İçinde ğ olan 4 harfli 61 kelime var. İçerisinde Ğ harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ğ harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu ğ harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- AĞAÇ
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Meyve verebilen, gövdesi odun veya kereste olmaya elverişli bulunan ve uzun yıllar yaşayabilen bitki
                    
                    - "Neredesin yahu, seni bekleye bekleye ağaç olduk."
 
- 
                        [sıfat]
                    
                        Bu gibi bitkilerin gövdesinden ve dallarından yapılan
                    
                    - "Ağaç tekne."
 
- 
                    
                        Direk
                    
                    
 
- 
                        [isim]
                    
                        Meyve verebilen, gövdesi odun veya kereste olmaya elverişli bulunan ve uzun yıllar yaşayabilen bitki
                    
                    
- AĞMA
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Ağmak işi
                    
                    
- 
                    
                        Akan yıldız
                    
                    
 
- 
                        [isim]
                    
                        Ağmak işi
                    
                    
- ÖĞÜR
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Akran
                    
                    - "Çoluk çocuk öylesine öğür oldular ki anları dışarıdan gören pekâlâ çok nüfuslu tek bir aile sanabilirdi." (Haldun Taner)
 
- 
                    
                        Takım, fırka, zümre
                    
                    
- 
                        [sıfat]
                    
                        Öğrenmiş
                    
                    
- 
                        [sıfat]
                    
                        Alışmış, yadırganmaz olmuş, menus
                    
                    
 
- 
                        [isim]
                    
                        Akran
                    
                    
- AĞVA
- ...
- AĞLI
- 
    - 
                        [sıfat]
                    
                        Ağı bulunan
                    
                    
 
- 
                        [sıfat]
                    
                        Ağı bulunan
                    
                    
- EĞME
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Eğmek işi
                    
                    
 
- 
                        [isim]
                    
                        Eğmek işi
                    
                    
- AĞIM
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Ayağın üstündeki tümsek yer
                    
                    
 
- 
                        [isim]
                    
                        Ayağın üstündeki tümsek yer
                    
                    
- OĞUL
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Erkek evlat
                    
                    - "Ertesi günü kardeşimin büyük oğlu geldi." (Memduh Şevket Esendal)
 
- 
                    
                        Bazı kelimelerin anlamını pekiştirmek için kullanılan bir söz
                    
                    - "Hinoğluhin."
 
- 
                    
                        Bir ana arıyla birlikte kovandan ayrılan, yeni yetişmiş arı topluluğu
                    
                    - "Oğul arısı."
 
- 
                        [ünlem]
                    
                        Yaşlı kimselerin genç erkeklere söylediği bir seslenme sözü
                    
                    - "Bu su onu da devirir oğul!" (Sait Faik Abasıyanık)
 
 
- 
                        [isim]
                    
                        Erkek evlat
                    
                    
- AĞIR
- 
    - 
                        [sıfat]
                    
                        Tartıda çok çeken, hafif karşıtı
                    
                    - "Kurşun ağır bir madendir. Taş yerinde ağırdır."
- "Yerli halıları gördüm; koyu sıcak kırmızılarla diri maviler ağır basıyordu." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
- "Devlet adamlarının ileri gelenleri böyle sözlere karışmaz, ağır dururlar." (Memduh Şevket Esendal)
- "... bir odacının ağzından bu cevabı almak insana öyle ağır geliyor ki." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
 
- 
                    
                        Çapı, boyutları büyük
                    
                    - "Ağır top. Ağır tank."
- "Peki deyişleri de akılları yattığı için değil, korkuları ağır bastığı için oldu." (Tarık Buğra)
- "Hakem tarafından verilen kırmızı kart ağır kaçtı."
 
- 
                    
                        Değeri çok olan, gösterişli
                    
                    - "Ağır kıyafeti ile muhite uymayan Canan'ın yanında, ne kadar rahat ve sadeydi." (Mithat Cemal Kuntay)
 
- 
                    
                        Çetin, güç
                    
                    - "Denizcilik tarihinin en ağır sorumluluklarından birini üzerine alıyordu." (Feridun Fazıl Tülbentçi)
 
- 
                    
                        Tehlikeli, korkulu, vahim
                    
                    
- 
                    
                        Sıkıntı veren, bunaltıcı
                    
                    
- 
                    
                        Dokunaklı, insanın gücüne giden, kırıcı
                    
                    - "Kızmıştım, Keziban'a söylenecek şöyle ağır bir söz arıyordum." (Nurullah ataç)
 
- 
                    
                        Ağırbaşlı, ciddi
                    
                    - "Bu, on dokuz yaşında ufak tefek bir kızdı. Fakat otuz yaşındaki bir insandan daha ağırdı." (Halide Edip Adıvar)
 
- 
                    
                        Keskin, boğucu (koku)
                    
                    - "Bu koku, en hafif rüzgârla burnu kuvvetli bir adama uzaktan kendini hissettirecek kadar ağırdır." (Falih Rıfkı Atay)
 
- 
                    
                        Sindirimi güç (yiyecek)
                    
                    - "Ağır bir yemek."
 
