Sonunda l olan 3 harfli 57 kelime var. L harfi ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde l harfi olan kelimeler listesine ya da başında l harfi olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi

Harf Sayısına Göre Kelimeler


Kelime bulma makinesi

Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.



Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)

YOL

  1. [isim] Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik
    • "Hayatta epeyce yol almış, çoluk çocuğa karışmış bir münevver olarak sürüden ayrılmaya korkuyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
    • "Bütün günlerimiz için kendimize bir yol çizer, sonra her gün bunun aksine hareket ederiz." (Abdülhak Şinasi Hisar)
    • "Elinde güçlü bir çıra vardı, onu yüksekte tutarak yolculara yol gösteriyordu." (Nezihe Araz)
    • "Senin yolunu kesecek, engel olacak değilim." (Mahmut Yesari)
  2. Karada insanların ve hayvanların geçmesi için açılan veya kendi kendine oluşmuş, yürümeye uygun yer
    • "Bahçeleri bahçelere toprak yollar bağlardı." (Çetin Altan)
    • "Biz benzincinin istihkakını düşeriz, siz de benzini alırsınız, diye yol gösterirler." (Memduh Şevket Esendal)
    • "Yola öğle yemeğinden sonra çıktık." (Samim Kocagöz)
  3. Genellikle yerleşim alanlarını birbirine bağlamak için düzeltilerek açılmış ulaşım şeridi
    • "Yolda oynayan çocuklara ne olduğunu sordu." (Ömer Seyfettin)
    • "Motorun yanaşmasını bekliyorum, yol kestiği için şimdi hiç gürültü etmiyor." (Zeyyat Selimoğlu)
    • "Mademki bu işi yapamıyorsun, o hâlde başka işimiz yok derler, bana yol verirler." (Orhan Kemal)
    • "Bir roman konusundan yola çıkarak Salâh Birsel'in 'Dört Köşeli Üçgen'iyle Orhan Kemal'in 'Murtaza'sı arasında bir akrabalık kuruverdi." (Selim İleri)
  4. İçinden veya üstünden bir sıvının geçtiği, aktığı yer
    • "Su yolu. Sel yolu."
    • "Seniha'nın bu hareketi türlü türlü tefsirlere yol açtı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
  5. Yolculuk
    • "Yola çıkmak. Yoldan kalmak."
  6. Gidiş çabukluğu, hız
    • "Bu vapurun yolu az."
  7. Davranış, tutum, gidiş veya davranış biçimi
    • "Celal Bey'i sakal bırakma yolunda, kim, hangi örnek özendirdi diye çok düşünmüşümdür." (Haldun Taner)
  8. Uyulan ilke, sistem, usul, tarz, tarik
    • "Duyguların eğitimi de en iyi sanat yoluyla olur."
  9. Kumaşta bulunan çizgi
  10. Kez, defa
  11. Gaye, uğur, maksat
    • "Bu yolda çok emek harcandı."
  12. Bir amaca ulaşmak için başvurulması gereken çare, yöntem
    • "Bu işi yapmanın bir yolu vardır."

KIL

  1. [isim] Bazı hayvanların derisinde, insan vücudunun belli yerlerinde çıkan, üst deri ürünü olan ipliksi uzantı
    • "Hikmet Bey yaman adam, dikkat ettim, hiç istifini bozmadı, kılı kıpırdamadı." (Haldun Taner)
    • "Senin gibi kılı kırk yaran bir kıza name beğendirme başarısından dolayı sevgiliniz beyefendiyi kutlarım." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
    • "Her şeyi kılıfına uydurduktan sonra kılına halel gelmez." (Muammer İzgü)
    • "Yüzlerce Berlinli kendisini seyrediyormuş gibi kılını kıpırdatmadan resim yapardı." (Salâh Birsel)
  2. Keçi tüyü
  3. [sıfat] Keçi tüyünden yapılmış veya dokunmuş olan
    • "Kıl kilim."
    • "Sana kız mı verirler / Kıl şalvar giymeyincek." (H. Türküsü)
  4. [sıfat] Huysuz, geçimsiz (kimse)
  5. Bitkilerde görülen, genellikle silindirimsi, içi boş, çok ince uzantı

SEL

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Sürekli yağan yağmurdan veya eriyen kardan oluşan, geçtiği yerlere zarar veren taşkın su
    • "Durmaz akar gözüm yaşı sel gibi." (Âşık Veysel)
    • "Sel gider kum kalır misali, türküler gidiyor, şiirler kalıyor." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
  2. Hareket hâlindeki büyük kalabalık, yığın
    • "Ellerinde çantalı, küçük yiyecek paketleri, kadınlı erkekli bir memur seli, Ulus Meydanı'na doğru akıyor." (Necati Cumalı)
  3. Etki ve iz bırakan güçlü durum veya davranış

