İçinde ş olan 3 harfli 66 kelime var. İçerisinde Ş harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ş harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu ş harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- BEŞ
-
-
[isim]
Dörtten sonra gelen sayının adı
- "Doktorun oğlu imtihansız geçmek değil, ağzı ile kuş tutsa bile beş para etmez." (Asaf Halet Çelebi)
-
Bu sayıyı gösteren 5, V rakamlarının adı
-
[sıfat]
Dörtten bir artık
-
İlkokul
- "Biz okumadık. Beşi bitirdik; gazete, mektup okumasını söküp meramımızı anlatacak kadar..." (Tarık Dursun K)
-
[isim]
Dörtten sonra gelen sayının adı
- FOŞ
-
-
[isim]
Suyun ani ve fazla miktarda dökülmesi sırasında çıkan ses
-
[isim]
Suyun ani ve fazla miktarda dökülmesi sırasında çıkan ses
- HOŞ
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[sıfat]
Beğenilen, duyguları okşayan, zevk veren
- "Hoş bir ses."
- "Arkadaşlarının birçok yolsuzluklarını, uygunsuzluklarını hoş görmeye mecburdur." (Reşat Nuri Güntekin)
- "İhtiyar adam, bu şaka çok hoşuna gitmiş gibi güldü." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[zarf]
Bununla birlikte
- "Hoş, benim de evlenmeye pek niyetim yok ya." (Halide Edip Adıvar)
-
[zarf]
Beğenilen, duyguları okşayan bir biçimde
-
[sıfat]
Beğenilen, duyguları okşayan, zevk veren
- BAŞ
-
-
[isim]
İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız vb. organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser
- "Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı." (Necati Cumalı)
- "Benim hilem hurdam yoktur, canı isteyen baktırmasın, zaten bu sanattan memnun değilim. Lakin baş alamıyorum ki." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
- "Ara sıra işten baş aldıkça Semiha'yı özlüyordum." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Bu fiyata verirsem baş bulmaz."
-
Bir topluluğu yöneten kimse
- "Cumhurbaşkanı devletin başıdır." (Anayasa)
- "Uzun boyu, kumral saçları, sevimli çehresiyle birçok kadınlara sokakta baş çevirtiyordu." (Hüseyin Cahit Yalçın)
- "Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor / Asrın baş eğdi sandığı at şaha kalkıyor." (Faruk Nafiz Çamlıbel)
- "Hep baş olmaya bakarız ve olduktan sonra nasihat veririz." (Burhan Felek)
-
Başlangıç
- "Hafta başı. Ay başı. Yılbaşı. Satır başı."
- "En sonunda rüzgârların istikametine baş verdi." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Gidip iskelenin başına dikiliyor gelen yolcuyu buyur etmek için." (Zeyyat Selimoğlu)
- "O gün Bakırköy'den gelirken yolda benim başıma gelenleri sana bir anlatsam..." (Osman Cemal Kaygılı)
-
Temel, esas
- "Gücün, erdemliğin, bilimin, her şeyin başı paradır, para." (Halide Edip Adıvar)
- "Tekrar masanın başına geçerek tavla oynamaya başladık." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Arazide en yüksek nokta
- "Dağın başı. Tepenin başı."
-
Bir şeyin genellikle toparlakça ucu
- "Toplu iğne başı."
- "Avucumuzun içinde sakladığımız sigaraların yanmış ucu ile fitillerin başını yaktık." (Falih Rıfkı Atay)
-
Bir şeyin uçlarından biri
- "Bu müjde verilince acele yerinden kalktı, merdiven başına yürüdü." (Refik Halit Karay)
-
Kasaplık hayvanlarda ve bazı yiyeceklerde adet
- "Yirmi baş koyun. On baş sığır. Üç baş soğan."
-
Para değiştirirken verilen veya alınan üstelik, sarrafiye
-
Bir şeyin yakını veya çevresi
- "Mangal başı. Havuz başı."
-
"Önem veya yönetim bakımından ileride olan, en önemli, en üstün" anlamlarında birleşik kelimeler yapan bir söz
- "Başbakan, başçavuş, başhekim, başkent, başöğretmen, başpehlivan, başrol, başsavcı."
