İçinde ak olan 6 harfli 464 kelime var. İçerisinde AK bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ak olan kelimeler listesine ya da Sonu ak ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- ALPAKA
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Çift parmaklılar takımının devegiller sınıfından, Güney Amerika'da yaşayan, uzun tüylü, memeli bir hayvan (Lama glama pacos)
-
Bu hayvanın yünü veya bu yünden dokunan kumaş
-
[isim]
Çift parmaklılar takımının devegiller sınıfından, Güney Amerika'da yaşayan, uzun tüylü, memeli bir hayvan (Lama glama pacos)
- SARMAK
-
-
[-i]
Çevresini çevirmek, çepeçevre dolanmak, çevrelemek
- "Bak o zaman nasıl yakınlaşacaksınız. Güven nasıl sarıp sarmalayacak ikinizi." (Adalet Ağaoğlu)
-
Kuşatmak, çevirmek, ihata etmek
- "Ordu düşmanı sardı."
-
Dolayında yer almak
-
Yayılıp etkisi altına almak, kaplamak
- "Kültür düşüklüğündeki çöküş, yaygın bir hastalık gibi sarar toplumu." (Necati Cumalı)
-
Örtmek
-
Kucaklamak
-
Yumak yapmak
- "İpliği sarmak."
-
Şerit, ip vb. şeyler dolaşmak
-
Kâğıt veya bir bitki yaprağıyla dürmek
- "Dolma sarıyorum diye yaprağı parmağıma doladım." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
- "Sardığı sigarayı tabakasına yerleştiriyor." (Tarık Buğra)
-
[-e]
Sarılıp tırmanmak
- "Asma çardağı sardı."
-
[-i]
Bir şeyi başka bir şeyin içine koyup onunla kaplamak
- "Kitabı kâğıda sarmak."
-
Taşıt tırmanmak, yükseğe doğru çıkmak
-
Saldırmak, hücum etmek
- "Faik Efendi biliyordu ki saracaklar hem de fena saracaklar." (Memduh Şevket Esendal)
-
Bir görev veya işin yerine getirilmesini başkasına yüklemek
-
Sözle saldırmak, tedirgin etmek
- "Evdekilerin hepsi bana sarıyor."
-
Hoşuna gitmek, zevkini okşamak
- "Bu canlılık, insanı on yıl önce görmüş olduğum muhteşem yazdan daha başka türlü sarıyordu." (Ahmet Hamdi Tanpınar)
-
[-i]
Çevresini çevirmek, çepeçevre dolanmak, çevrelemek
- YATMAK
-
-
[nsz]
Bir yere veya bir şeyin üzerine boylu boyunca uzanmak
- "Dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak." (Nazım Hikmet)
- "Yatıp kalkıp anama dua ediyorum."
- "Yatıp kalktığım odamın penceresinden bakınca bir baştan bir başa bütün sokağı görüyordum." (Necati Cumalı)
-
Uyumak veya dinlenmek için yatağa girmek
- "Öteki, çok kadınla oynaşmış ve hatta yatıp kalkmış, sevda damarları kaşarlanmış bir gençti." (Memduh Şevket Esendal)
-
Yatay veya yataya yakın bir duruma gelmek, eğilmek
- "Rüzgârdan bütün ekinler yattı. Gemi sağa yattı."
-
Hastalık sebebiyle yatakta kalmak
- "Gün geçmeden bronşiti, çarpıntısı tutar; yatak yorgan yatar." (Sermet Muhtar Alus)
-
Geceyi geçirmek üzere bir yerde kalmak
- "Bu gece nerede yatacağız?"
- "Tavuk pazarındaki handa yatmakta devam ediyor." (Memduh Şevket Esendal)
-
Boş yere beklemek
- "Mallar depoda yatıyor."
-
İşlemez, çalışmaz durumda kalmak
- "Gemi limanda yatıyor."
-
Bir özellik kazanmak için bir şeyin içinde beklemek
- "Turşu sirkede yatıyor."
