İçinde ş olan 3 harfli 66 kelime var. İçerisinde Ş harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ş harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu ş harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi

Harf Sayısına Göre Kelimeler


Kelime bulma makinesi

Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.



Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)

BAŞ

  1. [isim] İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız vb. organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser
    • "Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı." (Necati Cumalı)
    • "Benim hilem hurdam yoktur, canı isteyen baktırmasın, zaten bu sanattan memnun değilim. Lakin baş alamıyorum ki." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
    • "Ara sıra işten baş aldıkça Semiha'yı özlüyordum." (Reşat Nuri Güntekin)
    • "Bu fiyata verirsem baş bulmaz."
  2. Bir topluluğu yöneten kimse
    • "Cumhurbaşkanı devletin başıdır." (Anayasa)
    • "Uzun boyu, kumral saçları, sevimli çehresiyle birçok kadınlara sokakta baş çevirtiyordu." (Hüseyin Cahit Yalçın)
    • "Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor / Asrın baş eğdi sandığı at şaha kalkıyor." (Faruk Nafiz Çamlıbel)
    • "Hep baş olmaya bakarız ve olduktan sonra nasihat veririz." (Burhan Felek)
  3. Başlangıç
    • "Hafta başı. Ay başı. Yılbaşı. Satır başı."
    • "En sonunda rüzgârların istikametine baş verdi." (Sait Faik Abasıyanık)
    • "Gidip iskelenin başına dikiliyor gelen yolcuyu buyur etmek için." (Zeyyat Selimoğlu)
    • "O gün Bakırköy'den gelirken yolda benim başıma gelenleri sana bir anlatsam..." (Osman Cemal Kaygılı)
  4. Temel, esas
    • "Gücün, erdemliğin, bilimin, her şeyin başı paradır, para." (Halide Edip Adıvar)
    • "Tekrar masanın başına geçerek tavla oynamaya başladık." (Reşat Nuri Güntekin)
  5. Arazide en yüksek nokta
    • "Dağın başı. Tepenin başı."
  6. Bir şeyin genellikle toparlakça ucu
    • "Toplu iğne başı."
    • "Avucumuzun içinde sakladığımız sigaraların yanmış ucu ile fitillerin başını yaktık." (Falih Rıfkı Atay)
  7. Bir şeyin uçlarından biri
    • "Bu müjde verilince acele yerinden kalktı, merdiven başına yürüdü." (Refik Halit Karay)
  8. Kasaplık hayvanlarda ve bazı yiyeceklerde adet
    • "Yirmi baş koyun. On baş sığır. Üç baş soğan."
  9. Para değiştirirken verilen veya alınan üstelik, sarrafiye
  10. Bir şeyin yakını veya çevresi
    • "Mangal başı. Havuz başı."
  11. "Önem veya yönetim bakımından ileride olan, en önemli, en üstün" anlamlarında birleşik kelimeler yapan bir söz
    • "Başbakan, başçavuş, başhekim, başkent, başöğretmen, başpehlivan, başrol, başsavcı."
  12. Güreşte pehlivanların ayrıldıkları beş derecenin en yükseği
    • "Başa güreşmek."
  13. Deniz teknelerinde ön taraf

DIŞ

  1. [isim] Herhangi bir cisim veya alanın sınırları içinde bulunmayan yer, hariç, iç karşıtı
    • "Hafta sonunda şehrin dışına çıkıyoruz. Şehrin artık dışındayız. Bostanlar, bağlar, sürülmüş tarlalar." (Ahmet Haşim)
    • "Size hiç bu mektupların dışında 'Muhterem Yusuf Ziya Beyefendi' diyen oluyor mu?" (Yusuf Ziya Ortaç)
    • "Uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz." (Anayasa)
    • "Hiçbir şeye karışmadan olayların dışında kalmak isteyenlerin çabaları boşunaydı." (Necati Cumalı)
  2. Bir konunun kapsamına girmeyen şey
  3. Görülen, içte bulunmayan yüzey
    • "Bardağın dışı kirli."
  4. Bir kimsenin görünüşü, durum ve davranışları
  5. Bireyin ötesinde bir varlığı olan
    • "Dış dünya."
  6. [sıfat] Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha uzak olan
    • "Dış kapı. Dış duvar."
  7. [sıfat] Yabancı ülkelerle ilgili
    • "Dış siyaset. Dış ilişkiler."
  8. Açık havada geçen sahneleri içine alan çekim
  9. Bazı top oyunlarında karşı takım oyuncularının vuruşuyla topun kalenin bulunduğu taraftan dışarı çıkması, aut

ŞAK

  1. [isim] Eni geniş bir şeyle vurulduğunda çıkan ses
    • "Şak diye yüzüne vurdu."