-
Güreşte pehlivanların ayrıldıkları beş derecenin en yükseği
- "Başa güreşmek."
-
Deniz teknelerinde ön taraf
-
[isim]
İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız vb. organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser
- KIŞ
-
-
[isim]
Kuzey yarım kürede 22 Aralık-21 Mart tarihleri arasındaki zaman dilimi, sonbaharla ilkbahar arasındaki soğuk mevsim
- "Kıştı. Yerler iki karış kar tutmuştu." (Tarık Buğra)
-
Çok soğuk hava
-
[isim]
Kuzey yarım kürede 22 Aralık-21 Mart tarihleri arasındaki zaman dilimi, sonbaharla ilkbahar arasındaki soğuk mevsim
- KİŞ
- ...
- ŞAH
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
İran veya Afgan hükümdarı
-
Satranç oyununda her yönde tek hane gidebilen en önemli taş
- "Sonra şahını bir hane geri aldı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Alevilik, Bektaşilikte pir
-
[sıfat]
Benzerlerine oranla en üstün, en güzel, en iyi
-
[isim]
İran veya Afgan hükümdarı
- YAŞ
-
-
[isim]
Doğuştan beri geçen ve yıl birimi ile ölçülen zaman, sin (II)
- "Yaş otuz beş, yolun yarısı eder." (Cahit Sıtkı Tarancı)
- "Yaş ilerliyor. Artık geçti bizden / Kişi ev bark edinmeli vakitten." (Cahit Sıtkı Tarancı)
- "Çocuk daha yaşında değil."
- "Hâkimler ve savcılar altmış beş yaşını bitirinceye kadar hizmet görürler." (Anayasa)
-
Hayatın çeşitli evrelerinden her biri, çağ
- "Genç yaşında. Kızımızı yetiştirdik bu yaşa getirdik." (Mahmut Yesari)
-
Bir kurum, bir kuruluş, düzen vb.nin kurulduğundan bu yana geçen zaman
- "Yetmiş beş yaşına basan Türkiye Cumhuriyeti."
-
Bir gök cisminin oluşmaya başladığı günden bugüne kadar geçirdiği zaman süresi
-
[isim]
Doğuştan beri geçen ve yıl birimi ile ölçülen zaman, sin (II)
- DÖŞ
-
-
[isim]
Göğüs, bağır
- "Bana yastık olsun döşlerin güzel." (Âşık Veysel)
-
Kaburga altı
-
[isim]
Göğüs, bağır
- DIŞ
-
-
[isim]
Herhangi bir cisim veya alanın sınırları içinde bulunmayan yer, hariç, iç karşıtı
- "Hafta sonunda şehrin dışına çıkıyoruz. Şehrin artık dışındayız. Bostanlar, bağlar, sürülmüş tarlalar." (Ahmet Haşim)
- "Size hiç bu mektupların dışında 'Muhterem Yusuf Ziya Beyefendi' diyen oluyor mu?" (Yusuf Ziya Ortaç)
- "Uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz." (Anayasa)
- "Hiçbir şeye karışmadan olayların dışında kalmak isteyenlerin çabaları boşunaydı." (Necati Cumalı)
-
Bir konunun kapsamına girmeyen şey
-
Görülen, içte bulunmayan yüzey
- "Bardağın dışı kirli."
-
Bir kimsenin görünüşü, durum ve davranışları
-
Bireyin ötesinde bir varlığı olan
- "Dış dünya."
-
[sıfat]
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha uzak olan
- "Dış kapı. Dış duvar."
-
[sıfat]
Yabancı ülkelerle ilgili
- "Dış siyaset. Dış ilişkiler."
-
Açık havada geçen sahneleri içine alan çekim
-
Bazı top oyunlarında karşı takım oyuncularının vuruşuyla topun kalenin bulunduğu taraftan dışarı çıkması, aut
-
[isim]
Herhangi bir cisim veya alanın sınırları içinde bulunmayan yer, hariç, iç karşıtı
- ŞAP
-
-
[isim]
İstekle öperken çıkan ses
- "Şap diye elinden öptü."