-
Belli bir süreyi cezaevinde geçirmek
-
Ölü gömülmüş olmak
- "Mezarlık servilerinin altında ninelerim, teyzelerim yatarlardı." (Halikarnas Balıkçısı)
-
Düz bir duruma gelmek, düzleşmek
- "Kumaş iyice ütülenince yattı."
-
[-le]
Cinsel ilişkide bulunmak
-
Bir düşünceyi veya bir öneriyi benimsemek, razı olmak
-
Heves etmek, eğilmek
- "Çalı süpürgelerinin kırmızı çiçeklerindeki bal kokusuna yatmışlardı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Bulunmak, var olmak
- "Her ayrıcalık hevesinin kökeninde bir kompleks, bir göstermecilik duygusu yattığı görülür." (Haldun Taner)
-
Olumsuz veya başarısız bir sonuç almak
- "Takım bu sezon yattı."
-
İşsiz kalmak, çalışmamak
-
[nsz]
Bir yere veya bir şeyin üzerine boylu boyunca uzanmak
- AKSATA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Alışveriş, ahzüita
- "Şarap satacağım, ben aksatama bakarım." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
[isim]
Alışveriş, ahzüita
- BUNMAK
-
-
[nsz]
Beğenmemek, azımsamak, küçümsemek
-
[nsz]
Beğenmemek, azımsamak, küçümsemek
- ŞAKACI
-
-
[sıfat]
Şaka yapmasını seven, şakalaşmadan hoşlanan, latifeci
- "Gazi, teessürünü şakacı bir tonla örterek sözümü kesti." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[sıfat]
Şaka yapmasını seven, şakalaşmadan hoşlanan, latifeci
- KAVRAK
-
-
[isim]
Ateş yakmak için kullanılan kuru yaprak, ince dal
-
[isim]
Ateş yakmak için kullanılan kuru yaprak, ince dal
- PATLAK
-
-
[sıfat]
Patlayarak açılmış, yırtık, yarık
- "Patlak davul."
- "Kim bilir belki o zamana kadar savaş da patlak verecek." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[isim]
Patlamış yer
- "Karşısındakini kalpağından ta patlakları gözüken kunduralarına kadar bir süzdü." (Ömer Seyfettin)
-
[sıfat]
Patlayarak açılmış, yırtık, yarık
- SAPMAK
-
-
[-e]
Yön değiştirmek
- "Evvela kuşların bulunduğu tarafa saptım." (Ahmet Haşim)
-
[-den]
Önceden belirlenmiş, tespit edilmiş görüş, düşünüş, amaç veya davranıştan ayrılmak
- "Amacından saptı."
-
Doğruluktan ayrılmak
-
[-e]
Yön değiştirmek
- ZODYAK
- ...
- ASACAK
- ...
- TASLAK
-
-
[isim]
Bir şeyi, bir sanat veya edebiyat eserini ana çizgileriyle, türlü bölümleriyle belirten ön çalışma, eskiz
- "Evet diye devam ettim, hikâyen henüz taslak hâlinde." (Refik Halit Karay)
-
Usta olmadığı hâlde kendini ustaymış gibi göstermeye çalışan kimse
-
[isim]
Bir şeyi, bir sanat veya edebiyat eserini ana çizgileriyle, türlü bölümleriyle belirten ön çalışma, eskiz
- TORLAK
-
-
[sıfat]
Genç, toy
-
Henüz evcilleşmemiş, alışmamış (hergele)
-
[isim]
Derviş
-
[sıfat]
Genç, toy
- VARAKA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Varak
- "Vazife esnasında hakaret diye zabıt varakası tutabilirdi." (Aka Gündüz)
-
[isim]
Varak
- CIRLAK
-
-
[sıfat]
Hoşa gitmeyen, çok belirgin renk
-
[isim]
Cırcır böceği
-
[sıfat]
Hoşa gitmeyen, çok belirgin renk
- ŞAŞMAK
-
-
[-e]
Umulmayan, beklenmeyen veya olağanüstü bir olay, bir olgu karşısında şaşkın duruma gelmek, hayret etmek
- "Aynı anda nasıl olur da başka bir iş tutabileceğine şaşar kalırdınız." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
[-den]
Yolundan sapmamak, gidişini değiştirmemek veya yanılmamak
- "Güzel düşün, iyi hisset, yanılma, aldanma / Ne varsa doğrudadır, doğruluk şaşar sanma." (Tevfik Fikret)
-
[-i]
Şaşırmak
- "Yolunu şaşmak. Gününü şaşmak."
