Sonunda l olan 3 harfli 57 kelime var. L harfi ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde l harfi olan kelimeler listesine ya da başında l harfi olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- JEL
-
Kelime Kökeni : İngilizce
-
[isim]
Tedavi amacıyla kullanılan jöle yapısında bir krem türü
-
[isim]
Tedavi amacıyla kullanılan jöle yapısında bir krem türü
- GÖL
-
-
[isim]
Oluşması genellikle tektonik, volkanik vb. olaylara bağlı olan, toprakla çevrili, derin ve geniş, tuzlu veya tuzsuz durgun su örtüsü
- "Gölün üstünde güneşin doğuşuna batışına, aylı gecelere doyum olmuyordu." (Necati Cumalı)
-
Yapay su birikintisi
-
[isim]
Oluşması genellikle tektonik, volkanik vb. olaylara bağlı olan, toprakla çevrili, derin ve geniş, tuzlu veya tuzsuz durgun su örtüsü
- TUL
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Boylam
-
Uzunluk
-
[isim]
Boylam
- ZİL
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
İşaret vermek, uyarmak, çağırmak için kullanılan ve bir çan ile bu çana vuran bir tokmaktan oluşan, elle veya başka düzenlerle işletilebilen araç
- "Birini buldu, ne güzel oldu diye zil takıp oynayacak mıydım?" (Ahmet Ümit)
- "... ayakta kendilerine çekidüzen veren iki taze zillerini vuruyordu." (Refik Halit Karay)
-
Birbirine çarparak ses çıkartmak için parmaklara veya tefin kasnağındaki deliklere takılan yuvarlak, metal nesne
- "Gözler kamaştıran şala, meftun eden güle / Her kalbi dolduran zile her sineden ole." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
[isim]
İşaret vermek, uyarmak, çağırmak için kullanılan ve bir çan ile bu çana vuran bir tokmaktan oluşan, elle veya başka düzenlerle işletilebilen araç
- TAL
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Kök, sap ve yaprak şeklinde farklılaşmamış bir bitkinin yaşama ve büyüme organı
-
[isim]
Kök, sap ve yaprak şeklinde farklılaşmamış bir bitkinin yaşama ve büyüme organı
- MİL
-
Kelime Kökeni : Rumca
-
[isim]
Selin sürükleyip getirdiği çok küçük taneli çamurlaşmış kum ve toprak karışımı
-
[isim]
Selin sürükleyip getirdiği çok küçük taneli çamurlaşmış kum ve toprak karışımı
- NAL
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
At, eşek, öküz vb. yük hayvanlarının tırnaklarına çakılan, ayağın şekline uygun demir parçası
- "Atların nal tıkırtıları, demir tekerlek gürültüleri işitildi." (Ömer Seyfettin)
- "Kitap bastırmak, yazı yazmak takatinden mahrum, nalları dikeceksiniz." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[isim]
At, eşek, öküz vb. yük hayvanlarının tırnaklarına çakılan, ayağın şekline uygun demir parçası
- KİL
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Islandığı zaman kolayca biçimlendirilebilen yumuşak ve yağlı toprak
-
[isim]
Islandığı zaman kolayca biçimlendirilebilen yumuşak ve yağlı toprak
- KUL
-
-
[isim]
Tanrı'ya göre insan, abd
- "Kul ile Tanrı'nın arasına girilmez."
- "Ben serüvenlere kul olmayacağım, serüvenler bana kul olacak." (Atilla İlhan)
- "Kulunuz bu kadar yıl yaşadım, kahveye adımımı atmış değilim." (Haldun Taner)
-
Köle
- "Kendisi kabilenin beyinin kullarından birinin kızıydı. Ve beyler yalnız kendi kullarını değil, kullarının evladını da satabilirlerdi." (Halide Edip Adıvar)
-
Karavaş
-
[isim]
Tanrı'ya göre insan, abd
- MÜL
- ...
- TEL
-
-
[isim]
Türlü metallerden yapılmış, kopmaya karşı bir direnç gösteren ince uzun nesne
- "Gelin teli. Telgraf teli."
- "Bahçeye tel çektik."
-
[sıfat]
Bu nesneden yapılmış veya bu nesne biçiminde olan
- "Tel kafes. Tel çivi."
-
Tencere, çaydanlık vb.ni ovarak temizlemek için kullanılan nesne
-
İnsan saçını oluşturan ipçik
- "İki açık sarı tel terli alnımızın üstüne yapışmıştı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Bazı organizmaların demet durumundaki oluşumunu meydana getiren ipçiklerin her biri, lif
-
[isim]
Türlü metallerden yapılmış, kopmaya karşı bir direnç gösteren ince uzun nesne
- YOL
-
-
[isim]
Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik
- "Hayatta epeyce yol almış, çoluk çocuğa karışmış bir münevver olarak sürüden ayrılmaya korkuyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Bütün günlerimiz için kendimize bir yol çizer, sonra her gün bunun aksine hareket ederiz." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "Elinde güçlü bir çıra vardı, onu yüksekte tutarak yolculara yol gösteriyordu." (Nezihe Araz)
- "Senin yolunu kesecek, engel olacak değilim." (Mahmut Yesari)
-
Karada insanların ve hayvanların geçmesi için açılan veya kendi kendine oluşmuş, yürümeye uygun yer
- "Bahçeleri bahçelere toprak yollar bağlardı." (Çetin Altan)
- "Biz benzincinin istihkakını düşeriz, siz de benzini alırsınız, diye yol gösterirler." (Memduh Şevket Esendal)
- "Yola öğle yemeğinden sonra çıktık." (Samim Kocagöz)
-
Genellikle yerleşim alanlarını birbirine bağlamak için düzeltilerek açılmış ulaşım şeridi
- "Yolda oynayan çocuklara ne olduğunu sordu." (Ömer Seyfettin)
- "Motorun yanaşmasını bekliyorum, yol kestiği için şimdi hiç gürültü etmiyor." (Zeyyat Selimoğlu)
- "Mademki bu işi yapamıyorsun, o hâlde başka işimiz yok derler, bana yol verirler." (Orhan Kemal)
- "Bir roman konusundan yola çıkarak Salâh Birsel'in 'Dört Köşeli Üçgen'iyle Orhan Kemal'in 'Murtaza'sı arasında bir akrabalık kuruverdi." (Selim İleri)
-
İçinden veya üstünden bir sıvının geçtiği, aktığı yer
- "Su yolu. Sel yolu."
- "Seniha'nın bu hareketi türlü türlü tefsirlere yol açtı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Yolculuk
- "Yola çıkmak. Yoldan kalmak."
-
Gidiş çabukluğu, hız
- "Bu vapurun yolu az."
-
Davranış, tutum, gidiş veya davranış biçimi
- "Celal Bey'i sakal bırakma yolunda, kim, hangi örnek özendirdi diye çok düşünmüşümdür." (Haldun Taner)
-
Uyulan ilke, sistem, usul, tarz, tarik
- "Duyguların eğitimi de en iyi sanat yoluyla olur."
-
Kumaşta bulunan çizgi
-
Kez, defa
-
Gaye, uğur, maksat
- "Bu yolda çok emek harcandı."
-
Bir amaca ulaşmak için başvurulması gereken çare, yöntem
- "Bu işi yapmanın bir yolu vardır."
-
[isim]
Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik
- SAL
-
-
[isim]
Birçok kalın direk yan yana bağlanarak yapılan, düz ve korkuluksuz deniz veya ırmak taşıtı
- "Dalgaları ufukları örten bir denizde, küçük bir sal parçası üstünde bir boraya mı tutulduk?" (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[isim]
Birçok kalın direk yan yana bağlanarak yapılan, düz ve korkuluksuz deniz veya ırmak taşıtı
- GOL
-
Kelime Kökeni : İngilizce
-
[isim]
Futbol, hentbol, hokey ve buz hokeyi maçlarında topun kaleye sokulmasıyla kazanılan sayı
- "Kısacası biz kendimizi yerden yere atar, akınlar durdurur, goller kurtarır, ona paslar sunardık." (Haldun Taner)
-
[isim]
Futbol, hentbol, hokey ve buz hokeyi maçlarında topun kaleye sokulmasıyla kazanılan sayı
- KEL
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[sıfat]
Saçı dökülmüş olan (kimse)
- "Hekimler ne bilirmiş? Kelin medarı olsa kendi başında olur. Onlar ölmeyecek mi?" (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Çıplak (doğa), yaprakları dökülmüş (bitki)
- "Yükselip alçalıyor, kel tepelerin etrafını dönüyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Gelişmemiş, cılız (bitki)
- "Kel bir ağaç."