-
Birden yere düşme veya çarpma sırasında çıkan ses
-
[isim]
İstekle öperken çıkan ses
- ŞEY
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb.nin yerine kullanılan, belirsiz anlamda bir söz
- "Bana sen pek çok şey kazandırdın." (Refik Halit Karay)
-
Nesne, madde
- "Asıl zorluk belki öğrenilmesi lazım gelen şeylerin değil, unutulması gereken şeylerin çokluğundan gelir." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
[isim]
Madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb.nin yerine kullanılan, belirsiz anlamda bir söz
- NİŞ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Duvar içinde bırakılan oyuk, göz, hücre
-
[isim]
Duvar içinde bırakılan oyuk, göz, hücre
- KUŞ
-
-
[isim]
Yumurtlayan omurgalılardan, akciğerli, sıcakkanlı, vücudu tüylerle örtülü, gagalı, iki ayaklı, iki kanatlı uçucu hayvanların ortak adı
- "Çalıların üstünde kuşlar cıvıldayarak uçuşuyordu." (Ömer Seyfettin)
- "Sokağa çıkmak, çocukların arasına karışmak için pencerede, kafeste kuş gibi çırpınırım." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Kaç gündür helak oluyor fukara, biraz dinlensin; kuş kadar canı var, temelli eriyip bitecek!" (Atilla İlhan)
- "Ege kıyısının kuş uçmaz, kervan geçmez bir nahiyesinde muallimdim." (Halikarnas Balıkçısı)
-
[isim]
Yumurtlayan omurgalılardan, akciğerli, sıcakkanlı, vücudu tüylerle örtülü, gagalı, iki ayaklı, iki kanatlı uçucu hayvanların ortak adı
- LOŞ
-
-
[sıfat]
Yeterince aydınlık olmayan, yarı karanlık, az ışık alan
- "İçeriye doğru gittiler, loş bir köşede, küçük bir masaya yerleştiler." (Halide Edip Adıvar)
-
Az aydınlatan (ışık)
-
[sıfat]
Yeterince aydınlık olmayan, yarı karanlık, az ışık alan
- DİŞ
-
-
[isim]
Çene kemiklerinin üstüne dizili, ısırıp koparmaya ve çiğnemeye yarayan sert, beyaz organlardan her biri
- "İşlerinden uzaklaştırılanlara gelince onlar Bahadır'a fena hâlde diş bilemekte idiler." (Haldun Taner)
- "Karşısındakine diş geçirmek inadı gene kabarmıştı." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Anası cahil kadın... Delikanlı oğluna diş geçiremedi." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Şöyle iki dişe dokunan, ciğere işleyen söz işitsem, şöyle tatlı, basit bir nağme duysam yok mu..." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Çark, testere, tarak vb. çentikli şeylerdeki çıkıntıların her biri
- "Çarkın dişleri tebessüm eder gibi tatlı bir ses çıkardı." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Kelimeyi dişimize vurmuşuz, beğenmişiz, saklamışız. Benimsemişiz." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
Sarımsak dilimi, karanfil vb.nde dişe benzetilen tane
- "Bir diş sarımsak, iki diş karanfil."
-
Bazı dantel ve işlemelerin kenarlarındaki yuvarlak sivri bölüm
-
Omurgalı hayvanların çenelerinde veya ilkel yapılı omurgalıların gırtlak ve ağızlarında bulunan kemiksi sert parçalar
-
[isim]
Çene kemiklerinin üstüne dizili, ısırıp koparmaya ve çiğnemeye yarayan sert, beyaz organlardan her biri
- ŞİF
-
-
[isim]
Pamuk kozası
-
Şırası alınmış üzüm posası
-
[isim]
Pamuk kozası
- ŞAZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Ayrık, kural dışı, müstesna
-
[sıfat]
Ayrık, kural dışı, müstesna
- ŞAD
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[sıfat]
Sevimli, neşeli
-
[sıfat]
Sevimli, neşeli
- ŞEM
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Mum, balmumu
- "Beni candan usandırdı cefadan yâr usanmaz mı / Felekler yandı ahımdan muradım şemi yanmaz mı?" (Fuzulî)
-
[isim]
Mum, balmumu