-
[-e]
Umulmayan, beklenmeyen veya olağanüstü bir olay, bir olgu karşısında şaşkın duruma gelmek, hayret etmek
- BAKAYA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Askerlik çağına girenlerden son yoklamalarını yaptırarak askerlik kararı aldırdıkları hâlde çağrıldıklarında gelmeyen veya gelip de kıtalarına gitmeden toplandıkları yerlerden ayrılanlar
-
Ait olduğu yıl içinde toplanamayıp ertesi yıla kalan vergiler
-
Kalıntılar
-
[isim]
Askerlik çağına girenlerden son yoklamalarını yaptırarak askerlik kararı aldırdıkları hâlde çağrıldıklarında gelmeyen veya gelip de kıtalarına gitmeden toplandıkları yerlerden ayrılanlar
- ŞAKALI
- ...
- AKDARI
-
-
[isim]
Darı
-
[isim]
Darı
- KURMAK
-
-
[-i]
Bir şeyi oluşturan parçaları birleştirerek bütün durumuna getirmek, monte etmek
- "Geniş çöl ufukları arasında çadırlarımızı kurduk." (Falih Rıfkı Atay)
-
Hazırlamak
- "Kurduğu sofraya, yaptığı salataya git de bak." (Refik Halit Karay)
-
Yaylı, zemberekli şeylerde yayı veya zembereği germek
- "Çocukça bir sevinçle kurduğun çalar saatleri çalıp duruyor." (Haldun Taner)
-
Gereken şartları hazırlayıp kendi kendine olmaya bırakmak
- "Turşu kurmak."
-
Etkisi ve önemi geniş şeyler meydana getirmek, tesis etmek
- "Dünyanın en büyük imparatorluklarını kuran kimlerdi?" (Orhan Seyfi Orhon)
-
Yapmak, inşa etmek
- "Çirkin yapıları örtecek güzel yapılar kuralım." (Nurullah ataç)
-
Yapmak, oluşturmak
- "Belki on aile keçelerden, kilimlerden çergelerini meyve ağaçlarının altlarına kurdular." (Ömer Seyfettin)
-
Ortaklık sağlamak
-
Belli bir işte beraber çalışacak kimseleri belirlemek
- "Teşkilatı ilçede sevilip sayılan bir avukat kurmuştu." (Tarık Buğra)
-
Bir araya getirmek, toplamak
- "Divan kurmak."
-
Gizlice hazırlamak, tasarlamak
- "Çocukların top oynadıkları kumluktan iskeleye doğru yürürken hep planlar kuruyordu." (Cahit Uçuk)
-
Düşünmek
- "Yalnız hayalle geçiniyorum, ben yalnız hayal kuruyorum." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Aklına koymak
- "O gitmeyi bir kez kurdu mu artık durmaz."
-
Zihinde büyütmek
- "Bayram ağa, uşakların söylediklerini kurdukça kurdu." (Halide Edip Adıvar)
-
Sağlamak, oluşturmak
- "Dostluk kurmak. İlişki kurmak."
-
Bir kimseyi dedikodu veya telkinlerle başkasına karşı öfkelendirmek
-
[-i]
Bir şeyi oluşturan parçaları birleştirerek bütün durumuna getirmek, monte etmek