Sonunda ak olan 5 harfli 177 kelime var. AK ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde ak olan kelimeler listesine ya da başında ak olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- OLMAK
-
-
[nsz]
Meydana gelmek, varlık kazanmak, vuku bulmak
- "En şiddetli münakaşa, kumpanyanın ismi için oldu." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Ola ki bir oldubitti yaratmayı kendi çıkarlarına uygun görmüşlerdir." (Salâh Birsel)
- "Kilisede olup bitenleri, papazın söylediklerini nihayetine kadar anlattı." (Ömer Seyfettin)
- "Bize oldu olanlar!"
-
Gerçekleşmek veya yapılmak
-
Bir görev, makam, san veya nitelik kazanmak
- "Okumak, eczacı olmak bu sayılı inatlarından biri ve ilkidir." (Tarık Buğra)
-
Bir şeyi elde etmek, edinmek
- "Nihayet ben mal sahibi olacağıma göre rahattım." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Bir durumdan başka bir duruma geçmek
-
Herhangi bir durumda bulunmak
-
Uygun düşmek, yerinde görülmek
- "Böyle iş olmaz. Oraya gitmesek de olur."
-
Yetişmek, olgunlaşmak
- "Ekinler oldu. Üzümler daha olmadı."
-
Hazırlanmak, hazır duruma gelmek
- "Çay oldu."
-
Bulunmak
- "Kız da hemen olduğu yere oturdu." (Memduh Şevket Esendal)
-
Geçmek, tamamlanmak
- "İki yıl oldu. Nerede ise üç yıl olacak."
-
Sürdürmek, yürütmek
- "İlişkilerimiz dostça olsun istiyorum."
-
Bir kuruluşla, örgütle ilgili bulunmak, mensup olmak
- "Partili olmak."
-
Yaklaşmak, gelip çatmak
- "Sabah oldu."
-
Bir şey, birinin mülkiyetine geçmek
- "Pırlanta gerdanlığı da tektaş küpesi de zümrüt yüzüğü de kendinin olsun!" (Sermet Muhtar Alus)
-
Ek fiilin geniş zamanı olan -dır (-dir) anlamında kullanılan bir söz
- "Annesi oluyor. Yeğeni olur."
-
[nsz]
Sarhoş olmak
- "Sen adamakıllı olmuşsun."
-
[-e]
Uymak, tam gelmek
- "Bu şapka başıma oluyor."
-
[-den]
Yitirmek, elinden kaçırmak
- "Tembelliği yüzünden işinden oldu."
-
[-den]
Bir yerde doğmuş, yaşamış olmak
- "Köyden, kasabadan olmayan, düveni, dirgeni nasıl bilebilir?"
-
[-e]
Bir olayla karşılaşmak, başına kötü bir şey gelmek
- "Aman, ona bir şey olmasın! Kimseye bir şey olmadı."
-
[-e]
Yol açmak
- "Bu davranışın ona çok zararı oldu."
-
Bir ad veya sıfatın belirttiği durumu almak
- "Su, buz oldu."
-
[yardımcı fiil]
Sıfat-fiil eki almış kelimelerle birlikte başlama, bitirme vb. bildiren fiilleri oluşturur
- "Artık bize gelmez oldu. Bu işi yapmış olacak. Söyleyecek olursa..."
-
[yardımcı fiil]
Hastalığa yakalanmak, tutulmak
- "Tifo olmak. Verem olmak."
-
[nsz]
Meydana gelmek, varlık kazanmak, vuku bulmak
- UÇMAK
-
-
[nsz]
Kuş, kanatlı böcek vb. hareketli kanatları yardımıyla havada düşmeden durmak, havada yol almak
- "Biraz havalanıp bir başka kayaya kadar uçtu." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Ben kimsenin hususi hayatına karışmayı asla sevmem ama şu Şahin Paşa, uçan kuşa borcu olduğunu herkes bilirken nasıl oluyor da kumarda bu kadar para kaybediyor." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "O birkaç gün içinde uçan kuştan medet umdum." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Sağıma baktım. İhtiyar yoktu. Güneşin ilk ziyalarıyla beraber kaybolan hayalet gibi sanki silinmiş, uçmuş gitmişti." (Ömer Seyfettin)
-
Uçak vb. araçlar özel mekanizma ile yerden yükselmek, havada yol almak
-
Sıvı, gaz veya buhar durumuna geçmek
-
Rengi solmak
- "Rengi birdenbire uçtu." (Peyami Safa)
-
Rüzgâr veya başka bir itici güçle yerinden ayrılıp uzağa gitmek
- "Bu gece tahta perde uçmuş."
-
Yüksek yerden düşmek veya yuvarlanmak
-
Belirmek
- "Sakalı yeni çıkmış, yüzünde çocukça ifadeler uçuyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Patlayıcı madde ile parçalanmak
-
Uçar gibi dalgalanmak
- "Elleri trençkotunun cebinde, gözlerini karşı kıyıya dikmiş, saçları savrulurcasına geriye uçuyor." (Atilla İlhan)
-
Çok hızlı gitmek
- "Hele bir asfalta çıkalım görürsünüz bey, derdi. Uçar bu bizim külüstür." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Hava yolu ile gitmek
- "Yarın İstanbul'a uçuyorum."
-
Yok olmak, ortadan kaybolmak
- "Bütün kararları uçmuştu. Yüzünde iradesiz hatlar belirdi." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Çok sevinmek
-
Keyif verici veya uyuşturucu madde aldıktan sonra hayal âlemine dalıp gitmek
-
Aşırılmak
- "Bizim kitaplar uçmuş."
-
Dinî inanışa göre ruh ölümden sonra göğe yükselmek
-
[nsz]
Kuş, kanatlı böcek vb. hareketli kanatları yardımıyla havada düşmeden durmak, havada yol almak
- YATAK
-
-
[isim]
Uyuma, dinlenme vb. amaçlarla üzerine veya içine yatılan eşya, döşek
- "Sabahleyin onu aynı güzellikte bulacağım ümidiyle yatağımdan fırladım." (Refik Halit Karay)
- "Gerçekten yatak yorgan, kolu boynu sargılar içinde, pestil gibi yatıyordu." (Haldun Taner)
- "Daha on yaşımda yokken annem yatağa düşmüştü." (Sermet Muhtar Alus)
- "Yorgunluktan yatağa seriliverdim."
-
Yün, pamuk, kuş tüyü vb. maddelere kılıf geçirerek yapılan şilte
-
Üzerine şilte konulan karyola, somya, kerevet vb
-
Irmak, çay, dere vb.nin, içinde aktıkları yer, akak, mecra
-
Katmanlaşmış herhangi bir madde yığını
- "Çakıl yatağı."
-
Bir şeyin çok bulunduğu yer
- "Av yatağı. Aslan yatağı."
-
Maden veya fosil ocaklarında birbirini izleyen iki maden, taş veya kömür tabakası arasında uzanan damar
-
Çanak biçimindeki bir havzada veya buna benzer bir oluşumda toplanmış petrol birikintisi
-
Gizli barınak veya bir suçluyu gizlice barındıran yer
- "Hırsız yatağı. Eşkıya yatağı."
-
Makinelerde hareketli bölümleri içine alan hareketli veya sabit parça
- "Namlu yatağı. Eksen yatağı."
-
Fideleri gömmek için toprakta açılan çukur
-
Turunçgilleri ve yumurta vb. ürünleri korumak üzere saman vb.nden yararlanılarak yapılan yer
-
Katmanlı bir kaya bütününde maden filizi veya taş döküntüsünden oluşan çok ince tabaka
-
[isim]
Uyuma, dinlenme vb. amaçlarla üzerine veya içine yatılan eşya, döşek
- ŞAFAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Güneş doğmadan az önce beliren aydınlık
- "Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak, / Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak." (Mehmet Akif Ersoy)
- "Şafak sökerken evden çıkıyor, akşam karanlığında dönüyordu." (Reşat Enis)
-
Askerler arasında terhis için kalan gün sayısından önce söylenen bir söz
- "Şafak otuz altı."
- "Kapıyı kapatınca bende şafak attı." (Burhan Felek)
-
[isim]
Güneş doğmadan az önce beliren aydınlık
- BUNAK
-
-
[sıfat]
Bunamış olan (kimse), matuh
- "Kendini isteyenler hep cılız, sıska, ihtiyar, bunak adamlardı." (Ömer Seyfettin)
-
[sıfat]
Bunamış olan (kimse), matuh
- TALAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Evliliğin sona ermesi, erkeğin karısını boşaması
-
[isim]
Evliliğin sona ermesi, erkeğin karısını boşaması
- AZMAK
-
-
[isim]
Küçük su birikintisi, gölcük
-
Bataklık
-
[isim]
Küçük su birikintisi, gölcük
- EFLAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Gökler
-
[isim]
Gökler
- BANAK
-
-
[isim]
Ekmek parçası, lokma
-
[isim]
Ekmek parçası, lokma
- KUCAK
-
-
[isim]
Açık kollarla göğüs arasındaki bölüm, aguş
- "Kucağımdaki yavrumla yapayalnız kalmıştık." (Sermet Muhtar Alus)
- "Paris'teki hemşehriler bana büyük bir sevgi ve emniyetle kucaklarını açmışlardı." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[sıfat]
Açık kollarla göğüs arasına sığabilen miktarda olan
- "Her çalışmak isteyene kucak açmışlardı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Herhangi bir durumun veya şeyin sınırlarının arası, iç
- "Oralar her saldırganlıktan korunmuş Türk kucağı idi." (Ruşen Eşref Ünaydın)
-
Ortam, ocak
- "On yıl var ayrıyım Kına Dağı'ndan / Baba ocağından, yâr kucağından." (Faruk Nafiz Çamlıbel)
-
[isim]
Açık kollarla göğüs arasındaki bölüm, aguş
- ISLAK
-
-
[sıfat]
Suya batırılmış, üzerine su dökülmüş veya yağmurdan ıslanmış olan
- "İkisi de gözlerinin ıslak, kalplerinin hüzünlü olduğunu anlamışlardı." (Halide Edip Adıvar)
-
Herhangi bir nedenle yaşarmış, sulanmış
- "Hastanın soğuk terle ıslak alnına avucunu koyarak durdu." (Peyami Safa)
-
[sıfat]
Suya batırılmış, üzerine su dökülmüş veya yağmurdan ıslanmış olan
- NAHAK
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[sıfat]
Haksız, gereksiz
- "Talihin sana bilasebep verdiği nahak bir mükâfatın kıymetini takdir edemiyorum." (Ömer Seyfettin)
-
[sıfat]
Haksız, gereksiz
- VİYAK
-
-
[isim]
Bebeğin ağlarken çıkardığı ses
-
[isim]
Bebeğin ağlarken çıkardığı ses
- ELHAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[zarf]
Gerçekten, hiç şüphesiz, doğrusu
- "Ama yazdığını da elhak güzel yazardı." (Haldun Taner)
-
[zarf]
Gerçekten, hiç şüphesiz, doğrusu
- TIRAK
-
-
[isim]
Kırılan kuru bir şeyin çıkardığı ses
-
[isim]
Kırılan kuru bir şeyin çıkardığı ses
- MAKAK
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Güneydoğu Asya'da yaşayan kuyruklu bir maymun (Macacus)
-
[isim]
Güneydoğu Asya'da yaşayan kuyruklu bir maymun (Macacus)
- BURAK
- ...
- SAÇAK
-
-
[isim]
Bazı giyim eşyalarında veya döşemeliklerde kumaş kenarlarına dikilen süslü iplikten püskül
- "Perdenin saçağı."
-
Görünüşü bu püskülü andıran
- "Bak gene bir tutam saçak tütün kalmadı. bana yalnız tozları kalıyor." (Memduh Şevket Esendal)
-
Havlu, halı vb.nin kenarı boyunca sarkan püskül
-
Bir yapının herhangi bir bölümünü güneş ve yağmurdan koruması için, o bölümden dışa taşkın ve altı boşta olarak yapılan örtü
-
Bir gaz ortama yerleştirilen ve yüksek bir potansiyel verilen ve nesnenin yüzeyinde oluşan ışık olayı
-
[isim]
Bazı giyim eşyalarında veya döşemeliklerde kumaş kenarlarına dikilen süslü iplikten püskül
- AĞLAK
-
-
[sıfat]
Ağlamaklı
- "Bana ne, onun sarı parlak bir kumaşa sarınmış ağlak suratlı bodur karısından?" (Adalet Ağaoğlu)
-
[sıfat]
Ağlamaklı
- DUDAK
-
-
[isim]
Ağzın, dişleri örten ve dışarıya doğru az veya çok kıvrılan üst ve alt kenarlarından her biri
- "Birdenbire kavalı dudaklarına götürdü ve üfürmeye başladı." (Halide Edip Adıvar)
- "Selma Hanım dudaklarını büktü, cevap vermeye lüzum bile görmedi." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Bir zaman böyle birbirini karşılıklı öpücüklere boğduktan sonra, nefesleri kesilinceye kadar dudak dudağa kaldılar." (Necati Cumalı)
- "Size hayır kalmadığını dudak ucuyla söyleyiverirler ve gerçekten dedikleri de çıkar." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Ağız
- "Eve dudağınızda bir şarkı ile dönüyorsunuz." (Haldun Taner)
-
[isim]
Ağzın, dişleri örten ve dışarıya doğru az veya çok kıvrılan üst ve alt kenarlarından her biri