Sonunda z olan 3 harfli 50 kelime var. Z harfi ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde z harfi olan kelimeler listesine ya da başında z harfi olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- KAZ
-
-
[isim]
Perde ayaklılardan, uzun, beyaz veya gri boyunlu, suda ve karada yaşayan, uçan, yabani veya evcil kuş (Anser)
-
[sıfat]
Budala
-
[isim]
Perde ayaklılardan, uzun, beyaz veya gri boyunlu, suda ve karada yaşayan, uçan, yabani veya evcil kuş (Anser)
- DOZ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Bir ilacın bir defada veya bir günde alınması gereken miktarı
- "Ruhsal gerilimlerimiz varsa düşük dozda Diazem falan alın, hiç değilse..." (Çetin Altan)
-
Bir maddenin bir birleşiğe, bir karışıma giren veya girmesi gereken belli miktarı, düze
- "Saygının ve sevginin dozunu iyi ayarlayabilmeli insan." (Atilla İlhan)
- "Şakanın dozu kaçmıştı." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
Genellikle bir davranış, bir konuşma vb.nde yeterli görülen ölçü
- "Çok ölçülü konuşur ve onun etrafındaki lakırtıları muayyen bir dozu geçmezdi." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[isim]
Bir ilacın bir defada veya bir günde alınması gereken miktarı
- BÜZ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Künk
-
[isim]
Künk
- SİZ
-
-
[zamir]
Çokluk ikinci kişi zamiri
- "... sizden iyi olmasın pek babacan, cana yakın bir adamdır." (Haldun Taner)
- "Doktor 'size doyum olmaz' diye gülerek müsaade istedi. Ayağa kalktı." (Ömer Seyfettin)
-
Bir kişiye saygı ve incelik belirtisi olarak kullanılan bir seslenme sözü
-
[zamir]
Çokluk ikinci kişi zamiri
- ŞAZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Ayrık, kural dışı, müstesna
-
[sıfat]
Ayrık, kural dışı, müstesna
- SÖZ
-
-
[isim]
Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, laf, kavil
- "Aklıma bu maaş meselesinden bir kere de Ahmet Kerim'e söz açmak geldi." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Toplantıda ilk olarak başkan söz aldı."
- "Numaralar okunuyor, görüşüyoruz, gruplardan gruplara sözler atıyoruz, şakalar ediyoruz, ne hoş eğleniyoruz." (Refik Halit Karay)
- "Söz bir, Allah bir, seni ele vermem." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime, sözcük
- "İşimin yapılacağı konusunda bakandan söz aldım."
- "Sarhoşlar söz atıyor." (Halide Edip Adıvar)
- "Bu toplantıda büyüklere söz düşmüyor." (Halide Edip Adıvar)
- "Hâlbuki bu münasebetsiz dedikodular mektebe de söz getirmeye başladı." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Bir konuyu yazılı veya sözlü olarak açıklamaya yarayan kelime dizisi
- "Yer yer birçok türküde rastladığımız beylik sözler de vardı içinde." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
Kesinlik kazanmayan haber, söylenti
- "Ortalıkta bir söz dolaşıyor."
-
Bir işi yapacağını kesin olarak vadetme
- "O, sözünde duran bir adamdır."
-
Müzik parçalarının yazılı metni, güfte
- "Şarkının sözleri çok anlamlı."
-
[isim]
Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, laf, kavil
- GAZ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Tül
-
[isim]
Tül
- DİZ
-
-
[isim]
Kaval, baldır ve uyluk kemiğinin birleştiği yer
- "Köşeye yaslanmış, bir dizini altına almış, öteki dizini dikmiş, kolunu da uzatmış, anlatıyordu." (Memduh Şevket Esendal)
- "Beni dinleyin deyip hemen önümüze diz çöktü." (Sermet Muhtar Alus)
- "Beş yüz sene evvel bahadır babalarımızın sizi dize getirerek zapt ettiği yerleri alamayacaksınız." (Ömer Seyfettin)
- "Bir nişanlısı var ki hiçbir iş görmez, evden dışarı çıkmaz, kızın dizi dibinden ayrılmaz." (Memduh Şevket Esendal)
-
Oturulduğunda uyluğun üst yanı
-
[isim]
Kaval, baldır ve uyluk kemiğinin birleştiği yer
- DÜZ
-
-
[sıfat]
Yatay durumda olan, eğik ve dik olmayan
- "Düz tahta."
- "Düğünevinin avlusuna girerken yeni düze inmiş efeler gibi nara attı." (Ömer Seyfettin)
-
Kıvrımlı olmayan, doğru
- "Düz çizgi."
-
Yüzeyinde girinti çıkıntı olmayan, müstevi
-
Kısa ökçeli, ökçesiz (ayakkabı)
-
Yayvan, altı derin olmayan
- "Düz kayık. Düz tabak."
-
Kıvırcık veya dalgalı olmayan (saç)
-
Yalın, sade, süssüz
- "Düz bir anlatım."
-
Çizgisiz, desensiz ve tek renkli
- "Düz bir kumaş."