BEL

  1. [isim] İşaret

SOL

  1. [sıfat] Vücutta kalbin bulunduğu tarafta olan, sağ karşıtı
    • "Sol el. Sol kulak."
    • "Sol elimiz bekliyor, çabuk gelin."
  2. [isim] Bu taraftaki yön
    • "Sola dönmek."
  3. [isim] Sosyalizme yakın görüşte olan grup
  4. [isim] Boksta sol yumrukla vuruş

ZÜL

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Alçalma, düşkünlük
  2. Ayıplanacak şey

YIL

  1. [isim] Dünyanın, güneş çevresinde tam bir dolanım yapması için geçen 365 gün, 5 saat ve 49 dakikalık zaman
  2. Miladi takvime göre ocak ayının birinde başlayıp aralık ayının otuz birinde sona eren on iki aylık dönem, sene
    • "Yıl 1919 / Mayısın on dokuzu / Ufukta duran gemi gitgide yaklaşıyor." (Celâl Sahir Erozan)

FİL

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Filgillerin hortumlular takımından, Afrika ve Asya'nın sıcak bölgelerinde yaşayan, çok iri, kalın derili hayvan (Elephas)
  2. Satrançta çapraz hareket ettirilen taş

MAL

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Bir kimsenin, bir tüzel kişinin mülkiyeti altında bulunan, taşınır veya taşınmaz varlıkların bütünü
    • "Mal vardı, mülk vardı. At vardı, araba vardı." (Ömer Seyfettin)
    • "Başka bir gazeteci olsa bu fırsata mal bulmuş Mağribî gibi atlardı." (Haldun Taner)
    • "Sen şimdilik buna karşılık diyeceksin ki dün yüze mal ettiğin arsaları bine, bine olanları on binlere sattın." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
    • "Kendisi şu kadarcık tarla sayesinde ancak akşamları bir kaşık sıcak çorba içecek kadar mal kaldırabiliyor." (Nabizade Nazım)
  2. Büyükbaş hayvan
    • "Boz atlar yağız değildi, artık; mallar erimiş, zayıflamıştı." (Nezihe Araz)
    • "Nereden, kimden almış olursak olalım, bin yıldır onu kendimize mal etmişiz, benimsemişiz." (Nurullah ataç)
    • "Avcılık hayatına mal oldu."
  3. Alınıp satılabilen her türlü ticaret eşyası, emtia
    • "Başkalarından kazandığı iki çocuğu da bu zengin ihtiyara mal ederek mirasa sokacak." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
    • "Gerçi Meclisimebusandaki bağımsızlarla hizipçiler henüz tamamıyla bu partiye mal olmamışlardı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
  4. Bayağı, aşağılık, kötü kimse
    • "Onun ne mal olduğunu bilirim."
  5. Esrar
  6. Orospu

KOL

  1. [isim] İnsan vücudunda omuz başından parmak uçlarına kadar uzanan bölüm
    • "Sade çocuğuna değil, eşine de kol kanat gerer, ona da analık eder." (Haldun Taner)
    • "Bunlar şehir subaşısının adamları, dizdarlardı. Kol geziyorlardı." (Ömer Seyfettin)
    • "Polis düdükleriyle yeniden fırladım. Meğer hırsızlar kola çıkmış." (Ragıp Akyavaş)
    • "Selami de kolları paçaları sıvayıp Ali Naci'nin yardımına koşmuştu." (Yusuf Ziya Ortaç)
  2. Vücudunun bu bölümünü saran bölümü
    • "Kara yağız oğlan yalandan gözlerinin yaşını pembe mintanının kollarına siliyordu." (Osman Cemal Kaygılı)
    • "İnsanı üşütmeyen, ılık gezginci bir yağmur bulutu ağır ağır kol geziyordu." (Tarık Dursun K)
  3. Makinelerde tutup çevirmeye, çekmeye yarayan ağaç veya metal parça
    • "Bazı ülkelerde sansürün kol gezdiği görülüyor." (Ahmet Kabaklı)
  4. Koyun, dana, kuzu vb.nde ön ayağın üst bölümü
  5. Ağaçlarda gövdeden ayrılan kalın dal
  6. Bazı çalgıların elle tutulan sap bölümü
  7. Koltuk, divan vb.nin yan tarafında bulunan dayanmaya yarayan parça
  8. Bir şeyin ayrıldığı bölümlerden her biri, dal (I), kısım (II), şube, branş
    • "Türk Dil Kurumunun bilim ve uygulama kolları."
  9. Karakol
    • "Lakin böyle kardan yolların örtüldüğü bu gecede, koldan korku yoktu. Rahatça eğlenebilirlerdi." (Refik Halit Karay)
  10. İş takımı, ekip, grup
    • "Öteki koldaki iki hamlacıdan birisi acınacak bir zayıflıktaydı." (Sait Faik Abasıyanık)
  11. Kanat
    • "Sağ kol. Sol kol."
  12. Dizi, düzen
    • "Yürüyüş kolu."
  13. Bir halat oluşturan bükülmüş lif demetlerinden her biri

