İçinde ğ olan 4 harfli 61 kelime var. İçerisinde Ğ harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ğ harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu ğ harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- AĞMA
-
-
[isim]
Ağmak işi
-
Akan yıldız
-
[isim]
Ağmak işi
- ÖĞÜT
-
-
[isim]
Bir kimseye yapması veya yapmaması gereken şeyler için söylenen söz, nasihat
- "Bütün öğütlerine itaat ettiğim hâlde hiçbir şeye muvaffak olamıyorduk." (Aka Gündüz)
- "Ayağını denk al yavrum, ateşle oyun olmaz, diye öğüt verdi." (Haldun Taner)
-
[isim]
Bir kimseye yapması veya yapmaması gereken şeyler için söylenen söz, nasihat
- UĞRA
-
-
[isim]
Yufka açılırken hamurun tahtaya yapışmaması için serpilen kalın un
-
[isim]
Yufka açılırken hamurun tahtaya yapışmaması için serpilen kalın un
- İĞCİ
-
-
[isim]
İğ kullanan, yapan veya satan kimse
-
[isim]
İğ kullanan, yapan veya satan kimse
- İĞNE
-
-
[isim]
Dikiş dikmeye yarayan, ince, ucu sivri, bir ucunda iplik geçecek deliği bulunan çelik araç
- "Sabah sabah davullar vurulup meydan kurulur. Aman öyle bir kalabalık olur ki iğne atsan yere düşmez." (Eflatun Cem Güney)
- "İğne ile kuyu kazmak gibi bir şeydi oymacılık." (Çetin Altan)
- "Sonunda doktorların ısrarıyla bir sürü kuduz iğnesi yedi." (Refik Erduran)
- "Konuk kadının durgunluğu evdeki tedirginliktendi, iğne üstünde oturuyormuşçasına eğretiydi duruşu." (Burhan Günel)
-
İki şeyi birbirine tutturmaya yarar ince, uzun, ucu sivri, metal araç
- "Çengelli iğne. Toplu iğne."
-
Toplu iğnenin süs olarak kullanılan, iri başlı, renkli bir türü
-
Genellikle kadınların süs olarak elbiselerinin göğüs, yaka vb. yerlerine taktıkları süs eşyası
-
Bazı araçların ucu sivri parçaları
- "Pusula iğnesi."
-
Bazı böceklerin kendilerini savunmak için kullandıkları organ
- "Arının iğnesi. Akrebin iğnesi."
-
Oltanın ucundaki küçük çengel
-
Dokunaklı söz
-
Bitkilerde yumurtacıkla tepecik arasındaki sapçık
-
Şırınga
-
Zerk yolu ile vücuda verilen ilaç
- "Hekim hastaya hap yerine iğne verdi."
-
Vücuda bu yolla ilaç verme işi
- "Eczacının yaptığı bir adrenalin iğnesinden sonra gözlerini açtı." (Haldun Taner)
-
[isim]
Dikiş dikmeye yarayan, ince, ucu sivri, bir ucunda iplik geçecek deliği bulunan çelik araç
- AĞIŞ
-
-
[isim]
Ağma işi veya biçimi
- "Gençlikten orta yaşa, orta yaştan yaşlılığa ağışını birlikte yaşadığım bu ev..." (Adalet Ağaoğlu)
-
Su buharının ve başka gazların yerden havaya doğru çıkışı, yağış karşıtı
-
[isim]
Ağma işi veya biçimi
- ÖĞÜN
-
-
[isim]
Kez, defa
-
Yemek vakti
- "Her öğün tıka basa yediği iki katlı ekmek kadayıfı ile.." (Halide Edip Adıvar)
-
Bir vakitlik yemek
-
[isim]
Kez, defa
- EĞRİ
-
-
[sıfat]
Doğru veya düz olmayan, bir noktasında yön değiştiren, çarpık, münhani, doğru karşıtı
- "Eğri bir yol."
-
Yay gibi kavislenmiş, eğmeçli, mukavves
- "Eğri kılıç."
-
Yatay veya düşey olmayan, bütünüyle bir yana eğilmiş bulunan, eğik, mail
- "Eğri bir masa."
-
[zarf]
Yanlış bir biçimde
- "Gazetecilik bu oğlum, eğri, doğru yazılıp çıkmalı." (Memduh Şevket Esendal)
-
[isim]
Bir olayın şiddetindeki azalış ve çoğalışları gösteren çizgi
- "Sıcaklık eğrisi. Hava nemi eğrisi."
