İçinde ak olan 4 harfli 79 kelime var. İçerisinde AK bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ak olan kelimeler listesine ya da Sonu ak ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- AKİT
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Sözleşme
-
Nikâh
-
[isim]
Sözleşme
- ODAK
-
-
[isim]
Bir ışık veya ısı kaynağından yayılan ışınların toplandığı yer, mihrak
-
Herhangi bir düşüncede, nitelikte olan kimselerin kaynağı veya bir şeyin toplandığı, yoğunlaştığı yer, mihrak
- "Herkesin ilgisini çeken bir odak olmaktan mutluluk duyardı." (Muzaffer Uyguner)
-
[isim]
Bir ışık veya ısı kaynağından yayılan ışınların toplandığı yer, mihrak
- LAKA
-
Kelime Kökeni : İtalyanca
-
[isim]
Lak
-
[isim]
Lak
- AKOR
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Üç veya daha çok sesin bir arada tınlaması
-
[isim]
Üç veya daha çok sesin bir arada tınlaması
- AKIŞ
-
-
[isim]
Akma işi veya biçimi
-
Geçip gitme, sürüp gitme
- "Günlerin akışı. Olayların akışı."
-
Akın
- "Meğer o akış da Rumeli topraklarında son istila hareketimizmiş." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
[isim]
Akma işi veya biçimi
- BAKİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Sürekli
- "Dünyada zaten ne bakiydi?" (Ömer Seyfettin)
- "Baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş." (Baki)
-
Bir şeyden artan (miktar)
-
Öteki
- "Kale kapısından yalnız birini açık bırakarak bakilerini örmeye başlamışlardı." (Orhan Seyfi Orhon)
-
[sıfat]
Sürekli
- AKİL
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Akıllı
- "Ne akilem ne divane / Gel gör beni aşk neyledi." (Yunus Emre)
-
[sıfat]
Akıllı
- ARAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Ter
-
Pirinç ve şeker kamışından elde edilen bir tür rakı
-
[isim]
Ter
- AKAÇ
-
-
[isim]
Bir yerde birikip kalan sıvıları, bir işlem sonunda geriye kalan artıkları, gereksiz nesneleri dışarıya akıtmak için kullanılan boru vb. araç
-
Kanal, ark, su yolu
-
Yer altı su oluğu
-
[isim]
Bir yerde birikip kalan sıvıları, bir işlem sonunda geriye kalan artıkları, gereksiz nesneleri dışarıya akıtmak için kullanılan boru vb. araç
- AKIL
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Düşünme, anlama ve kavrama gücü, us
- "Bu hikâye akıl almaz bir aptallıktan başka bir şey değildi." (Tarık Buğra)
- "O cinayeti işlemeden evvel gelip bize akıl mı danıştın?" (Peyami Safa)
- "Kadınların hâline akıl ermiyor vesselam." (Halide Edip Adıvar)
- "Yaşadığımız müddetçe bu muammaya akıl erdirmek bizim için pek kabil değildi." (Hüseyin Cahit Yalçın)
-
Bellek
- "Hâlâ aklımda o tufan yağmuru." (Cahit Sıtkı Tarancı)
- "Bir hastalık hâli olduğu anlaşılan bu ilk sersemlikten sonra yavaş yavaş aklı başına gelmektedir." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Aklı her şeye eriyor, eli her işe yatıyor." (Atilla İlhan)
- "İşin nereye varacağını aklına getirmez."
-
Öğüt, salık verilen yol
- "Bu aklı size kim verdi."
- "Çocuğun bu geç saatte evden izinsiz çıkıp gitmesini aklım almıyor."
-
Düşünce, kanı
- "Şimdiki aklım olsaydı bu dükkânın yerine aç bir kahve!" (Ahmet Kutsi Tecer)
-
[isim]
Düşünme, anlama ve kavrama gücü, us
- AYAK
-
-
[isim]
Bacakların bilekten aşağıda bulunan ve yere basan bölümü
- "Kalabalıktan en hoşlanan insan vagona ayak attı mı derhâl bir inziva hastalığına tutulur." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Arkasını dönerek sandalyesini muavinin tarafına çevirdi ve ayak ayak üstüne attı." (Peyami Safa)
- "Amerikan astronotu aya ayak basacağı günkü gazetelerde odalar seçimi havadisleri vardı." (Falih Rıfkı Atay)
- "Tevfik'in kızı, kendi evladı gibi büyüttüğüm çocuk, konağa ayak basmıyor." (Halide Edip Adıvar)
-
Bacak
- "Köy evinin içine ayak basar basmaz, elbette bir saman ve hafif tezek kokusu duyulur." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Bu kazaklar ayağa düştü."
- "Kısmet ayağına geldi."
- "Ayağını denk al yavrum, ateşle oyun olmaz diye öğüt verdi." (Haldun Taner)
-
Birtakım şeylerin yerden yüksekçe durmasını sağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri
- "İskemlenin bir ayağı kırık. Bu köprünün dört ayağı var."
