İçinde ak olan 6 harfli 464 kelime var. İçerisinde AK bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ak olan kelimeler listesine ya da Sonu ak ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- NAKKAŞ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Yapıların duvar ve tavanlarına süslemeler yapan usta, bezekçi
-
Nakışçı
-
[isim]
Yapıların duvar ve tavanlarına süslemeler yapan usta, bezekçi
- AKITAÇ
- ...
- ÇATMAK
-
-
[-i]
Odun, değnek, kılıç, tüfek vb. uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak durdurmak
- "Avlusunda silahlarını çatmış, ayaklarını germiş askerler var." (Falih Rıfkı Atay)
-
Kereste vb.ni birbirine tutturmak
-
Bir şeyi yapmak için gerekli parçaları bir araya getirmek
- "Koca bir nahiye titreştik, odunsuz yattık / O büyük mektebi gördün ya, kışın biz çattık." (Mehmet Akif Ersoy)
-
Yükü hayvana iki yanlı yüklemek
-
Başa yemeni, çatkı, yazma vb.ni bağlamak
-
Kaşı, yüzü sertlik, öfke bildiren bir duruma sokmak
- "Komiser o yana doğru geldiğinden polis kaşlarını çattı." (Haldun Taner)
-
[-e]
Üzücü, kızdırıcı veya şaşırtıcı olaylarla karşılaşmak
- "Hacı Mustafa bağırıyor, ömründe böyle bir işe çatmadığını söylüyordu." (Refik Halit Karay)
-
[-e]
Yazıyla veya sözle sataşmak
- "Böyle söyler de sonra yemek biraz azca çıkarsa yahut pek düzgün olmasa aşçıya çatacak gibi olur." (Memduh Şevket Esendal)
-
[-e]
Rastlamak, karşılaşmak
- "Nerden çattım böylesi bir güzele..." (Cahit Sıtkı Tarancı)
-
[nsz]
Sırası gelmek, zamanı gelmek
- "Bir karara varma zamanı gelip çatmıştı." (Cahit Uçuk)
-
[-e]
Gemiler birbirine çarpmak
-
[-i]
Odun, değnek, kılıç, tüfek vb. uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak durdurmak
- YAYLAK
-
-
[isim]
Otlak
-
[isim]
Otlak
- BAKLAN
-
-
[isim]
Anguda benzeyen kırmızı renkli bir çeşit yaban kazı (Otis tarda)
-
[isim]
Anguda benzeyen kırmızı renkli bir çeşit yaban kazı (Otis tarda)
- BIKMAK
-
-
[-den]
Tekrarlanması, sürüp gitmesi yüzünden bir şeyden doygunluk veya yorgunluk duyarak onu istemez duruma gelmek, usanmak
- "Sonra bir gün bu hayattan bıkıverdi." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Giy onu, çıkar onu. Eş dost, konu komşu, sırtımda onu göre göre bıktılar, usandılar." (Mahmut Yesari)
-
Dayanamaz duruma gelmek
-
[-den]
Tekrarlanması, sürüp gitmesi yüzünden bir şeyden doygunluk veya yorgunluk duyarak onu istemez duruma gelmek, usanmak
- TAKLİT
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Belli bir örneğe benzemeye veya benzetmeye çalışma
- "Annesinin, babasının taklitlerini yapıyordu." (Çetin Altan)
-
Birinin davranışlarını, konuşmasını tekrarlayarak eğlenme
- "Hele taklitleri? -Kadın taklidi, Arap taklidi hepsini birbirinden güzel yapıyordu." (Yusuf Ziya Ortaç)
- "Taklit etmeyeceğine, kopya olmaktan, andırmaktan tiksindiğine göre bilmesinin faydası yoktu." (Tarık Buğra)
-
Benzetilerek yapılmış şey, imitasyon
-
[isim]
Belli bir örneğe benzemeye veya benzetmeye çalışma
- AKSONA
-
-
[isim]
Vurgun hastalığına karşı uygulanan emniyet durakları
-
[isim]
Vurgun hastalığına karşı uygulanan emniyet durakları
- BALÇAK
-
-
[isim]
Kabza
-
Kabzanın demir siperi
-
[isim]
Kabza
- BUNMAK
-
-
[nsz]
Beğenmemek, azımsamak, küçümsemek
-
[nsz]
Beğenmemek, azımsamak, küçümsemek
- HOPLAK
- ...
- KUYMAK
-
-
[isim]
Mısır ununun erimiş tereyağıyla kavrulması, su eklenmesi, bir miktar peynir katılması ve bir süre kaynatılmasıyla elde edilen yemek
-
Karadeniz bölgesinde ve özellikle Trabzon'da yapılan bir tür yemek
- "Mısır kuymağı."
