaybederek olduğu yere düşme, vücutta şiddetli çırpınmalar ve ağız köpürmesi ile ortaya çıkan bir sinir hastalığı, epilepsi, tutarak, tutarık, tutarga, yilbik
                    
                    
 - ASLI
 - ...
 - ASUR
 - ...
 - ASYA
 - ...
 - SIZI
 - 
    
- 
                        [isim]
                    
                        Hafif ve ince ağrı
                    
                    
- "Eli yarama dokunur dokunmaz bütün sızılarım birden diniverecek." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
 
 - 
                    
                        Ruhsal acı, ıstırap
                    
                    
- "Depremlerin acısını sızısını belirtmek de adı sanı bilinmez köylü şairlere düşer." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
 
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Hafif ve ince ağrı
                    
                    
 - BEİS
 - 
    
Kelime Kökeni : Arapça
- 
                        [isim]
                    
                        Engel, uymazlık
                    
                    
- "Seyyit Ali, Yani'ye planlarını üstünkörü anlatmakta beis görmedi." (Ömer Seyfettin)
 
 - 
                    
                        Kötülük, zarar
                    
                    
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Engel, uymazlık
                    
                    
 - SÖKE
 - ...
 - SELE
 - 
    
Kelime Kökeni : Arapça
- 
                        [isim]
                    
                        Yayvan, genişçe sepet
                    
                    
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Yayvan, genişçe sepet
                    
                    
 - HOST
 - ...
 - DERS
 - 
    
Kelime Kökeni : Arapça
- 
                        [isim]
                    
                        Öğretmenin öğrenciye belirli bir sürede verdiği bilgi
                    
                    
- "Mektepten kaçmıyor, bazı derslerden zevk alıp saatlerce çalıştığım oluyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
 - "Metin'in bu dersi asma teklifi hiç hoşuma gitmedi doğrusu." (Adalet Ağaoğlu)
 - "Bu seneki tecrübe aynı zamanda bir de ders oldu." (Hüseyin Cahit Yalçın)
 - "İyi konuşurdu, ders vermek sanatını bilirdi."
 
 - 
                    
                        Bu bilgi aktarımı için ayrılan süre
                    
                    
- "Dersin bitmesine beş dakika var."
 - "Yapılacak şey gördüğümüz vakalardan ders almaya çalışmaktır." (Abdülhak Şinasi Hisar)
 - "İnek Şaban güzel ders çalışırdı boş sınıfta." (Rıfat Ilgaz)
 - "Evvela kendi kendisini cezalandırdı, sonra kendisi gibi yaşamak istemeyenlere ders verdi." (Peyami Safa)
 
 - 
                    
                        Öğrencinin öğrenmek zorunda olduğu bilgi
                    
                    
- "Bir yakınlık kurmak için derslerini soracak oluyordu." (Necati Cumalı)
 
 - 
                    
                        Bir olayın bellekte bıraktığı öğretici iz, öğüt, ibret
                    
                    
- "En iyisi, kıyının verdiği şu ekoloji dersini uygulamak mı dersiniz?" (Haldun Taner)
 
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Öğretmenin öğrenciye belirli bir sürede verdiği bilgi
                    
                    
 - SASI
 - 
    
- 
                        [sıfat]
                    
                        Küf ve çürük gibi kokan
                    
                    
 - 
                    
                        Kokuşmuş
                    
                    
 - 
                    
                        Tatsız
                    
                    
 
 - 
                        [sıfat]
                    
                        Küf ve çürük gibi kokan
                    
                    
 - ESKİ
 - 
    
- 
                        [sıfat]
                    
                        Çoktan beri var olan, üzerinden çok zaman geçmiş bulunan, yeni karşıtı
                    
                    
- "Ey benim eski duygularım, eski düşüncelerim. Neden böyle uzaksınız benden?" (Nurullah ataç)
 - "O, eski defterleri çoktan kapatmış, Osmanlıya kucağını açmıştı." (Tarık Buğra)
 - "Bereket versin, işi kuru gürültüden ileri gitmediği, her şeyin eski hamam eski tas kaldığı çabuk anlaşıldı." (Kemal Tahir)
 - "Doğal güzellikler artık eskisi gibi turist çekmiyor." (Necati Cumalı)
 
 - 
                    
                        Önceki, sabık
                    
                    
- "Anlatışına bakılırsa eski kâtibe, şimdi fevkalade şık giyiniyormuş." (Haldun Taner)
 
 - 
                    
                        Geçerli olmayan
                    
                    
- "Bugün mekteplerimiz artık o eski mektepler değildir." (Reşat Nuri Güntekin)
 
 - 
                    
                        Herhangi bir meslekte uzun süreden beri çalışmış olan
                    
                    
 - 
                    
                        Mesleğinde uzmanlaşmış, deneyimi olan
                    
                    
- "Eski öğretmen."
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Çok kullanmaktan yıpranmış, harap olmuş şey
                    
                    
- "Ben babamın eskilerinden uydurma şeylerle giyiniyordum." (Halit Ziya Uşaklıgil)
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Herhangi bir görevden düştüğü veya durumunu yitirdiği için bir kimsenin eski saygınlığının kalmadığı durumlarda kullanılan bir söz
                    
                    
- "Mebus eskisi. Müdür eskisi."
 
 
 - 
                        [sıfat]
                    
                        Çoktan beri var olan, üzerinden çok zaman geçmiş bulunan, yeni karşıtı
                    
                    
 - KAOS
 - 
    
Kelime Kökeni : Fransızca
- 
                        [isim]
                    
                        Evrenin düzene girmeden önceki biçimden yoksun, uyumsuz ve karışık durumu
                    
                    
 - 
                    
                        Kargaşa
                    
                    
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Evrenin düzene girmeden önceki biçimden yoksun, uyumsuz ve karışık durumu
                    
                    
 - SKİF
 - 
    
Kelime Kökeni : İngilizce
- 
                        [isim]
                    
                        İçine yalnız kürek çekenin girebildiği çok uzun ve çok dar yarış kayığı
                    
                    
 
 - 
                        [isim]
                    
                        İçine yalnız kürek çekenin girebildiği çok uzun ve çok dar yarış kayığı
                    
                    
 - AKSU
 - 
    
- 
                        [isim]
                    
                        Katarakt
                    
                    
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Katarakt
                    
                    
 - KOSA
 - 
    
Kelime Kökeni : Rusça
- 
                        [isim]
                    
                        Bir çeşit uzun saplı orak
                    
                    
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Bir çeşit uzun saplı orak
                    
                    
 - HIRS
 - 
    
Kelime Kökeni : Arapça
- 
                        [isim]
                    
                        Sonu gelmeyen istek, aşırı tutku
                    
                    
- "Para hırsı. Şöhret hırsı."
 - "İmar olanağı vurgunları, sayıları artan vurgunculara hırs bastırıyor." (Aydın Boysan)
 - "Ben kısa yazamıyorum öykülerimi diye hırsımdan çatlıyorum." (Nezihe Meriç)
 
 - 
                    
                        Öfke, kızgınlık
                    
                    
- "Hırsımdan bazılarına tablomu bedava verdim, alın, götürün diye bağırdım." (Hüseyin Cahit Yalçın)
 
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Sonu gelmeyen istek, aşırı tutku
                    
                    
 - SÜLF
 - 
    
Kelime Kökeni : Latince
- 
                        [isim]
                    
                        Kükürt
                    
                    
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Kükürt
                    
                    
 - BÜST
 - 
    
Kelime Kökeni : Fransızca
- 
                        [isim]
                    
                        Vücudun, omuzlarla birlikte göğüsten yukarı bölümü
                    
                    
- "Vücudundaki oransızlık, nereden geliyor; büstü, bacaklarından daha mı uzun?" (Atilla İlhan)
 
 - 
                    
                        Heykelcilikte başı, göğsü, bazen de omuzları içine alan sanat ürünü
                    
                    
- "Atatürk büstü."
 
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Vücudun, omuzlarla birlikte göğüsten yukarı bölümü