- "Âdettir, genç kızlar girdikleri ailenin terbiyesine, gidişine ayak uydururlar." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Vücudun belden aşağı bölümü
- "Ayağına bir pantolon çekti."
- "Bu gece büyük hanımın kerem ve ihsan damarları ayağa kalkmıştı; köylüler mutlaka yemek yiyeceklerdi." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Yürüyüşün ağırlık veya çabukluk derecesi
- "Senin ayağınla köye akşama kadar varamayız."
- "Bütün kahve halkı ayağa kalkıyor." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
Basamak
-
Fut
-
Futun küpü alınarak hesaplanan değer
-
Aşağı düzeyde, sıradan, bayağı
- "Ayak takımı."
-
Mayalardan önce, makama uygun olarak çalınan veya söylenen beste
-
Yarım arşın veya 30,5 cm uzunluğundaki ölçü birimi, kadem
-
Göl ayağı
-
Halk edebiyatında koşuklarda kısa yedekli dizeler
-
Halk edebiyatında uyak
- "Mânicilerin kafa yormadan buldukları ayaklar Cenap'ı şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükler." (Salâh Birsel)
-
Bir doğrunun başka bir doğruyu veya bir düzlemi kestiği nokta
- "Dikme ayağı."
-
Karakucak ve yağlı güreşte pehlivanların ayrıldıkları beş dereceden biri
-
Altılı ganyanda yer alan her bir koşu
-
[isim]
Bacakların bilekten aşağıda bulunan ve yere basan bölümü
- SAKİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
İçkili toplantılarda içki dağıtan kimse
-
[isim]
İçkili toplantılarda içki dağıtan kimse
- AKNE
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Yağ bezlerinin deri üzerinde oluşturduğu iltihaplı sivilce
-
[isim]
Yağ bezlerinin deri üzerinde oluşturduğu iltihaplı sivilce
- AFAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Ufuklar
- "Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, / Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var." (Mehmet Akif Ersoy)
-
[isim]
Ufuklar
- AKLİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Akılla ilgili, akla dayanan, akılsal
- "Akli muvazenesi pek sağlam bulunmadığı için serbest bırakıldı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[sıfat]
Akılla ilgili, akla dayanan, akılsal
- UZAK
-
-
[sıfat]
Gidilmesi çok süren, çok ötelerde bulunan, ırak, yakın karşıtı
- "Mualla, uzaklardan bir ses duyar gibi oldu." (Peyami Safa)
- "Çocuklar ilk günü senden uzak durmuşlardı, nasıl bir kişi olduğunu kestiremiyorlardı." (Tarık Dursun K)
- "Ben uzak düşmemeye çalışır, karşılarında bir yere ilişirdim." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
Arada çok zaman bulunan
- "Uzak bir gelecekte neler olacağı bilinmez."
-
Eli, gücü veya hükmü yetişmez
- "O böyle işlerden pek uzaktır."
-
İhtimali az olan
- "Ben bu işi çok uzak görüyorum."
-
Ayrı, birbiriyle yakın ilgisi olmayan
- "Ne iyi! Sizinle birlikte uzak şeylerden bahsedebileceğiz." (Peyami Safa)
-
[isim]
Yakın olmayan yer
- "Fazla uzağa gitme."
-
[sıfat]
Gidilmesi çok süren, çok ötelerde bulunan, ırak, yakın karşıtı
- UYAK
-
-
[isim]
Şiirde dizelerin sonunda tekrarlanan ve aynı sesi veren heceler veya aynı görevde olmayan, ses bakımından benzeşen ek, kafiye
-
[isim]
Şiirde dizelerin sonunda tekrarlanan ve aynı sesi veren heceler veya aynı görevde olmayan, ses bakımından benzeşen ek, kafiye
- FRAK
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Resmî törenlerde giyilen uzun etekli, eteğinin arkası beline kadar yırtmaçlı, siyah erkek ceketi ve takımı
- "Babam Cumhuriyet Bayramı törenlerine frak ve silindir giyerek katılırdı." (Çetin Altan)
-
[isim]
Resmî törenlerde giyilen uzun etekli, eteğinin arkası beline kadar yırtmaçlı, siyah erkek ceketi ve takımı
- AKIN
-
-
[isim]
Kalabalık bir şeyin arkası kesilmeyen bir geliş durumunda olması
- "Ada'yı bir rençper akını doldurmuştu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Düşman topraklarına tedirgin etme, yıldırma, çapul vb. amaçlarla toplu olarak yapılan baskın
- "Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!" (Yahya Kemal Beyatlı)
- "Top seslerini duyan halk sahile akın etmeye başlamışlardı." (Feridun Fazıl Tülbentçi)
-
Gol atmak veya sayı yapmak amacıyla karşı takımın sahasına doğru genellikle topluca girişilen hücum
-
[isim]
Kalabalık bir şeyin arkası kesilmeyen bir geliş durumunda olması
- FAKR
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Yoksulluk, fukaralık
-
[isim]
Yoksulluk, fukaralık