İçinde ü olan 3 harfli 52 kelime var. İçerisinde Ü harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ü harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu ü harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- ÇÜŞ
-
-
[ünlem]
Yürüyen eşeği durdurmak için söylenen söz
-
Yakışıksız bir davranış karşısında söylenen kaba bir söz
-
[ünlem]
Yürüyen eşeği durdurmak için söylenen söz
- EKÜ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Avro
-
[isim]
Avro
- SÜS
-
-
[isim]
Süslemeye, süslenmeye yarayan şey, bezek
- "Bu zannını bir çeşit materyalist felsefeye uydurarak ona yüksek bir entelektüalizm süsü verirdi." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Süsleme veya süslenme işi
- "Süse düşkün."
-
Anlamı zenginleştiren edebiyat sanatı
- "Divan şiiri süse önem vermiştir."
-
Güzellik veren, güzelleştiren şey
- "Kitabı bir süs kabul etmek, kültür görgüsüzlüğünün en somut örneğini oluşturur." (Tarık Dursun K)
-
[isim]
Süslemeye, süslenmeye yarayan şey, bezek
- TÜY
-
-
[isim]
İnsan ve hayvan derisi üzerinde bulunan ince, kısa, yumuşak ve sık uzantılar
- "İnce güzel kaşlarının ortasında iki tüyü her zamanki gibi tersine dönmüş." (Halide Edip Adıvar)
- "Otelin kapıcısı yalan söylemekte tüy dikiyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Adamlar yüz kiloluk bir yükü tüy gibi kaldırırlar..." (Burhan Felek)
- "Büyük hanım, daha fazla korkuyor, tüyleri diken diken oluyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Kuşların gövdesini örten ince ve tel gibi uzantıların her biri veya tamamı
- "Akıllı kız Güner, ortaya çıkalı ne kadar oldu, daha dün bir bugün iki, baksana iyice tüyü düzmüş." (Atilla İlhan)
- "Ne vahşi, ne korkunç; insanın tüylerini diken diken eden bir ölü sessizliği var." (Orhan Veli Kanık)
-
Bazı bitki ve meyvelerle bazı dokumalar üzerinde görülen ince, kısa, yumuşak ve sık uzantılar
-
[isim]
İnsan ve hayvan derisi üzerinde bulunan ince, kısa, yumuşak ve sık uzantılar
- ÜRE
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Azotlu besinlerin vücutta yanmasıyla oluşan, erimiş bir durumda idrarla dışarı atılan azotlu madde
-
Yapay reçine verniği ve tutkalı üretiminde kullanılan temel gereçlerden beyaz, billursu toz
-
[isim]
Azotlu besinlerin vücutta yanmasıyla oluşan, erimiş bir durumda idrarla dışarı atılan azotlu madde
- GÜM
-
-
[isim]
Derinden ve patlayıcı yankılı gürültü
- "Kapı güm diye kapandı."
- "Göğsünün nasıl güm güm attığını fark eder, ne olur diye meraka düşmekten kendini alamazdı." (Necati Cumalı)
- "Ama sözleri motor gürültüsünün içinde güme gitti." (Haldun Taner)
-
[isim]
Derinden ve patlayıcı yankılı gürültü
- ÖLÜ
-
-
[sıfat]
Hayatı sona ermiş olan, artık yaşamıyor olan, diri karşıtı
- "Bir gün gelip ölülerimizi parayla taşıtacağımızda şüphe yok." (Memduh Şevket Esendal)
- "Arkadaşlarım ölü gibi uyuklarken, ben sabahlara kadar dans ediyordum." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Üç yıldır bizim oralarda kuraklık var. Hele bu yıl ölü gözü kadar rahmet görmedik." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Sevim, Beyhan'ın ölümü öp diye ısrarla getirdiği pastasından bir dilim yedi." (Haldun Taner)
-
[isim]
Ölmüş insan, müteveffa, mevta
-
[isim]
Hayvan leşi
- "Bir tavuk ölüsü."
-
Güçsüz
- "Ölü kandil."
-
Çok durgun, hareketsiz
- "Ölü kentler, boş kaleler, eski saraylar." (Necati Cumalı)
-
Ekileme gücü olmayan, canlılığı olmayan
- "Ölü bir konuşması var."
-
[sıfat]
Hayatı sona ermiş olan, artık yaşamıyor olan, diri karşıtı
- TÜL
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Çok ince gözenekli pamuk, ipek veya sentetik dokuma
-
[sıfat]
Bu dokumadan yapılmış
- "Bütün pencereler eskisi gibi çiçekli ve tül perdeliydi." (Ahmet Haşim)
-
[isim]
Çok ince gözenekli pamuk, ipek veya sentetik dokuma
- LÜK
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Boyacılıkta kullanılan Hint zamkı
-
[isim]
Boyacılıkta kullanılan Hint zamkı
- ÜST
-
-
[isim]
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk, alt karşıtı
- "Köyün üst tarafında, saman, taş ve yangın arasında, üstü sazlarla örtülmüş bir kulübenin önünde ateş yanıyor." (Halide Edip Adıvar)
- "... önlerine katıp köyün üst başındaki pınar yerine çıktılar." (Memduh Şevket Esendal)
- "Böyle üstü başı dökülen bir adama bu kadar yakınlık göstermesi karşısında şaşırıp kaldı." (Tahsin Yücel)
- "Bir çeşit ezbere okuyoruz, durmuyoruz metin üstünde, fikir üstünde." (Azra Erhat)
-
Bir şeyin görülen yanı, yüzü
- "Bu sefer taşın üstünden inip yere oturdu." (Memduh Şevket Esendal)
- "Behiç'le Siyret benden gizlediler, kabahat bizim üstümüzde kalır." (Peyami Safa)
- "Her biri, ayrı bir defter sayfasının gözden geçirilmesini üstüne aldı." (Peyami Safa)
- "Üstüne basa basa olmaz, dedi."