DÖL

  1. [isim] Canlıların üremesi sonucu ortaya çıkan yeni birey veya bireylerin bütünü, zürriyet, nesil
    • "Macarların çoğunun bize benzeyişinin bir nedeni de bu döl karışmasıdır." (Haldun Taner)
  2. Yavru, çocuk
    • "Yarenlik mi ediyordun, Kara Osman'ın dölüyle?" (Turan Oflazoğlu)

FAL

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Geleceği öğrenmek, şans ve kısmeti anlamak amacıyla oyun kâğıdı, kahve telvesi, el ayası vb.ne bakarak anlam çıkarma, bakı
    • "Ben bütün fallara, bütün rüyalara, bütün itikatlara inanırım." (Peyami Safa)
    • "Tutun birer niyet de açayım size birer maydanozlu fal!" (Osman Cemal Kaygılı)
    • "Para ile fala baktığı hâlde geçim sıkıntısından kurtulamıyor." (Reşat Nuri Güntekin)

NAL

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] At, eşek, öküz vb. yük hayvanlarının tırnaklarına çakılan, ayağın şekline uygun demir parçası
    • "Atların nal tıkırtıları, demir tekerlek gürültüleri işitildi." (Ömer Seyfettin)
    • "Kitap bastırmak, yazı yazmak takatinden mahrum, nalları dikeceksiniz." (Sait Faik Abasıyanık)

KEL

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [sıfat] Saçı dökülmüş olan (kimse)
    • "Hekimler ne bilirmiş? Kelin medarı olsa kendi başında olur. Onlar ölmeyecek mi?" (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
  2. Çıplak (doğa), yaprakları dökülmüş (bitki)
    • "Yükselip alçalıyor, kel tepelerin etrafını dönüyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
  3. Gelişmemiş, cılız (bitki)
    • "Kel bir ağaç."
  4. İçinde az eşya bulunan

ÇÖL

  1. [isim] Kumluk, susuz ve ıssız geniş arazi, sahra, badiye
    • "Koskoca çölü, yapı ve bahçelerle donattık." (Falih Rıfkı Atay)

KAL

  1. [isim] Bir alaşımdaki madenlerin erime derecesi farkından yararlanarak bunları birbirinden ayırma işlemi

SAL

  1. [isim] Birçok kalın direk yan yana bağlanarak yapılan, düz ve korkuluksuz deniz veya ırmak taşıtı
    • "Dalgaları ufukları örten bir denizde, küçük bir sal parçası üstünde bir boraya mı tutulduk?" (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)

KUL

  1. [isim] Tanrı'ya göre insan, abd
    • "Kul ile Tanrı'nın arasına girilmez."
    • "Ben serüvenlere kul olmayacağım, serüvenler bana kul olacak." (Atilla İlhan)
    • "Kulunuz bu kadar yıl yaşadım, kahveye adımımı atmış değilim." (Haldun Taner)
  2. Köle
    • "Kendisi kabilenin beyinin kullarından birinin kızıydı. Ve beyler yalnız kendi kullarını değil, kullarının evladını da satabilirlerdi." (Halide Edip Adıvar)
  3. Karavaş

HAL

Kelime Kökeni : Arapça

  1. Çözme, çözülme
  2. Eritme
  3. Karışık bir sorunun içinden çıkma, sonuca varma

KÜL

  1. [isim] Yanan şeylerden artakalan toz madde
    • "Ocağın külleri üstünde duran tenceredeki fasulyeyi bitirdiler." (Memduh Şevket Esendal)
    • "Tatlı bir cızırtı çıkararak çabucak tutuşur, mavi ve sincabi bir buhar bırakarak kül oluverirdi." (Ömer Seyfettin)

Kelime Anlamları Kaynağı : Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğü