İçinde k olan 6 harfli 2248 kelime var. İçerisinde K harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında k harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu k harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- ATALIK
-
-
[isim]
Ataya yakışır davranış, babalık
-
[isim]
Ataya yakışır davranış, babalık
- KARŞIT
-
-
[sıfat]
Nitelik ve durumları birbirine büsbütün aykırı olan, zıt, kontrast
-
[sıfat]
Nitelik ve durumları birbirine büsbütün aykırı olan, zıt, kontrast
- KILAĞI
-
-
[isim]
Taş üzerinde bilenen bir kesici aracın keskin yüzüne yapışan ve aracın iyi kesebilmesi için, yağlanmış yumuşak taşla kaldırılması gereken çok ince çelik parçaları, zağ
-
[isim]
Taş üzerinde bilenen bir kesici aracın keskin yüzüne yapışan ve aracın iyi kesebilmesi için, yağlanmış yumuşak taşla kaldırılması gereken çok ince çelik parçaları, zağ
- KİMLİK
-
-
[isim]
Toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünü
- "Kimliği bilinmeyen bir kadın."
-
Kişinin kim olduğunu tanıtan belge, hüviyet
-
Herhangi bir nesneyi belirlemeye yarayan özelliklerin bütünü
-
[isim]
Toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünü
- KOZMİK
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[sıfat]
Evrenle ve onun genel düzeniyle ilgili
- "Evliliğin kozmik bir kural olduğunu kabullenmek gerek." (Haldun Taner)
-
Haber alma ile ilgili
-
[sıfat]
Evrenle ve onun genel düzeniyle ilgili
- KÜFELİ
- ...
- KÜKÜRT
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Atom numarası 16, atom ağırlığı 32,06 olan, 119 °C'de eriyen ve 444 °C'de kaynayan, doğada saf veya başka cisimlerle birleşik olarak bulunan, sarı renkli element, sülf (simgesi S)
-
[isim]
Atom numarası 16, atom ağırlığı 32,06 olan, 119 °C'de eriyen ve 444 °C'de kaynayan, doğada saf veya başka cisimlerle birleşik olarak bulunan, sarı renkli element, sülf (simgesi S)
- MEVKUF
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Vakfedilmiş
-
Tutuklu
- "... şirketin başlıca müdürleri orada mevkuf." (Atilla İlhan)
-
[sıfat]
Vakfedilmiş
- MOSKOF
-
Kelime Kökeni : Rusça
-
[sıfat]
Acımasız, zalim
-
[sıfat]
Acımasız, zalim
- NORDİK
- ...
- TEAKUP
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Art arda gelme
-
[isim]
Art arda gelme
- TÜRKÇE
- ...
- TUTMAK
-
-
[-i]
Elde bulundurmak, ele almak
- "Kucağında kundaklı bir çocuk tutuyordu." (Ömer Seyfettin)
- "Geleceği tutmak. Gideceği tutmak."
-
Ele geçirmek, yakalamak
- "Evvela bu terbiyesiz köpeği tuttu, bağladı." (Ömer Seyfettin)
-
Avlamak
- "Dalyan işletiyorum, tuttuğumuz balığı tekrar denize döküyoruz." (Refik Halit Karay)
-
Yanında bulundurmak, alıkoymak
- "Siz gelinceye kadar çocuğu ben tutarım!"
-
Hürriyetinden yoksun bırakıp bir yere kapamak, tevkif etmek
- "Vahşidir, hiçbir zaman onu kafeste tutmak mümkün değildir." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Kaplamak
- "Tabanı otuz, otuz beş metre kadar tutan bir eşkenar üçgen biçimindedir." (Tarık Buğra)
-
Kırağı, çiğ veya kar bir yüzeyde görünür durumda olmak, kalmak
- "Şu yağan kar bir tutsun, seyreyle sen ertesi gün çocukları." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Denetimi ve yetkisi altına almak
-
Desteklemek, birinden yana çıkmak
-
Benimsemek, beğenmek
- "Ama öylelerini de çevresinde kimse sevmemiş, tutmamıştır." (Tarık Buğra)
-
Gereğini yapmak, yerine getirmek
- "Verdiği sözü tutmuş, vaktinde gelmişti."
-
Uygun gelmek, çelişmez olmak
- "Bir talih eseri olarak ondan gelen cevap benim kendi bulduklarımı tuttu." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Hizmetine almak veya kiralamak
- "Burada bir kat tuttum. Yazı geçireceğim." (Peyami Safa)
-
Bir işe herhangi bir anlayışla girişmek
- "Yapıyı geniş tuttu."
-
Girişmek, yapmak
- "Askerden sonra ne iş tutacağını bilmemek kahrediyordu Yusuf'u." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Beddua, dua, ah vb. etkisini göstermek, gerçekleşmek, yerine gelmek, varmak
- "Avradın ilenci tutarsa senin iki gözün kör olacak." (Memduh Şevket Esendal)
-
Ağrımak, sancımak, musallat olmak
- "... poker oynanıyor. Yenilirse kızıyor. Başı tutuyor, komşu doktorun hizmetçisini çağırıp çenesini ovduruyor." (Memduh Şevket Esendal)
-
Ulaşmak, varmak
- "Hayvanlar, Bağdat Caddesi'ni tutmuş, çalakamçı ilerliyor." (Sermet Muhtar Alus)
-
Para toplamı ...-e varmak
- "Aldığım şeyler bin lira tuttu."
-
Uğramak
- "Vapur İzmir'i tutmayacakmış."
-
Herhangi bir durumda bulundurmak
- "Seksen bir yaşında da olsa çalışmak insanı zinde tutuyor." (Haldun Taner)
-
Varsaymak, farz etmek
- "Haydi tutalım babasının bir günahı vardı, çekti." (Memduh Şevket Esendal)
-
[-i]
Hedef olarak almak
- "Taşa tutmak."
-
[-i]
Alacağa veya vereceğe saymak
- "On bin lirayı borcunuza tuttum."
-
[-i]
Yaklaştırmak
- "Biraz toz olsa mendilini burnuna tutar." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Kullanmak
- "Yaşmak tutmak. Ustura tutmak."
-
Bağlamak
- "Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım." (Bekir Sıtkı Erdoğan)
-
[nsz]
Beklenen sonucu vermek
- "Toprağa atılan her tohum bir ümittir. Tohum ya tutar ya tutmaz. Ya yeşerir ya yeşermez." (Şevket Rado)
-
[nsz]
İş görebilmek
- "Eli ayağı tutsun, açlıktan ölmesin, yeterdi ona." (Tarık Buğra)
-
[nsz]
Sürmek, zaman almak
- "Bu iş iki saat tuttu."
-
[nsz]
Yapışarak veya sokularak çıkmaz olmak
- "Boya tutmadı. Çivi iyi tuttu."
-
Giyinmesine yardım etmek
- "Kucaklaşma sahanlıkta başlar ve ayakkabılarını çıkarıp karısının tuttuğu terliklerini giyene kadar Serdar'ın kolları boynunda kalır." (Tarık Buğra)
-
Sunmak
- "Konuklara şeker tutmak."
-
İşgal etmek
-
İzlemek
- "Tepeden inince Değirmendere'ye hâkim bir iz tutacaksınız." (Refik Halit Karay)
-
Bırakmamak
- "Baba sesini çıkarmadı hatta öksürüğünü bile galiba tuttu." (Peyami Safa)
-
Yönelmek
- "Oyuncular ağır ağır soyunma odasının yolunu tuttular." (Haldun Taner)
-
Sarmak, bürümek
- "Hey başları duman tutmuş dağlar, hey!" (Halk türküsü)
-
Asılmak, kuvvetlice sarılmak
- "Üç kişi tutarlarmış da onu pencerenin önünden çekemezlermiş." (Peyami Safa)
-
Bir kimsenin yerini almak
- "Bak azizim, dedim, ben senin yerini tutamam." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Otobüs, vapur, uçak vb. dokunmak, hasta etmek
-
Herhangi bir durumda kalmasını sağlamak
- "Kapıyı açık tutmayın."
-
Bir yerde kalmasını sağlamak
-
Yemek hafifçe yanmak
-
Bir sanat eseri geniş ilgi görmek
- "Eğer piyes tutar da alkışlanırsa, bir yazara yakışacak bir kıyafet giymeliydim." (Cahit Uçuk)
-
Biriktirmek, tasarruf etmek
- "Sen metelik tutuyorsun gibi geliyor bana. Ay başına kadar bana ödünç versene." (Memduh Şevket Esendal)
-
Askerlikte, bankacılıkta durdurmak, blokaj
-
Başlamak
- "Kadınların başında gördüğünüz bürümcükten, iç çamaşırlarından tutunuz da entarilik kaba pamuklulara kadar hepsi Osmanlı malı idi." (Falih Rıfkı Atay)
-
Bir şey düşünmek
- "Herkes aklından bir sayı tutsun."
-
Markaja almak
-
[-i]
Elde bulundurmak, ele almak
- UŞAKLI
- ...
- YALTAK
-
-
[sıfat]
Yaltakçı
-
[sıfat]
Yaltakçı
- YAŞLIK
-
-
[isim]
Yaş (II) olma durumu, ıslaklık
- "Nem elbisenize işlemiştir, yaşlığında deniz suyunun tuzlu tadı ve yapışkanlığı duyuluyor." (Refik Halit Karay)
-
[isim]
Yaş (II) olma durumu, ıslaklık
- ADAKLI
-
-
[sıfat]
Adağı olan, adak adamış olan
-
[isim]
Nişanlı
-
[sıfat]
Adağı olan, adak adamış olan
- AYAKÇI
-
-
[isim]
Ayak işlerinde kullanılan kimse
-
Bir iş süresince tutulan hizmetçi
- "Bütün ayakçılar, başta parkın kiracısı, kaymakam beyin masasına pervane." (Tarık Buğra)
-
Gezici satıcı, çerçi
-
Otobüs terminallerinde yolcuyu kendi şirketinden bilet almaya yönlendiren kimse
-
[isim]
Ayak işlerinde kullanılan kimse
- BALKAN
-
-
[isim]
Sarp ve ormanlık sıradağ
- "Podima balkanları içinde, bir alandan, bir çalılık içinden Ahmet Efendi'yi çıkarıp getirmişler." (Memduh Şevket Esendal)
-
[isim]
Sarp ve ormanlık sıradağ
- BELLİK
-
-
[isim]
İşaret, marka
-
Kalınan sayfayı belirlemek amacıyla araya konulan ince, uzun karton parçası
-
[isim]
İşaret, marka