-
[isim]
Engebesiz olan yer, düzlük, ova
- "Kardaş gitmem Diyarbakır düzüne / Kızlar peri olsa bakmam yüzüne." (Halk türküsü)
-
[sıfat]
Yatay durumda olan, eğik ve dik olmayan
- TÖZ
-
-
[isim]
Kök, asıl, cevher
-
Değişenlerin özünde değişmeden kaldığı varsayılan idealist kavram, cevher
-
[isim]
Kök, asıl, cevher
- SAZ
-
-
[isim]
Genellikle su kıyılarında, bataklık yerlerde yetişen ince kamış, hasır otu, kiliz, kofa
- "Köyün saz kaplı, karanlık çökmüş damlarına seslendi." (Halide Edip Adıvar)
-
[sıfat]
Bu kamıştan yapılmış
-
[isim]
Genellikle su kıyılarında, bataklık yerlerde yetişen ince kamış, hasır otu, kiliz, kofa
- POZ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Resim ve fotoğrafta duruş
- "Yastıkları hastaya vereceğim yan oturma pozuna göre dizdim." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Tam çizerken bir arkadaşı geliyor, poz veren çocuğun ensesine bir küfür ve bir de şamar yapıştırıyor." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
- "Büyük yazar pozlarındalar ama, edebiyat dünyası denilen şu dünyanın ne geçmişinden ne şimdisinden haberleri var." (Nezihe Meriç)
-
Fotoğrafta objektifin açık kaldığı süre
-
Fotoğraf makinesinde kullanılan filmde her bir kare
-
Kurum, çalım
-
[isim]
Resim ve fotoğrafta duruş
- BAZ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[sıfat]
Temel
- "Baz fiyat."
-
[isim]
Taban
-
[isim]
Bir asitle birleştiğinde bir tuz oluşturan madde, esas
-
[sıfat]
Temel
- ÇÖZ
-
-
[isim]
Bumbar, bağırsak
-
Bumbarın yağı
-
[isim]
Bumbar, bağırsak
- BUZ
-
-
[isim]
Donarak katı duruma gelmiş su
- "Hep kar yağmıştı, her yer buzdu." (Tarık Dursun K)
- "Beton döşeme bir türlü ısınmak bilmiyordu. Ve akşamlardan sabahlara kadar ayakları, baldırları buz kesiyordu." (Reşat Enis)
-
[sıfat]
Çok soğuk bir etki uyandıran (şey veya kimse)
- "Bu romanın neresini beğendiniz? Buz!"
- "Bu sefer avuçlarımla yanaklarım buz kesiliyor." (Aka Gündüz)
-
[isim]
Donarak katı duruma gelmiş su
- ARZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Sunma
-
Piyasaya mal sürülmesi
- "Demin de arz ettiğim gibi karakolda izah ederim." (Tarık Buğra)
-
Yüksek bir makama anlatma, bildirme
-
[isim]
Sunma
- CIZ
-
-
[isim]
Çocuk dilinde ateş
-
Kızgın yağın içine bir şey atıldığında çıkan ses
-
[isim]
Çocuk dilinde ateş
- RAZ
- ...
- GÖZ
-
-
[isim]
Görme organı
- "İşkembe ayıklamaktan, bulaşık yıkamaktan göz açamıyordum." (Orhan Kemal)
- "Daha ileride denizin yüzünü birdenbire allak bullak eden akıntıya benzer bir çırpıntı oluyor, bu çırpıntı göz açıp kapayıncaya kadar kesiliyor." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Göz alabildiğine uzanan yeşil tepelerin, ruha ferahlık veren bir munis enginliği vardı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Kocakarı yöntemlerine inanmayı göz ardı ettiğini söyleyemezdim." (Ayşe Kulin)
-
Bazı deyimlerde, görme ve bakma
- "Gözden geçirmek. Gözden kaybolmak. Göz önünde. Gözü keskin."
- "O sıralar Avrupa'da bir büyük piyano ustası gözleri kamaştırıyordu." (Nadir Nadi)
- "Öbürü göğsünden ağır yaralı iki erin geriye alınmalarına göz kulak oluyordu." (Atilla İlhan)
- "Akşam hazırlanmış sofrayı gözden geçirmek için odasından çıktı." (Ayla Kutlu)
-
Bakış, görüş
- "Bu sefer alacaklı gözüyle baktım."
- "Eski oyuncunun gözlerinde şimşekler çaktı, yutkundu." (Halide Edip Adıvar)
- "Kayaların gözüme kestirdiğim bir yerinden aşağı inmeye başladım." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Suyun topraktan kaynadığı yer, kaynak
- "Asıl felaket bu pınara sırt çevirmek, bu pınarın gözlerine taş tıkamak değil de ne olurdu?" (Tarık Buğra)
-
Delik, boşluk
- "İğnenin gözü."
- "Köprünün gözleri karış karış kazılmıştır." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Çekmece
- "Masanın gözleri."
-
Terazi kefesi
-
Kıskançlık veya hayranlıkla bakıldığında bir şeye kötülük verdiğine inanılan uğursuzluk, nazar
- "İnsanı gözle yiyip bitirirler." (Ömer Seyfettin)
-
Sevgi, ilgi, gönül bağlantısı
- "Gözden düşmek. Göze girmek."
-
Ağacın tomurcuk veren yerlerinden her biri
- "Göz aşısı."
-
Bölüm, hane
- "Dama tahtasında altmış dört göz vardır."
-
Bazı yaraların uç bölümü
- "Çıbanın gözü."
-
[isim]
Görme organı
- BEZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Pamuk veya keten ipliğinden yapılan dokuma
- "Arkamıza kefenimsi bezler geçirip kuşakla bağladılar." (Falih Rıfkı Atay)
-
Pamuktan, düz dokuma
- "Amerikan bezi. Kaput bezi."
- "Ben senin az mı bezini yıkadım."
-
Herhangi bir cins kumaş
- "Çadır bezi. Yelken bezi."
-
Herhangi bir iş için kullanılan dokuma
-
Gelişigüzel kumaş parçası, çaput
- "Şurasını ıslak bezle silmeli."
-
[sıfat]
Kumaş veya dokumadan yapılmış
- "Bez bebek."
-
[isim]
Pamuk veya keten ipliğinden yapılan dokuma