Sonunda ak olan 5 harfli 177 kelime var. AK ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde ak olan kelimeler listesine ya da başında ak olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- AVLAK
-
-
[isim]
Avı çok olan yer, av yeri
-
[isim]
Avı çok olan yer, av yeri
- KONAK
-
-
[isim]
Büyük ve gösterişli ev
- "İstirahat için İstanbul'a gelmiş, bu konağı alıp yerleşmişti." (Ömer Seyfettin)
-
Vali, kaymakam gibi yüksek dereceli devlet görevlilerinin resmî konutu
-
Konakçı
-
Araba veya hayvanla bir günde alınan yol
- "Buradan orası beş konaktır."
-
Yolculukta geceyi geçirmek için inilen, konaklanılan yer
-
[isim]
Büyük ve gösterişli ev
- İLHAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Katma, bağlama, ekleme
-
Egemenliği altına alma
-
[isim]
Katma, bağlama, ekleme
- OVMAK
-
-
Bir şeyin üzerine bastırarak el gezdirmek
- "Şakaklarını, bileklerini kolonya ile ovdum." (Sermet Muhtar Alus)
-
Bir yere bir şeyi kuvvetle sürterek temizlemek
- "Tencereyi ovmak. Tahtaları ovmak."
-
Bir şeyin üzerine bastırarak el gezdirmek
- SUNAK
-
-
[isim]
Tapınaklarda, üzerinde kurban kesilen, günlük yakılan, dinî tören yapılan taş masa
-
[isim]
Tapınaklarda, üzerinde kurban kesilen, günlük yakılan, dinî tören yapılan taş masa
- ATMAK
-
-
[-i]
Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak
- "Taşı suya atmak."
- "Hatta aleyhimde atıp tuttuğunu bile duysam kendimi tanıtmamalıydım." (Orhan Veli Kanık)
-
Bir şeyi yere doğru bırakmak
- "Dünyanın siyasetiyle meşgul oluyorlar, büyük olaylar hakkında atıp tutuyorlar." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Bir kimsenin ilişiğini kesmek
- "Adamcağızı berbat bir yere attılar."
-
[-e]
Koymak
- "Mutlaka yemeklerimize biber atmayı âdet edinmişiz." (Burhan Felek)
-
Rastgele bir kenara koymak
-
[-den]
Uzatmak
- "Vapurdan iskele attılar."
-
Bir yerden başka bir yere taşımak
- "Hazır araba varken eşyayı eve atalım."
-
[nsz]
Sille, tokat vurmak
-
[nsz]
Top, tüfek vb. silahları patlatmak
-
[nsz]
Kurşun, gülle, ok vb. şeyleri hedefe fırlatmak
- "Ona üç kurşun attı, vuramadı."
-
[-e]
Geri bırakmak, ertelemek
- "Bu konunun tartışılmasını gelecek haftaya attılar."
-
Örtmek
- "Sırtına bir şal attı."
-
Yapılmış kötü bir işi birine yüklemek
- "Suçu onun üzerine attılar."
-
Sözle sataşmak
- "Kadınlara laf attılar."
-
[-i]
Kovmak, dışarıya çıkarmak, ilgisini kesip uzaklaştırmak
-
[-i]
İstenilmeyen bir şeyi kendi malı olmaktan çıkarmak
- "Bu lüzumsuz eşyayı atmalı."
-
[-i]
Kullanılması gelenek hâline gelmiş bir şeyi kullanmaktan vazgeçmek
- "Şapka inkılabıyla fesi attık."
-
[-i]
Çıkarmak, dışarıya vermek
- "Yabancı cisimleri vücut atar."
-
[-i]
Patlayıcı maddelerle havaya uçurup yıkmak
- "Köprüyü dinamitle attılar."
-
[-i]
Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak
- "Pamuğu atmak."