-
[isim]
Mısır ununun erimiş tereyağıyla kavrulması, su eklenmesi, bir miktar peynir katılması ve bir süre kaynatılmasıyla elde edilen yemek
- OKUMAK
-
-
[-i]
Yazıya geçirilmiş bir metne bakarak bunu sessizce çözümleyip anlamak veya aynı zamanda seslere çevirmek
- "Bana umutsuz bir sesle son raporları okudu." (Falih Rıfkı Atay)
- "Gerçi her gece yatmadan evvel okuyup üflerse de çok geçmeden yine uyanır ve kalkardı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
[nsz]
Yazılmış bir metnin iletmek istediği şeyleri öğrenmek
- "Gazete bile okumak istemiyorum." (Burhan Felek)
-
[nsz]
Bir konuyu öğrenmek için okulda, bir öğretmenin yanında veya yazılı şeyler üzerinde çalışmak, öğrenim görmek
- "Çabuk dil öğrenmedi, okumak istemedi." (Halide Edip Adıvar)
-
[nsz]
Şarkı, türkü, şiir vb.ni sesli olarak veya ezgi ile söylemek
- "Salon boşalmaya başladı, biz şiirler okuyup dinliyoruz." (Refik Halit Karay)
-
[nsz]
Bir şeyin anlamını çözmek
- "Şifre okumak."
-
Hastalığı iyi edeceğini ileri sürerek okuyup üflemek, üfürükçülük etmek
-
Bazı belirtilerle bir anlamı, gizli bir duyguyu anlamak, kavramak
- "Yüzünü benden saklıyor. Niçin? Çehresinde, melalinde aşkının matemini okumayayım, diye mi?" (Ömer Seyfettin)
-
[nsz]
Sövmek, küfretmek
-
Bir yere çağırmak, davet etmek, okuntu göndermek
-
[-i]
Yazıya geçirilmiş bir metne bakarak bunu sessizce çözümleyip anlamak veya aynı zamanda seslere çevirmek
- TOPRAK
-
-
[isim]
Yer kabuğunun, toz durumuna gelmiş türlü kütle kırıntılarıyla, çürümüş organik cisimlerden oluşan ve canlılara yaşama ortamı sağlayan yüzey bölümü
- "Kara toprak. Kireçli toprak. Killi toprak."
- "Bu sabah hesap ettim, küçüğüm toprağa düşeli tam yetmiş üç gece olmuş." (Reşat Nuri Güntekin)
- "On dakikaya kalmadan adamcağız sizlere ömür! -Toprağı bol olsun diyeceksiniz." (Refik Erduran)
-
[sıfat]
Yer kabuğunun bu bölümünden yapılmış
- "İki toprak duvarın birleştiği bir girintide diz üstü büzülmüş görünüyor." (Memduh Şevket Esendal)
- "Boş saatlerde, şimdi ikisi de toprak olan iki dostumla sanat tartışmaları yapıyorduk." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
Arazi, tarla
- "Köylüye toprak dağıtmak."
-
Kara
- "Toprağa ayak basmak."
-
Ülke
- "Bu toprak bizimdir, içinde yabancının işi yok." (Ruşen Eşref Ünaydın)
-
[isim]
Yer kabuğunun, toz durumuna gelmiş türlü kütle kırıntılarıyla, çürümüş organik cisimlerden oluşan ve canlılara yaşama ortamı sağlayan yüzey bölümü
- UYUMAK
-
-
[nsz]
Uyku durumunda olmak
-
İlaç etkisiyle ağrı duymayacak kadar derin uykuya dalmak
- "Hasta uyuyunca ameliyata alınacak."
-
İşlem görmemek, durgun kalmak, el sürülmemek
- "Bu eski gururu ta canevinde uyurmuş meğer." (Tarık Buğra)
-
Çevresindeki olayları fark etmemek, görmemek
- "Ben de sizler gibi adam olurdum, okurdum; okumak bilsem okurdum da uyumazdım." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[nsz]
Uyku durumunda olmak
- YARDAK
-
-
[isim]
Özellikle kötü işlerde yardım
-
[isim]
Özellikle kötü işlerde yardım
- AKÇELİ
-
-
[sıfat]
Paraya bağlı, parayla ilgili, mali
- "Akçeli haklar."
-
[sıfat]
Paraya bağlı, parayla ilgili, mali
- BORAKS
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Yoğunlaşmış borik asitten türeyen sodyum tuzu
-
[isim]
Yoğunlaşmış borik asitten türeyen sodyum tuzu
- ZAMBAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Zambakgillerden, 90-100 cm yüksekliğinde, güzel ve iri çiçekli, çok yıllık bir süs bitkisi (Lilium candidum)
-
[isim]
Zambakgillerden, 90-100 cm yüksekliğinde, güzel ve iri çiçekli, çok yıllık bir süs bitkisi (Lilium candidum)
- ALPAKA
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Çift parmaklılar takımının devegiller sınıfından, Güney Amerika'da yaşayan, uzun tüylü, memeli bir hayvan (Lama glama pacos)
-
Bu hayvanın yünü veya bu yünden dokunan kumaş
-
[isim]
Çift parmaklılar takımının devegiller sınıfından, Güney Amerika'da yaşayan, uzun tüylü, memeli bir hayvan (Lama glama pacos)