- 
                    
                        Yoğun
                    
                    - "Evin sofasına girer girmez kendisini ağır bir duman karşıladı." (Abbas Sayar )
 
- 
                    
                        Uyanılması güç, derin (uyku)
                    
                    
- 
                    
                        Kısık, alçak
                    
                    - "Ağaya pek duyurmak istemeyen ağır bir sesle kulağıma eğildi." (Osman Cemal Kaygılı)
 
- 
                    
                        Güç işiten, sağır
                    
                    
- 
                        [zarf]
                    
                        Yavaş
                    
                    - "Cüneyt Bey sözlerini tartıyormuş gibi ağır söylüyordu." (Etem İzzet Benice)
 
- 
                        [isim]
                    
                        Ağır sıklet
                    
                    - "Yıllarca ağırda güreşti."
 
- 
                    
                        Davranışları yavaş olan
                    
                    - "Ağır adam."
 
 
- 
                        [sıfat]
                    
                        Tartıda çok çeken, hafif karşıtı
                    
                    
- AĞRI
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Vücudun herhangi bir yerinde duyulan şiddetli acı
                    
                    - "Sabah yataktan müthiş bir omuz ağrısı ile kalkmıştı." (Haldun Taner)
 
 
- 
                        [isim]
                    
                        Vücudun herhangi bir yerinde duyulan şiddetli acı
                    
                    
- EĞRİ
- 
    - 
                        [sıfat]
                    
                        Doğru veya düz olmayan, bir noktasında yön değiştiren, çarpık, münhani, doğru karşıtı
                    
                    - "Eğri bir yol."
 
- 
                    
                        Yay gibi kavislenmiş, eğmeçli, mukavves
                    
                    - "Eğri kılıç."
 
- 
                    
                        Yatay veya düşey olmayan, bütünüyle bir yana eğilmiş bulunan, eğik, mail
                    
                    - "Eğri bir masa."
 
- 
                        [zarf]
                    
                        Yanlış bir biçimde
                    
                    - "Gazetecilik bu oğlum, eğri, doğru yazılıp çıkmalı." (Memduh Şevket Esendal)
 
- 
                        [isim]
                    
                        Bir olayın şiddetindeki azalış ve çoğalışları gösteren çizgi
                    
                    - "Sıcaklık eğrisi. Hava nemi eğrisi."
 
- 
                        [isim]
                    
                        Doğru veya düz olmayan çizgi, yüzey
                    
                    
 
- 
                        [sıfat]
                    
                        Doğru veya düz olmayan, bir noktasında yön değiştiren, çarpık, münhani, doğru karşıtı
                    
                    
- ÇIĞA
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Mersin balığının, yumurtasından havyar yapılan türü (Acipenser ruthenus)
                    
                    
 
- 
                        [isim]
                    
                        Mersin balığının, yumurtasından havyar yapılan türü (Acipenser ruthenus)
                    
                    
- DÜĞÜ
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Elendikten sonra geriye kalan en ince bulgur
                    
                    
- 
                    
                        Pirinç
                    
                    
 
- 
                        [isim]
                    
                        Elendikten sonra geriye kalan en ince bulgur
                    
                    
- BAĞI
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Büyü
                    
                    
 
- 
                        [isim]
                    
                        Büyü
                    
                    
- EĞİN
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Arka, sırt
                    
                    
- 
                    
                        Beden, vücut
                    
                    - "Büyüdüm çabuk / Entarim eğnime dar." (Behçet Necatigil)
 
- 
                    
                        Boy bos, endam
                    
                    
 
- 
                        [isim]
                    
                        Arka, sırt
                    
                    
- ÖĞLE
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Gün ortası, öğlen
                    
                    - "Ertesi gün öğleye kadar nasıl vakit geçireceğini bilemedi." (Peyami Safa)
 
- 
                    
                        Öğle ezanı
                    
                    
- 
                    
                        Öğle namazı
                    
                    - "Öğleyi de kılar, sonra ağıla çıkarım." (Ömer Seyfettin)
 
 
- 
                        [isim]
                    
                        Gün ortası, öğlen
                    
                    
- ÖĞÜT
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Bir kimseye yapması veya yapmaması gereken şeyler için söylenen söz, nasihat
                    
                    - "Bütün öğütlerine itaat ettiğim hâlde hiçbir şeye muvaffak olamıyorduk." (Aka Gündüz)
- "Ayağını denk al yavrum, ateşle oyun olmaz, diye öğüt verdi." (Haldun Taner)
 
 
- 
                        [isim]
                    
                        Bir kimseye yapması veya yapmaması gereken şeyler için söylenen söz, nasihat
                    
                    
- EĞİK
- 
    - 
                        [sıfat]
                    
                        Yatay bir çizgi veya düzlemle açı oluşturacak biçimde olan, yalman, mail, şev
                    
                    
- 
                    
                        Eğilmiş olan, dik veya düz olmayan
                    
                    
- 
                    
                        Bükülmüş
                    
                    - "Başı yine yere eğik, sol kolu yine kalçasındaydı." (Ömer Seyfettin)
 
- 
                        [isim]
                    
                        Dik veya paralel olmayan doğru
                    
                    
 
- 
                        [sıfat]
                    
                        Yatay bir çizgi veya düzlemle açı oluşturacak biçimde olan, yalman, mail, şev
                    
                    
- KİĞI
- ...
- EĞİŞ
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Eğme işi veya biçimi
                    
                    
 
- 
                        [isim]
                    
                        Eğme işi veya biçimi
                    
                    
