Sonunda ak olan 5 harfli 177 kelime var. AK ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde ak olan kelimeler listesine ya da başında ak olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- DALAK
-
-
[isim]
Midenin arkasında, diyaframın altında, sol böbreğin üstünde, yassı, uzunca, akyuvar üreten ve yıpranmış alyuvarları toplayan, damarlı, gevşek bir dokudan oluşmuş organ
-
Omurgalı hayvanlarda lenf bezine benzeyen ve kan damarları çok olan bir organ
-
Tekerlek biçimindeki kaşar peyniri
-
Bal peteği
-
[isim]
Midenin arkasında, diyaframın altında, sol böbreğin üstünde, yassı, uzunca, akyuvar üreten ve yıpranmış alyuvarları toplayan, damarlı, gevşek bir dokudan oluşmuş organ
- ATMAK
-
-
[-i]
Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak
- "Taşı suya atmak."
- "Hatta aleyhimde atıp tuttuğunu bile duysam kendimi tanıtmamalıydım." (Orhan Veli Kanık)
-
Bir şeyi yere doğru bırakmak
- "Dünyanın siyasetiyle meşgul oluyorlar, büyük olaylar hakkında atıp tutuyorlar." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Bir kimsenin ilişiğini kesmek
- "Adamcağızı berbat bir yere attılar."
-
[-e]
Koymak
- "Mutlaka yemeklerimize biber atmayı âdet edinmişiz." (Burhan Felek)
-
Rastgele bir kenara koymak
-
[-den]
Uzatmak
- "Vapurdan iskele attılar."
-
Bir yerden başka bir yere taşımak
- "Hazır araba varken eşyayı eve atalım."
-
[nsz]
Sille, tokat vurmak
-
[nsz]
Top, tüfek vb. silahları patlatmak
-
[nsz]
Kurşun, gülle, ok vb. şeyleri hedefe fırlatmak
- "Ona üç kurşun attı, vuramadı."
-
[-e]
Geri bırakmak, ertelemek
- "Bu konunun tartışılmasını gelecek haftaya attılar."
-
Örtmek
- "Sırtına bir şal attı."
-
Yapılmış kötü bir işi birine yüklemek
- "Suçu onun üzerine attılar."
-
Sözle sataşmak
- "Kadınlara laf attılar."
-
[-i]
Kovmak, dışarıya çıkarmak, ilgisini kesip uzaklaştırmak
-
[-i]
İstenilmeyen bir şeyi kendi malı olmaktan çıkarmak
- "Bu lüzumsuz eşyayı atmalı."
-
[-i]
Kullanılması gelenek hâline gelmiş bir şeyi kullanmaktan vazgeçmek
- "Şapka inkılabıyla fesi attık."
-
[-i]
Çıkarmak, dışarıya vermek
- "Yabancı cisimleri vücut atar."
-
[-i]
Patlayıcı maddelerle havaya uçurup yıkmak
- "Köprüyü dinamitle attılar."
-
[-i]
Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak
- "Pamuğu atmak."
-
[nsz]
Çatlamak
-
[nsz]
Yırtılmak
-
[-den]
Yapışık olduğu yerden ayrılmak
-
[nsz]
Kalp, nabız vurmak, çarpmak
- "Kalbi hızlı hızlı atıyor."
-
[-i]
Sıkıntı dolayısıyla giyilen bir şeyi çıkarmak
- "Sıcak basınca sırtındaki ceketi attı."
-
[-den]
Yazılı veya banda alınmış bir metinden bazı bölümleri çıkarmak
-
[-i]
Değerini eksiltmek
-
[-den]
Bir şeyin rengi solmak
- "Güneşten perdelerin rengi attı."
-
[nsz]
Göndermek, yollamak
- "Mektup atmak."
-
[nsz]
Haykırmak, bağırmak
- "Nara atmak."
-
[-i]
Etkisi kaybolmak, alışmak, bırakmak
- "Hele trenin yorgunluğunu at bir üzerinden." (Tarık Dursun K)
-
[-den]
Terk etmek
-
Götürmek, sahiplenmek
- "Gözüne kestirdiği erkeği tavlayıp resmen oraya atarmış." (Atilla İlhan)
-
[nsz]
Söylemek
- "Gazel attı."
-
[nsz]
Yalan veya abartmalı söz söylemek
- "Gene atmaya başladı."
-
[nsz]
Bilmeden, kestirerek söylemek
- "Bilgi yarışmasında attı ama tutturamadı."
-
[nsz]
İçki içmek
- "... bir kadeh attığımı biliyorum. Sonra artık sarhoş olmuşum." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[-i]
Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak
- BACAK
-
-
[isim]
Vücudun kasıktan tabana kadar olan bölümü
- "Yorgun vücudunu zahmetle taşıyan ince bacakları üstünde doğruldu." (Peyami Safa)
- "Motor şimdi karanlık suları yara yara ilerlerken sarışın kadın bacak bacak üstüne atmış, sigara içiyor." (Haldun Taner)
- "Bacak kadar çocuğa da ne oluyordu sanki." (Tarık Buğra)
-
Hayvanlarda yürümeye veya atlamaya yarayan organ
-
Bazı şeylerin yerden yüksekçe durmasını sağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri, ayak
- "Masanın bacağı."
-
Oyun kâğıtlarında oğlan, vale
-
[isim]
Vücudun kasıktan tabana kadar olan bölümü
- KALAK
-
-
[isim]
Burun, burun ucu
-
Gelin tacı
-
Tezek yığını
-
[isim]
Burun, burun ucu
- NAHAK
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[sıfat]
Haksız, gereksiz
- "Talihin sana bilasebep verdiği nahak bir mükâfatın kıymetini takdir edemiyorum." (Ömer Seyfettin)
-
[sıfat]
Haksız, gereksiz
- AYMAK
-
-
[nsz]
Kendine gelmek, aklı başına gelmek, ayılmak
- "... bırak gece yarısı hoşbeşi Allah aşkına, aydım artık gidip yatayım." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[-i]
Gerçeği anlamak
-
[nsz]
Kendine gelmek, aklı başına gelmek, ayılmak
- TUTAK
-
-
[isim]
Bir şeyin tutulacak yeri
- "Saban tutağı. Bıçak tutağı. Kılıç tutağı. Tüfek tutağı."
-
Tutacak
-
Kabza
-
Maşa, kerpeten vb. araçların tutmaya yarayan kanatlarından her biri
-
Bir anlaşma, sözleşme veya isteğin yerine getirilmesini sağlamak için güvence olarak ele geçirilen kimse, tutu, rehine
-
[isim]
Bir şeyin tutulacak yeri
- UYMAK
-
-
[-e]
Ölçüleri birbirini tutmak
- "Ayakkabı ayağına iyi uydu."
-
Renk, biçim vb. yönünden birbirini tutmak, uygun düşmek
- "Kravat ceketine uymuş."
-
Zevke, anlayışa uygun düşmek
- "Sizin tutumunuz bizim görev anlayışımıza uyuyor."
-
Bir inanca, bir anlayışa, bir duruma veya egemen bir güce uygun davranışta bulunmak
- "Şu acayip sevdaları bırak, muhite uy, zamana uy, hayatını mükemmel kazanırsın." (Peyami Safa)
-
Bağlı kalmak, tabi olmak
- "Birtakım kayıt ve şartlara uymak zorundaydı."
-
Uygun düşmek, münasip olmak
- "Her cihette birbirine uyacak kadın erkek bulmak dünyada kabil değildir." (Hüseyin Cahit Yalçın)
-
[-e]
Ölçüleri birbirini tutmak
- İNTAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Konuşturma söyletme
-
Kişileştirilen varlıklara, hayalî yaratıklara söz söyletme sanatı, dillendirme
-
[isim]
Konuşturma söyletme
- SIMAK
-
-
[-i]
Kırmak, bozmak
-
Yenmek, mağlup etmek
-
[-i]
Kırmak, bozmak
- POLAK
- ...
- AHMAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal
- "Beni bir ahmak yerine koyarak bu yığını babamın rahat rahat uyuduğu bir yatak diye göstermesi..." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[sıfat]
Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal
- MALAK
-
-
[isim]
Manda yavrusu
-
[isim]
Manda yavrusu
- OLMAK
-
-
[nsz]
Meydana gelmek, varlık kazanmak, vuku bulmak
- "En şiddetli münakaşa, kumpanyanın ismi için oldu." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Ola ki bir oldubitti yaratmayı kendi çıkarlarına uygun görmüşlerdir." (Salâh Birsel)
- "Kilisede olup bitenleri, papazın söylediklerini nihayetine kadar anlattı." (Ömer Seyfettin)
- "Bize oldu olanlar!"
-
Gerçekleşmek veya yapılmak
-
Bir görev, makam, san veya nitelik kazanmak
- "Okumak, eczacı olmak bu sayılı inatlarından biri ve ilkidir." (Tarık Buğra)
-
Bir şeyi elde etmek, edinmek
- "Nihayet ben mal sahibi olacağıma göre rahattım." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Bir durumdan başka bir duruma geçmek
-
Herhangi bir durumda bulunmak
-
Uygun düşmek, yerinde görülmek
- "Böyle iş olmaz. Oraya gitmesek de olur."
-
Yetişmek, olgunlaşmak
- "Ekinler oldu. Üzümler daha olmadı."
-
Hazırlanmak, hazır duruma gelmek
- "Çay oldu."
-
Bulunmak
- "Kız da hemen olduğu yere oturdu." (Memduh Şevket Esendal)
-
Geçmek, tamamlanmak
- "İki yıl oldu. Nerede ise üç yıl olacak."
-
Sürdürmek, yürütmek
- "İlişkilerimiz dostça olsun istiyorum."
-
Bir kuruluşla, örgütle ilgili bulunmak, mensup olmak
- "Partili olmak."
-
Yaklaşmak, gelip çatmak
- "Sabah oldu."
-
Bir şey, birinin mülkiyetine geçmek
- "Pırlanta gerdanlığı da tektaş küpesi de zümrüt yüzüğü de kendinin olsun!" (Sermet Muhtar Alus)
-
Ek fiilin geniş zamanı olan -dır (-dir) anlamında kullanılan bir söz
- "Annesi oluyor. Yeğeni olur."
-
[nsz]
Sarhoş olmak
- "Sen adamakıllı olmuşsun."
-
[-e]
Uymak, tam gelmek
- "Bu şapka başıma oluyor."
-
[-den]
Yitirmek, elinden kaçırmak
- "Tembelliği yüzünden işinden oldu."
-
[-den]
Bir yerde doğmuş, yaşamış olmak
- "Köyden, kasabadan olmayan, düveni, dirgeni nasıl bilebilir?"
-
[-e]
Bir olayla karşılaşmak, başına kötü bir şey gelmek
- "Aman, ona bir şey olmasın! Kimseye bir şey olmadı."
-
[-e]
Yol açmak
- "Bu davranışın ona çok zararı oldu."
-
Bir ad veya sıfatın belirttiği durumu almak
- "Su, buz oldu."
-
[yardımcı fiil]
Sıfat-fiil eki almış kelimelerle birlikte başlama, bitirme vb. bildiren fiilleri oluşturur
- "Artık bize gelmez oldu. Bu işi yapmış olacak. Söyleyecek olursa..."
-
[yardımcı fiil]
Hastalığa yakalanmak, tutulmak
- "Tifo olmak. Verem olmak."
-
[nsz]
Meydana gelmek, varlık kazanmak, vuku bulmak
- ABLAK
-
-
[sıfat]
Yayvan ve dolgun (yüz)
- "Şarap kızılı vurmuş ablak yüzüyle öfkeli girdi içeri." (Orhan Kemal)
-
[sıfat]
Yayvan ve dolgun (yüz)
- SAÇAK
-
-
[isim]
Bazı giyim eşyalarında veya döşemeliklerde kumaş kenarlarına dikilen süslü iplikten püskül
- "Perdenin saçağı."
-
Görünüşü bu püskülü andıran
- "Bak gene bir tutam saçak tütün kalmadı. bana yalnız tozları kalıyor." (Memduh Şevket Esendal)
-
Havlu, halı vb.nin kenarı boyunca sarkan püskül
-
Bir yapının herhangi bir bölümünü güneş ve yağmurdan koruması için, o bölümden dışa taşkın ve altı boşta olarak yapılan örtü
-
Bir gaz ortama yerleştirilen ve yüksek bir potansiyel verilen ve nesnenin yüzeyinde oluşan ışık olayı
-
[isim]
Bazı giyim eşyalarında veya döşemeliklerde kumaş kenarlarına dikilen süslü iplikten püskül
- RAMAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
"Bir şeyin olmasına çok az kalmak" anlamına gelen ramak kalmak deyiminde geçer
- "Gerçekten deli olmama ramak kalmıştı." (Ahmet Mithat)
-
[isim]
"Bir şeyin olmasına çok az kalmak" anlamına gelen ramak kalmak deyiminde geçer
- SIZAK
-
-
[isim]
Dağ sırtlarında, taş aralarından sızan su, küçük pınar
-
[isim]
Dağ sırtlarında, taş aralarından sızan su, küçük pınar
- KIYAK
-
-
[sıfat]
Benzerlerinden üstün olan, çok güzel, mükemmel
- "Kıyak bir koşu atı. Kıyak bir söz."
- "O kadar uzatmayalım bu işi, sana bir kıyak yapalım." (Tahsin Yücel)
-
[isim]
Hoşgörü, ayrıcalık tanıma
-
Güzel, biçimli, yakışıklı, düzgün giyimli
-
Kıyıcı, zalim, gaddar
-
[sıfat]
Benzerlerinden üstün olan, çok güzel, mükemmel
- REVAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Üstü örtülü, önü açık yer, sundurma
-
[isim]
Üstü örtülü, önü açık yer, sundurma