-
[nsz]
Çatlamak
-
[nsz]
Yırtılmak
-
[-den]
Yapışık olduğu yerden ayrılmak
-
[nsz]
Kalp, nabız vurmak, çarpmak
- "Kalbi hızlı hızlı atıyor."
-
[-i]
Sıkıntı dolayısıyla giyilen bir şeyi çıkarmak
- "Sıcak basınca sırtındaki ceketi attı."
-
[-den]
Yazılı veya banda alınmış bir metinden bazı bölümleri çıkarmak
-
[-i]
Değerini eksiltmek
-
[-den]
Bir şeyin rengi solmak
- "Güneşten perdelerin rengi attı."
-
[nsz]
Göndermek, yollamak
- "Mektup atmak."
-
[nsz]
Haykırmak, bağırmak
- "Nara atmak."
-
[-i]
Etkisi kaybolmak, alışmak, bırakmak
- "Hele trenin yorgunluğunu at bir üzerinden." (Tarık Dursun K)
-
[-den]
Terk etmek
-
Götürmek, sahiplenmek
- "Gözüne kestirdiği erkeği tavlayıp resmen oraya atarmış." (Atilla İlhan)
-
[nsz]
Söylemek
- "Gazel attı."
-
[nsz]
Yalan veya abartmalı söz söylemek
- "Gene atmaya başladı."
-
[nsz]
Bilmeden, kestirerek söylemek
- "Bilgi yarışmasında attı ama tutturamadı."
-
[nsz]
İçki içmek
- "... bir kadeh attığımı biliyorum. Sonra artık sarhoş olmuşum." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[-i]
Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak
- OLMAK
-
-
[nsz]
Meydana gelmek, varlık kazanmak, vuku bulmak
- "En şiddetli münakaşa, kumpanyanın ismi için oldu." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Ola ki bir oldubitti yaratmayı kendi çıkarlarına uygun görmüşlerdir." (Salâh Birsel)
- "Kilisede olup bitenleri, papazın söylediklerini nihayetine kadar anlattı." (Ömer Seyfettin)
- "Bize oldu olanlar!"
-
Gerçekleşmek veya yapılmak
-
Bir görev, makam, san veya nitelik kazanmak
- "Okumak, eczacı olmak bu sayılı inatlarından biri ve ilkidir." (Tarık Buğra)
-
Bir şeyi elde etmek, edinmek
- "Nihayet ben mal sahibi olacağıma göre rahattım." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Bir durumdan başka bir duruma geçmek
-
Herhangi bir durumda bulunmak
-
Uygun düşmek, yerinde görülmek
- "Böyle iş olmaz. Oraya gitmesek de olur."
-
Yetişmek, olgunlaşmak
- "Ekinler oldu. Üzümler daha olmadı."
-
Hazırlanmak, hazır duruma gelmek
- "Çay oldu."
-
Bulunmak
- "Kız da hemen olduğu yere oturdu." (Memduh Şevket Esendal)
-
Geçmek, tamamlanmak
- "İki yıl oldu. Nerede ise üç yıl olacak."
-
Sürdürmek, yürütmek
- "İlişkilerimiz dostça olsun istiyorum."
-
Bir kuruluşla, örgütle ilgili bulunmak, mensup olmak
- "Partili olmak."
-
Yaklaşmak, gelip çatmak
- "Sabah oldu."
-
Bir şey, birinin mülkiyetine geçmek
- "Pırlanta gerdanlığı da tektaş küpesi de zümrüt yüzüğü de kendinin olsun!" (Sermet Muhtar Alus)
-
Ek fiilin geniş zamanı olan -dır (-dir) anlamında kullanılan bir söz
- "Annesi oluyor. Yeğeni olur."
-
[nsz]
Sarhoş olmak
- "Sen adamakıllı olmuşsun."
-
[-e]
Uymak, tam gelmek
- "Bu şapka başıma oluyor."
-
[-den]
Yitirmek, elinden kaçırmak
- "Tembelliği yüzünden işinden oldu."
-
[-den]
Bir yerde doğmuş, yaşamış olmak
- "Köyden, kasabadan olmayan, düveni, dirgeni nasıl bilebilir?"
-
[-e]
Bir olayla karşılaşmak, başına kötü bir şey gelmek
- "Aman, ona bir şey olmasın! Kimseye bir şey olmadı."
-
[-e]
Yol açmak
- "Bu davranışın ona çok zararı oldu."
-
Bir ad veya sıfatın belirttiği durumu almak
- "Su, buz oldu."
-
[yardımcı fiil]
Sıfat-fiil eki almış kelimelerle birlikte başlama, bitirme vb. bildiren fiilleri oluşturur
- "Artık bize gelmez oldu. Bu işi yapmış olacak. Söyleyecek olursa..."
-
[yardımcı fiil]
Hastalığa yakalanmak, tutulmak
- "Tifo olmak. Verem olmak."
-
[nsz]
Meydana gelmek, varlık kazanmak, vuku bulmak
- YOLAK
-
-
[isim]
Patika
- "Evlerinin önü yoldur yolaktır / Başımızda dönen derttir dolaptır." (Halk türküsü)
-
[isim]
Patika
- UMMAK
-
-
[nsz]
Bir şeyin olmasını istemek, beklemek
- "Umarım ki siz de mayıs hakkındaki bu sevgimi benimle paylaşırsınız." (Burhan Felek)
-
Sanmak, tahmin etmek
- "Tereyağı kokusu olmadığını kuvvetle umduğum bir yağ kokusu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[nsz]
Bir şeyin olmasını istemek, beklemek
- KAVAK
-
-
[isim]
Söğütgillerden, sulak bölgelerde yetişen, boyu bazı türlerinde 30-40 m'ye değin çıkan, kerestesinden yararlanılan uzun boylu bir ağaç (Populus)
-
[isim]
Söğütgillerden, sulak bölgelerde yetişen, boyu bazı türlerinde 30-40 m'ye değin çıkan, kerestesinden yararlanılan uzun boylu bir ağaç (Populus)
- NACAK
-
-
[isim]
Sapı kısa, küçük odun baltası
- "Silahsız kaldık, köylüler bize dipçik, üvendire, nacak yetiştirdi." (Aka Gündüz)
-
[isim]
Sapı kısa, küçük odun baltası
- ÇANAK
-
-
[isim]
Toprak, metal vb. bir maddeden yapılmış yayvan, çukurca kap
- "Oradaki sigara çanağından bir Gelincik alıp yaktıktan sonra anlattı." (Burhan Felek)
- "Oh olsun... Vallahi memnun oldum, diyordu. Çanak tuttun. Şunun şurasında rahat sana battı mıydı?" (Reşat Nuri Güntekin)
-
Göz çukuru
- "Kanlı çanaklarından fırlayan iri parlak gözleri, pek korkunç bakıyordu." (Ömer Seyfettin)
-
Çiçeğin en dışında bulunan yeşil yaprakların tümü
-
Çevresine göre alçakta bulunan, derinliği genişliğinden az olan arazi
-
[sıfat]
Göstermelik, yalan yanlış, önceden belirlenmiş sonucu almaya yönelik
- "O sayfaları hazırlayanlar karşımızdaki cephenin dolduruşuyla bir çanak anket düzenlediler." (Refik Erduran)
-
[isim]
Toprak, metal vb. bir maddeden yapılmış yayvan, çukurca kap
- KUCAK
-
-
[isim]
Açık kollarla göğüs arasındaki bölüm, aguş
- "Kucağımdaki yavrumla yapayalnız kalmıştık." (Sermet Muhtar Alus)
- "Paris'teki hemşehriler bana büyük bir sevgi ve emniyetle kucaklarını açmışlardı." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[sıfat]
Açık kollarla göğüs arasına sığabilen miktarda olan
- "Her çalışmak isteyene kucak açmışlardı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Herhangi bir durumun veya şeyin sınırlarının arası, iç
- "Oralar her saldırganlıktan korunmuş Türk kucağı idi." (Ruşen Eşref Ünaydın)
-
Ortam, ocak
- "On yıl var ayrıyım Kına Dağı'ndan / Baba ocağından, yâr kucağından." (Faruk Nafiz Çamlıbel)
-
[isim]
Açık kollarla göğüs arasındaki bölüm, aguş
- BOĞAK
-
-
[isim]
Anjin
-
[isim]
Anjin
- ÇATAK
-
-
[isim]
İki dağ yamacının kesişmesi ile oluşmuş dere yatağı
- "Karakaçanı, Armutdere çataklarında bu Bozdayı tepelediydi." (Memduh Şevket Esendal)
-
[sıfat]
Yapışık, ikiz (meyve)
-
[sıfat]
Kavgacı
-
[isim]
İki dağ yamacının kesişmesi ile oluşmuş dere yatağı
- BUCAK
-
-
[isim]
Kenar, köşe, yer
- "Bunlardan sonra köşede, bucakta, kendi âleminde yaşayan Türkler vardı." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
İlçelerin, bir müdürle yönetilen bölümlerinden her biri, nahiye
-
[isim]
Kenar, köşe, yer
- AHLAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, aktöre, sağtöre
- "Ahlak düzelmeden hiçbir şey düzelmez." (Çetin Altan)
-
İyi nitelikler, güzel huylar
- "Bu şoförler hepinizin ahlakını bozdu." (Memduh Şevket Esendal)
-
[isim]
Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, aktöre, sağtöre
- YATAK
-
-
[isim]
Uyuma, dinlenme vb. amaçlarla üzerine veya içine yatılan eşya, döşek
- "Sabahleyin onu aynı güzellikte bulacağım ümidiyle yatağımdan fırladım." (Refik Halit Karay)
- "Gerçekten yatak yorgan, kolu boynu sargılar içinde, pestil gibi yatıyordu." (Haldun Taner)
- "Daha on yaşımda yokken annem yatağa düşmüştü." (Sermet Muhtar Alus)
- "Yorgunluktan yatağa seriliverdim."
-
Yün, pamuk, kuş tüyü vb. maddelere kılıf geçirerek yapılan şilte
-
Üzerine şilte konulan karyola, somya, kerevet vb
-
Irmak, çay, dere vb.nin, içinde aktıkları yer, akak, mecra
-
Katmanlaşmış herhangi bir madde yığını
- "Çakıl yatağı."
-
Bir şeyin çok bulunduğu yer
- "Av yatağı. Aslan yatağı."
-
Maden veya fosil ocaklarında birbirini izleyen iki maden, taş veya kömür tabakası arasında uzanan damar
-
Çanak biçimindeki bir havzada veya buna benzer bir oluşumda toplanmış petrol birikintisi
-
Gizli barınak veya bir suçluyu gizlice barındıran yer
- "Hırsız yatağı. Eşkıya yatağı."
-
Makinelerde hareketli bölümleri içine alan hareketli veya sabit parça
- "Namlu yatağı. Eksen yatağı."
-
Fideleri gömmek için toprakta açılan çukur
-
Turunçgilleri ve yumurta vb. ürünleri korumak üzere saman vb.nden yararlanılarak yapılan yer
-
Katmanlı bir kaya bütününde maden filizi veya taş döküntüsünden oluşan çok ince tabaka
-
[isim]
Uyuma, dinlenme vb. amaçlarla üzerine veya içine yatılan eşya, döşek
- BARAK
-
-
[isim]
Tüylü, kıllı çuha, kebe
-
Bir cins tüylü av köpeği
-
[isim]
Tüylü, kıllı çuha, kebe
- SİYAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Sözün gelişi, anlatım biçimi
-
[isim]
Sözün gelişi, anlatım biçimi