-
[isim]
Doğru veya düz olmayan çizgi, yüzey
-
[sıfat]
Doğru veya düz olmayan, bir noktasında yön değiştiren, çarpık, münhani, doğru karşıtı
- ÇOĞU
-
-
[zamir]
Bir şeyin büyük bölümü
- "Biz o zaman okuduğumuz mısraların çoğunu ezber bilirdik." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "İkinci defa düğünümüzden bahsettim: -Biraz daha sabret Sara dedi. Çoğu gitti azı kaldı." (Aka Gündüz)
-
Çok kimse
- "Arkadaşlarımın çoğu gibi mektebe lalalarla, uşaklarla gitmedim." (Ahmet Hamdi Tanpınar)
-
[zamir]
Bir şeyin büyük bölümü
- AĞCA
- ...
- AĞLI
-
-
[sıfat]
Ağı bulunan
-
[sıfat]
Ağı bulunan
- AĞIZ
-
-
[isim]
Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan boşluk
- "Yusuf Efendi biçareye ağız açtırmıyordu."
- "Gelgelelim Akif, Berlin'e gidip de oradaki kahveleri gördüğü vakit ağız değiştirmek zorunda kalır." (Salâh Birsel)
- "Kolonya dökmekten, şeker tutmaktan, iyi gözükeceğim diye ağız etmekten yoruldu." (Lâtife Tekin)
- "Ben nasıl ağız kullanıyorsam sen de o yolda konuş."
-
Bu boşluğun dudakları çevrelediği bölümü
- "Küçük bir ağız."
- "Aman efendim, bendenize bir ağız açtılar, donakalmışım." (Memduh Şevket Esendal)
- "Çok şükür, ağzı laf yapandan çok, eli işe yatkın aydınlara muhtaç olduğumuzu, anlar gibiyiz." (Atilla İlhan)
- "Hey zavallı balık, diyor, ağzın var dilin yok" (Sait Faik Abasıyanık)
-
Kapların veya içi boş şeylerin açık tarafı
- "Ağızları kopmuş bir çay takımının arasına gizlenmiş, koyu renkli bir cildi oradan alarak bana uzattı." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Bir akarsuyun denize veya göle döküldüğü yer, munsap
- "Çay ağzı."
-
Koy, körfez, liman, yol vb. yerlerin açık yanı
- "Körfezin ağzı. Yol ağzında."
-
Birkaç yolun birbirine kavuştuğu yer, kavşak
-
Kesici aletlerin keskin tarafı
- "Çelik ağızlı, küçük gül makasını kâğıdından çıkardı." (Refik Halit Karay)
-
Bir dilin sınırları içinde, bölgelere ve sınıflara göre değişen söyleyiş özelliği
- "Anlaşılmaz, garip köylü ağızlarıyla konuşuluyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Üslup, ifade özelliği
- "Ertesi günü bazı gazeteler bu haberin bir noktasını yarı resmî bir ağızla tekzip ettiler." (Tarık Buğra)
-
Uç, kenar
- "Topun ağzında. Uçurumun ağzında."
-
Birini yanıltmak, kandırmak amacıyla dolambaçlı birtakım sözler söyleme özelliği
-
Bir bölge ezgilerinde görülen özelliklerin tümü
-
[isim]
Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan boşluk
- IĞIL
-
-
[isim]
Yavaş akan su
- "Iğılda yüzmek kolaydır."
-
[isim]
Yavaş akan su
- EĞME
-
-
[isim]
Eğmek işi
-
[isim]
Eğmek işi
- AĞIM
-
-
[isim]
Ayağın üstündeki tümsek yer
-
[isim]
Ayağın üstündeki tümsek yer
- EĞİM
-
-
[isim]
Eğilmiş olma durumu
-
Bir yüzeyin yatay düzleme doğru eğilmesi, eğiklik, meyil
- "Yamacın eğimi."
-
[isim]
Eğilmiş olma durumu
- AĞRI
-
-
[isim]
Vücudun herhangi bir yerinde duyulan şiddetli acı
- "Sabah yataktan müthiş bir omuz ağrısı ile kalkmıştı." (Haldun Taner)
-
[isim]
Vücudun herhangi bir yerinde duyulan şiddetli acı
- OĞAN
- ...
- EĞİL
- ...
- EĞİN
-
-
[isim]
Arka, sırt
-
Beden, vücut
- "Büyüdüm çabuk / Entarim eğnime dar." (Behçet Necatigil)
-
Boy bos, endam
-
[isim]
Arka, sırt