-
İçinde az eşya bulunan
-
[sıfat]
Saçı dökülmüş olan (kimse)
- YAL
-
-
[isim]
Köpek ve ineklere yedirilmek için un ve kepekle hazırlanan yiyecek
-
[isim]
Köpek ve ineklere yedirilmek için un ve kepekle hazırlanan yiyecek
- KOL
-
-
[isim]
İnsan vücudunda omuz başından parmak uçlarına kadar uzanan bölüm
- "Sade çocuğuna değil, eşine de kol kanat gerer, ona da analık eder." (Haldun Taner)
- "Bunlar şehir subaşısının adamları, dizdarlardı. Kol geziyorlardı." (Ömer Seyfettin)
- "Polis düdükleriyle yeniden fırladım. Meğer hırsızlar kola çıkmış." (Ragıp Akyavaş)
- "Selami de kolları paçaları sıvayıp Ali Naci'nin yardımına koşmuştu." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
Vücudunun bu bölümünü saran bölümü
- "Kara yağız oğlan yalandan gözlerinin yaşını pembe mintanının kollarına siliyordu." (Osman Cemal Kaygılı)
- "İnsanı üşütmeyen, ılık gezginci bir yağmur bulutu ağır ağır kol geziyordu." (Tarık Dursun K)
-
Makinelerde tutup çevirmeye, çekmeye yarayan ağaç veya metal parça
- "Bazı ülkelerde sansürün kol gezdiği görülüyor." (Ahmet Kabaklı)
-
Koyun, dana, kuzu vb.nde ön ayağın üst bölümü
-
Ağaçlarda gövdeden ayrılan kalın dal
-
Bazı çalgıların elle tutulan sap bölümü
-
Koltuk, divan vb.nin yan tarafında bulunan dayanmaya yarayan parça
-
Bir şeyin ayrıldığı bölümlerden her biri, dal (I), kısım (II), şube, branş
- "Türk Dil Kurumunun bilim ve uygulama kolları."
-
Karakol
- "Lakin böyle kardan yolların örtüldüğü bu gecede, koldan korku yoktu. Rahatça eğlenebilirlerdi." (Refik Halit Karay)
-
İş takımı, ekip, grup
- "Öteki koldaki iki hamlacıdan birisi acınacak bir zayıflıktaydı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Kanat
- "Sağ kol. Sol kol."
-
Dizi, düzen
- "Yürüyüş kolu."
-
Bir halat oluşturan bükülmüş lif demetlerinden her biri
-
[isim]
İnsan vücudunda omuz başından parmak uçlarına kadar uzanan bölüm
- SEL
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Sürekli yağan yağmurdan veya eriyen kardan oluşan, geçtiği yerlere zarar veren taşkın su
- "Durmaz akar gözüm yaşı sel gibi." (Âşık Veysel)
- "Sel gider kum kalır misali, türküler gidiyor, şiirler kalıyor." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
Hareket hâlindeki büyük kalabalık, yığın
- "Ellerinde çantalı, küçük yiyecek paketleri, kadınlı erkekli bir memur seli, Ulus Meydanı'na doğru akıyor." (Necati Cumalı)
-
Etki ve iz bırakan güçlü durum veya davranış
-
[isim]
Sürekli yağan yağmurdan veya eriyen kardan oluşan, geçtiği yerlere zarar veren taşkın su
- ÇÖL
-
-
[isim]
Kumluk, susuz ve ıssız geniş arazi, sahra, badiye
- "Koskoca çölü, yapı ve bahçelerle donattık." (Falih Rıfkı Atay)
-
[isim]
Kumluk, susuz ve ıssız geniş arazi, sahra, badiye
- FOL
-
Kelime Kökeni : Rumca
-
[isim]
Tavuğun istenilen yere yumurtlaması için o yere konulan yumurta veya yumurtaya benzeyen şey
- "Kız kardeşi ile Mahir daha ortada fol yok yumurta yokken gelin güveyi olmuşlar." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
[isim]
Tavuğun istenilen yere yumurtlaması için o yere konulan yumurta veya yumurtaya benzeyen şey