KEŞ

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [isim] Yağı alınmış sütten veya yoğurttan yapılan peynir
  2. Kış için kurutulan yağsız, tuzsuz yoğurt

BOŞ

  1. [sıfat] İçinde, üstünde hiç kimse veya hiçbir şey bulunmayan, dolu karşıtı
    • "Yaralı kaymakamla iki emir eri de boş kalan kompartımana rahatça yerleştiler." (Aka Gündüz)
    • "Nasıl boş bulunup o gazeteci kızın resmini çekmesine imkân verdi?" (Atilla İlhan)
    • "Ben birkaç gündür arıyorum, birkaç yerlere başvurdum, boş çıktı." (Memduh Şevket Esendal)
    • "Ankara'ya giden hiçbir heyetin geri boş döndüğünü görmedik." (Yahya Kemal)
  2. Görevlisi olmayan (iş, görev), münhal
    • "Boş kadro."
    • "Bizden sonra cenaze çıkmış bir eve benzeyen Bekirağa bölüğündeki arkadaşlar boş durmamışlardı." (Hüseyin Cahit Yalçın)
    • "Her senede üç dört ay, bahusus kışın boş kalırız." (Sait Faik Abasıyanık)
  3. Yapılacak işi olmayan, işsiz
    • "Bugün sabah boşum, gelebilirsin."
  4. [zarf] İşsiz bir biçimde
    • "Boş oturmak, aylak durmak insanı çabuk çökertir." (Haldun Taner)
  5. Verimsiz
  6. Anlamsız
    • "Bilirim, sen bu gibi boş yazılardan hoşlanmazsın!" (Memduh Şevket Esendal)
  7. Habersiz, hazırlıksız
    • "Tatar dilencinin küfürlerine işte böyle boş yakalandım." (Orhan Pamuk)
  8. Bilgisiz
    • "Daha meselesiz, daha cahil, daha boş, daha yakışıklıydılar." (Sait Faik Abasıyanık)
  9. Bir işe yaramayan, yararsız
    • "Yaşlı başlı insanlarız dedi. Birbirimizi boş tesellilerle aldatacak değiliz." (Reşat Nuri Güntekin)

ŞİŞ

  1. [isim] Şişmiş olan yer, şişlik
  2. [sıfat] Şişmiş, şişkin, kabarık
    • "Emine Hanım'ın şiş gözleri daha sakindi." (Halide Edip Adıvar)

ŞAD

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [sıfat] Sevimli, neşeli

ÇÜŞ

  1. [ünlem] Yürüyen eşeği durdurmak için söylenen söz
  2. Yakışıksız bir davranış karşısında söylenen kaba bir söz

LOŞ

  1. [sıfat] Yeterince aydınlık olmayan, yarı karanlık, az ışık alan
    • "İçeriye doğru gittiler, loş bir köşede, küçük bir masaya yerleştiler." (Halide Edip Adıvar)
  2. Az aydınlatan (ışık)

ŞAN

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Ün, san, şöhret
    • "Onların karşısında ilk elde çekilmeyi şanına yediremedi." (Ömer Seyfettin)
  2. Gösteriş, gösterişlilik

ŞIP

  1. [isim] Düşen su damlasının çıkardığı ses

ŞİA
...
MAŞ

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [isim] Bir çeşit börülce (Phaseolus aureus)

LEŞ

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [isim] Kokmuş hayvan ölüsü
    • "Yollarda insan, at ve deve leşleri nadir değildir." (Falih Rıfkı Atay)
    • "Evin içini allak bullak edip leşini gözünün önüne sereyim mi?" (Sermet Muhtar Alus)
  2. Çok kötü kokan

NİŞ

Kelime Kökeni : Fransızca

  1. [isim] Duvar içinde bırakılan oyuk, göz, hücre

ŞAL

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [isim] Genellikle Hindistan'da dokunan, özel motifleri olan değerli bir yün kumaş
    • "Genç kadın, yün şalını başına almışken çıkardı." (Reşat Enis)
  2. Kadınların omuzlarını örtmek için kullandıkları geniş atkı
    • "Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı... / Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı..." (Yahya Kemal Beyatlı)

ŞOV

Kelime Kökeni : İngilizce

  1. [isim] Genellikle şarkı, dans vb. eğlence türlerinin yer aldığı gösteri

ŞAH

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [isim] İran veya Afgan hükümdarı
  2. Satranç oyununda her yönde tek hane gidebilen en önemli taş
    • "Sonra şahını bir hane geri aldı." (Sait Faik Abasıyanık)
  3. Alevilik, Bektaşilikte pir
  4. [sıfat] Benzerlerine oranla en üstün, en güzel, en iyi

ŞEN

  1. [sıfat] Yaşamaktan mutlu olduğunu davranışlarıyla belli eden, sevinçli, neşeli
    • "Hayatta daima şen insanlarla beraber olun, gamlı insanların gamı size de bulaşır." (Reşat Enis)
    • "Sizler gidin, genç kızların türküsüyle şen olun." (Mehmet Emin Yurdakul)
  2. Neşe veren, neşelendiren, eğlenceli
    • "Şen kahkahalar yükseliyorken evinizden / Bendim geçen ey sevgili sandalla denizden." (Yahya Kemal Beyatlı)
  3. Neşe belirtisi olan

FİŞ

Kelime Kökeni : Fransızca

  1. [isim] Prizden elektrik akımı almaya yarayan araç
  2. Alışverişlerde ödenen paranın miktarını, vergilerini, alışverişin yapıldığı tarihi gösteren belge
  3. Bir eserin hazırlanmasında kolaylık sağlamak veya bir işe kılavuzluk etmek için yazılıp sınıflandırılan küçük kâğıt yapraklarından her biri
  4. Kumarda, bazı alışveriş işlerinde para yerine kullanılan pul vb. şey
  5. Bir işi yaptırmak veya gereken sıranın alındığını belirtmek için bir koçandan koparılmış kâğıtlardan her biri, makbuz
    • "Fiş almak. Fiş kesmek."
  6. Okuma yazma öğretiminde kullanılan, üzerine hece, kelime, cümle yazılı karton parçası

Kelime Anlamları Kaynağı : Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğü