Sonunda mak olan 6 harfli 128 kelime var. MAK ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde mak olan kelimeler listesine ya da başında mak olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
A K M Harfleri İle Yazılabilecek Bazı Kelimeler
3 Harfli Kelimeler
KAM
2 Harfli Kelimeler
AK, AM, MA
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- BANMAK
-
-
[-i]
Katı bir şeyi sulu veya tuz, biber vb. toz durumundaki maddelerin içine batırıp çıkarmak, bandırmak
- "Kahvaltımı önüme serer / Reçele ekmek banar, yerim." (Behçet Necatigil)
-
[-i]
Katı bir şeyi sulu veya tuz, biber vb. toz durumundaki maddelerin içine batırıp çıkarmak, bandırmak
- KOÇMAK
-
-
[-i]
Kucaklamak
- "Ne kadar cevretse şikâyet etmem / Öperim, koçarım, ihanet etmem." (Halk türküsü)
-
Cinsel ilişkide bulunmak
-
[-i]
Kucaklamak
- SAYMAK
-
-
[-i]
Bir şeyin kaç tane olduğunu anlamak için bunları birer birer elden veya gözden geçirmek, sayısını bulmak
- "Nara sormuşlar: - Tanelerin kaç tane? Yiyenler saysın bana ne -demiş." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
- "Böyle misaller sayıp dökmek gerekse satırlar değil, sütunlar dolar." (Ruşen Eşref Ünaydın)
-
Sayıları arka arkaya söylemek
- "Birden ona kadar saymak."
-
Herhangi bir sıraya koymak, herhangi bir sırada yer aldığını kabul etmek
- "Artık kışı geçti sayabiliriz."
-
Herhangi bir şey, yerine koymak veya herhangi bir şey gözüyle bakmak, addetmek
- "Her çiçekten bal eyledik / Arıya saydılar bizi." (Pir Sultan Abdal)
-
Varsaymak, tutmak, farz etmek
- "Elimi uzatsam benim olacak bir vazoya sırt çevirip başkasına kaptırınca onu benden çalınmış saymak neden?" (Haldun Taner)
-
Arka arkaya söylemek, sıralamak
- "Birinin iyiliklerini saymak."
-
Ödemek, peşin vermek
- "İki bin lira saydı, bana bir küpe aldı." (Memduh Şevket Esendal)
-
Geçer tutmak
- "Bunu saymam, sizi bir gün erkenden beklerim."
-
Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı dolayısıyla bir kimseye veya bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmak, saygı göstermek, sözünü dinlemek, hürmet etmek
- "Anam babamı nasıl saydı ise ben de kocamı öyle sayacaktım." (Memduh Şevket Esendal)
-
Önemsemek
-
Gibi görmek, kabul etmek
- "Arzularını yapmayı belli büyük bir külfet saydığınız bu küçük kalpler, saadetin kapısından girmeden felaketin ortasına yuvarlanıyorlar." (Aka Gündüz)
-
Hesaba katmak, dikkate almak
- "Bundan önce verdiğimi saymıyor musun?"
-
[-i]
Bir şeyin kaç tane olduğunu anlamak için bunları birer birer elden veya gözden geçirmek, sayısını bulmak
- YILMAK
-
-
[-den]
Bir işten gözü korkup vazgeçmek
- "On beş dakika içinde onlar kadar yılmış, onlar kadar güçten kuvvetten kesilmişti." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Bıkmak, usanmak
-
[-den]
Bir işten gözü korkup vazgeçmek
- PARMAK
-
-
[isim]
İnsanda ve bazı hayvanlarda ellerin ve ayakların son bölümünü oluşturan, boğumlu, oynak, uzunca organların her biri
- "Uzun, sinirli parmakları locanın kenarında uzanmış, boksörün kulağını koparıyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Hele geçen gün o Meşincioğlu Kerim Bey'e yaptığın işe parmak ısırdım." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Bu küçük beldede kocaman işler göreceğini, herkese parmak ısırtacak eserler çıkaracağını zannediyordu." (Refik Halit Karay)
- "Ne istersin çocuk, çocuktan? dedi. Daha parmak kadar, kemikleri kırılacak, öyle ince." (Orhan Kemal)
-
[sıfat]
Eni bu organ kadar olan
- "Değneği iki parmak kısaltmalı."
- "Bu arada benim öteden beri gözüme çarpan bir noktaya şimdi parmak basacağım." (Burhan Felek)
-
[sıfat]
Koyu sıvılara daldırıp çıkarıldığında bu organa bulaşan miktar kadar olan
- "Bir parmak bal."
-
Bir tekerleğin merkezinden çemberine kadar uzanan çubukların her biri
-
İnç
-
Bir işe karışmış olma ilgisi
- "Bu işte onun parmağı var."
-
Arşının yirmi dörtte biri
-
[isim]
İnsanda ve bazı hayvanlarda ellerin ve ayakların son bölümünü oluşturan, boğumlu, oynak, uzunca organların her biri
- YONMAK
-
-
[-i]
Yontmak
-
[-i]
Yontmak
- SOKMAK
-
-
[-i]
İçine veya arasına girmesini sağlamak
-
[-e]
Bir yere girmesini sağlamak, içeri almak
- "Bizi içeriye aldı ve küçük bir odaya soktu." (Falih Rıfkı Atay)
-
Bıçak, çakı, iğne vb. batırmak, saplamak
-
Böcek, zehirli hayvan iğnesini batırmak veya ısırmak, zehirlemek
- "Otların arasında bacaklarını yılan sokar." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[-e]
Yasak bir malı gizlice getirmek veya götürmek
- "Ülkeye kaçak eşya sokmak."
-
Belli etmeden kötü bir malı vermek
- "Satıcı, elmaların çürüklerini sokmuş."
-
[-e]
Konuşma sırasında bir sözü, soruyu veya düşünceyi söyleyivermek
- "Asım, fikrini birçok sözlerle sağlamlamaya uğraşırken, araya -Olmaz mı dersiniz, ne dersiniz?- gibi sualler sokuyor, cevap istiyordu." (Refik Halit Karay)
-
Dokunaklı, kırıcı veya acı söz söylemek
-
[-i]
İçine veya arasına girmesini sağlamak
- KAYMAK
-
-
[isim]
Sütün veya yoğurdun yüzünde zar durumunda toplanan, açık sarı renkli, koyu yağlı katman
-
Sütü yayvan kaplar içinde ve hafif ateşte tutarak elde edilen koyu, yağlı öz
- "Patlıcan kızartması, pilav, bir de koca kâse kaymak gibi yoğurttan oluşan yemeğimizi yedik." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Yağmur ve selden sonra toprağın üzerinde kalan özlü tabaka
-
Bir şeyin en iyi ve seçkin bölümü
-
[isim]
Sütün veya yoğurdun yüzünde zar durumunda toplanan, açık sarı renkli, koyu yağlı katman
- YAKMAK
-
-
[-i]
Yanmasını sağlamak veya yanmasına yol açmak, tutuşturmak
- "Kendi sigarası için yaktığı kibriti bana uzattı." (Falih Rıfkı Atay)
-
Ateşle yok etmek
- "Çöpleri yakmak."
-
Işık vermesini sağlamak
- "Mavi ışıklı ispirto lambalarını yakarlar." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Isı etkisiyle bozmak
- "Eteği ütülerken yaktı."
-
Keskin, sert ve ısırıcı bir duyum vermek
- "Biber ağzı yakar."
-
Yanıyormuş gibi bir etki yapmak
- "Hekime daima şarabın midelerini yaktığından bahsederler." (Falih Rıfkı Atay)
-
Kurutmak, zarar vermek
- "Fırtına ekinleri yakmıştı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[nsz]
Çok sıcak olmak
- "Bugün güneş yakıyor."
-
Karartmak
- "Güneşte vücudunu yaktı."
-
Çok üşütmek
- "Soğuk rüzgâr insanın yüzünü yakıyor."
-
Acıtmak
- "Canını yakmak."
-
Silahla vurmak
-
Yıkıma, zarara yol açmak, büyük bir zarara uğratmak, mahvetmek
- "Gözü mavi, boyu kısa, kendi muhacir olmasın. Ne olursa olsun makbulüm. Aman bu üçüne dikkat et. Beni yakma." (Ömer Seyfettin)
-
Güçlü sevgi uyandırmak
-
[-i]
Yanmasını sağlamak veya yanmasına yol açmak, tutuşturmak
- KIRMAK
-
-
[-i]
Sert şeyleri vurarak veya ezerek parçalamak
- "Taşları kırmak. Bardağı kırmak."
- "Kaşla göz arasında ellerine geçirdiklerini kırıp dökmeye koyulmuşlardı." (Atilla İlhan)
- "Pakize'nin kırıp geçirdiği bir şeyi görmekten hasıl olacak tesiri temaşaya gelen çocuklara..." (Halit Ziya Uşaklıgil)
- "Düğüne kimlerin çağrıldığı anlaşılmaz, ne hediye gönderileceği de belli olmaz. Olmaz ama hepsi çağrılmıştır, hepsi de kırıp sarar, birer hediye alır yollar." (Memduh Şevket Esendal)
-
İri parçalara ayırmak
- "Adamın her akşam yarım kiloyu devirdikten sonra ortalığı kırıp geçirmesinden perişan oluyorlar." (Çetin Altan)
-
[nsz]
Belirli bir biçimde katlamak
- "Forma kırmak."
- "Hoşsohbet, şakacı bir insan olduğu için Kâzım Bey'le kaynatasını kahkahadan kırıp geçirir." (Salâh Birsel)
-
Öldürmek, yok olmasına neden olmak
- "Bu yıl soğuk hayvanları kırdı."
- "Bir İspanyol şarkıcı var. Beyoğlu'nu kırıp geçiriyor." (Halide Edip Adıvar)
-
Bir şeyin fiyatını azaltmak, indirmek
- "Firma verdiği teklif fiyatını son dakikada bir yüzde yirmi daha kırıyordu." (Haldun Taner)
-
Dileğini kabul etmeyerek veya beklenmeyen bir davranış karşısında bırakarak gücendirmek, incitmek
- "Sizin hatırınızı kırmamak için işte gelip misafir oluyorum; fakat bu yaşımda misafirle uğraşacak hâlim yok." (Halit Ziya Uşaklıgil)
-
Tavlada karşı oyuncunun pulunu oyun dışında bırakmak
-
Vücut kemiklerinden birini parçalamak
- "Ayol, yapma, gel, düşüp bir yerini kıracaksın!" (Osman Cemal Kaygılı)
-
Tahılı iri ve kaba öğütmek
-
[-e]
Hareket durumundaki canlının veya taşıtın yönünü değiştirmek, çevirmek, döndürmek
- "Ne tarafa doğru meyil varsa gidonu o tarafa doğru kıracaksınız ki bisiklet doğrulsun." (Burhan Felek)
-
[nsz]
Daha iyi bir sonuç elde etmek
- "Tam en az elli bin satıp rekor kıracak." (Aka Gündüz)
-
Yok etmek
- "Direncini kırmak. Hevesini kırmak."
-
Gücünü, etkisini azaltmak
- "Birkaç gün evvel yağan yağmur sıcağı kırmamış." (Burhan Felek)
-
Kaçmak, uzaklaşmak
-
[nsz]
Değerinden düşük fiyata almak
- "Bono kırmak. Çek kırmak."
-
[-i]
Sert şeyleri vurarak veya ezerek parçalamak
- TOKMAK
-
-
[isim]
Ağaçtan yapılmış iri çekiç
- "Hallaç geniş, kocaman tırnaklı elleriyle hâlâ tokmak sallıyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Kapıya asılı duran ve kapıyı çalmaya yarayan, türlü biçimlerde metal parça
-
Kapı kolu yerinde bulunan ve kapıyı açmaya yarayan topuz
- "Kapının tokmağını çevirdi, kapı kilitli değildi, açılıverdi." (Çetin Altan)
-
Dibekte dövme işi için kullanılan ağaçtan araç
-
Davul vb. vurmalı çalgıları çalmakta kullanılan ve çalgının bir parçası olan araç
- "Alın tokmağı vurun davula, sabahın ilk saatlerinde sesi başka çıkar." (Haldun Taner)
-
[isim]
Ağaçtan yapılmış iri çekiç
- KOVMAK
-
-
[-i]
Sert veya küçük düşürücü sözlerle gitmesini söylemek, savmak, defetmek
- "Fethi Bey çalgıları kovdu, davul zurna istedi." (Memduh Şevket Esendal)
-
Bir yerden sürüp çıkarmak, kovalamak
-
İşine son vermek, görevinden atmak, uzaklaştırmak
-
Varlığına son vermek, ortadan kaldırmak
-
Gözetmek
- "Sıra, saygı kovarak yetişmiş bütün efendiler, Türkiye'nin bütün Avrupa görmüşleri ona kızar, onu küçük düşürmeye çalışır." (Memduh Şevket Esendal)
-
[-i]
Sert veya küçük düşürücü sözlerle gitmesini söylemek, savmak, defetmek
- SIĞMAK
-
-
[-e]
Bir kaba, bir yere bütünüyle girebilmek veya içinden geçebilmek
- "Bir tavla zarı kadar küçücük eve / Bir kadın iki çocuk nasıl sığar?" (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
Uygun olmak
- "Bu davranışın ne akla ne mantığa ne de insanlığa sığar!"
- "Kin başka, aşk başkadır, kızım! Muhabbete cinayet sığmaz." (Ömer Seyfettin)
-
[-e]
Bir kaba, bir yere bütünüyle girebilmek veya içinden geçebilmek
- ÇAPMAK
-
-
[-i]
Koşturmak
- "Atını çaparak gitti."
-
[nsz]
Akın etmek, koşmak
- "Yağı basar, uğru çapar, tek başıma barınamam, ölürüm." (Memduh Şevket Esendal)
-
[-i]
Koşturmak
- ACIMAK
-
-
[nsz]
Tadı acı duruma gelmek, acılaşmak
- "Yağ acıdı."
-
[nsz]
Tadı acı duruma gelmek, acılaşmak
- OTAMAK
-
-
[-i]
İlaç vererek hastalığı iyi etmeye çalışmak, tedavi etmek
-
[-i]
İlaç vererek hastalığı iyi etmeye çalışmak, tedavi etmek
- ADAMAK
-
-
[-i]
Bir dileğin gerçekleşmesi amacıyla kutsal bir güce yönelik istekte bulunmak, nezretmek
-
Kutsal saydığı bir şey uğruna kendini feda etmek, ant niteliğinde söz vermek
-
Zaman ayırmak, tahsis etmek
- "Olumlu, verimli bir işe adayacağı zamanını, abur cubur işlere harcamak ağırlarına gider." (Haldun Taner)
-
[-i]
Bir dileğin gerçekleşmesi amacıyla kutsal bir güce yönelik istekte bulunmak, nezretmek
- KONMAK
-
-
[-e]
Kuş, kelebek, uçak, toz vb. bir yere inmek
- "Bir bülbül gelip konmuştu havuzun kıyısına." (Çetin Altan)
-
Yolculukta geceyi geçirmek için bir yerde kalmak, konuk olmak
-
Kısa bir süre için bir yere yerleşmek, bir yeri yurt edinmek
-
Bir şeyi emeksiz edinmek
- "Ayşe de yarın öbür gün bir lise hocası olacak belki de servete de konacaktı." (Halide Edip Adıvar)
-
[-e]
Kuş, kelebek, uçak, toz vb. bir yere inmek
- SAĞMAK
-
-
[-i]
Memeyi parmaklar arasında sıkarak sütünü akıtmak
- "Gözümüzün önünde keçilerden sağdıkları köpüklü sütlerimizi yarıda bırakıp kalktık." (Aka Gündüz)
-
Kovandaki balı peteklerden almak
-
Yumak durumundaki bir şeyi çözüp açmak
- "İpek kozalarını sağmak."
-
Aldatarak parasını çekmek
-
[-i]
Memeyi parmaklar arasında sıkarak sütünü akıtmak
- DUYMAK
-
-
[-i]
Bilgi almak, öğrenmek, haber almak
- "Yaptıklarını duydum."
-
İşitmek, ses almak
- "Çamaşırcı Fatma kadın annemin duymayan kulaklarına yalvarıyor." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
Dokunma, koklama vb. duyularla algılamak, hissetmek
- "Yüzme denilen mucizeyi ancak beş altı sene sonra avuçlarımızın içinde duyabilecektik." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
Nesnelere dokunmakla onların sıcaklık, soğukluk, sertlik, ağırlık, hareket vb. fizik durumlarından bilgi edinmek, hissetmek
- "Elimin üzerinde bir böceğin gezdiğini duydum."
-
[nsz]
Bir ruh durumu içine girmek
- "Hakiki bedbahtlar, sefaletlerini birdenbire açığa vurmaktan utanç duyarlar." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[nsz]
Sezmek, fark etmek, hissetmek
- "Güzel olmasın fakat ruhu olsun, bir şey duysun." (Hüseyin Cahit Yalçın)
-
[-i]
Bilgi almak, öğrenmek, haber almak