-
Bir şeyin dış yüzü, yüzey
- "Ağzında lokmayı birdenbire yutmaya kıyamıyor, dilinin üstünde gezdiriyordu." (Ömer Seyfettin)
- "Kız belli ki seni gözüne kestirmiş. Üstüne yıkılmak istiyor." (Erhan Bener)
-
Giyecek, giysi
- "Üstünü değiştirmek."
-
Birine göre yüksek aşamada olan kimse, mafevk
-
Vücut, beden
-
Artan, geriye kalan bölüm
- "Bir liranın üstü olarak uşağın getirdiği yetmiş beş kuruşu masanın üstünden kaldırmaz." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
[sıfat]
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan
- "Kadınların beni böyle göz hapsine almaları yüzünden üst düğmelerimi gevşetemiyordum." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[sıfat]
Öte, arka
- "Ben onu Şehzade Camisi'nin üst yanında, sokak içi, eski ahşap bir evde tanıdım." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
[sıfat]
Sınıflamalarda temel olarak alınan bir tipe göre ileri derecede olan
- "Üst makam. Üst rütbedekiler."
-
[isim]
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk, alt karşıtı
- FÜG
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Çok sesli müzikte bir beste
- "Türk romancıları içinde müzikal yapı ve füg sanatı ile romanın yakın ilişkisini de ilk keşfeden o olmuştur." (Haldun Taner)
-
[isim]
Çok sesli müzikte bir beste
- KÜS
-
-
[sıfat]
Küsmüş, dargın
- "Bu sınıfta küs çocuklar var."
-
[sıfat]
Küsmüş, dargın
- ÖCÜ
-
-
[isim]
Küçük çocukları korkutmak için uydurulmuş hayalî yaratık, umacı
-
[isim]
Küçük çocukları korkutmak için uydurulmuş hayalî yaratık, umacı
- YÜK
-
-
[isim]
Araba, hayvan vb.nin taşıdığı şeylerin hepsi
- "Çölde yük götüren vasıta develer, insan taşıyan vasıta hecinlerdir." (Falih Rıfkı Atay)
- "Onların hepsinde sanki bulundukları yere yük oluyorlarmış gibi utangaç ve ürkek bir hâl vardır." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
- "... işgal altındaki memleketlere o günlerde sık sık ve kolaylıkla seyahat etmiş, yükte hafif pahada ağır eşya sokup çıkarmışlardır." (Halide Edip Adıvar)
- "Şikâyet etmeden yükünü çektiği yitik bir yaşamı olmalıydı." (Çetin Altan)
-
Bir şeyin ağırlığı
- "Bunları gazetelere verebilirsem amcama yük olmaktan kurtulacağıma emindim." (Halide Edip Adıvar)
- "Lokanta da her akşamki yükünü almaya başlamıştı." (Tarık Buğra)
-
Araba, hayvan vb.nin taşıyabildiği miktar
- "Bir araba yükü odun."
-
Eşya
- "Bütün yükü bu bavul."
-
Birinin üzerine almak zorunda kaldığı ağır görev
- "Ben bu yükün altına giremem. Bu yüke herkes katlanamaz."
-
Tedirginlik veren şey, engel
-
Bir cismin yüzeyinde biriken elektrik miktarı
-
Yüz bin kuruşluk mal veya tutar
- "Mademki öyledir, bir yük getirip satan herkes iki akçe versin." (Tarık Buğra)
-
Doğacak bebek
-
Yüklük
- "Haydi şu yüke giriver!.." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[isim]
Araba, hayvan vb.nin taşıdığı şeylerin hepsi
- PÜR
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[sıfat]
Dolu (II)
-
[sıfat]
Dolu (II)
- GÜZ
-
-
[isim]
Sonbahar
-
22 Eylül ile 21 Aralık arasındaki mevsim
- "Mevsim güzdü, bol üzüm ve incir vakti idi." (Osman Cemal Kaygılı)
-
[isim]
Sonbahar
- GÜN
-
-
[isim]
Güneş
- "Gün biraz yükselince ıssı bir sıcak kırları kapladı." (Memduh Şevket Esendal)
- "O geceyi çok rahatsız geçiren Rıza ertesi sabah gün ağarırken kalktı." (Haldun Taner)
- "Doktordan gün almam gerekir."
- "Değişiveren şartlar karşısında gün doğmadan neler doğar diye düşündüğü çok olmuştu." (Ayşe Kulin)
-
Güneş ışığı
- "Beş yaşından iki gün aldı."
- "Süleyman kâhya gün atıncaya kadar çadırların arasında dolaştı." (Yahya Kemal)
- "Benim tavukların günü daha dolmamışsa suçlu olan ben miyim?" (Zeyyat Selimoğlu)
-
Gündüz
- "Güneş, bütün gün enselerinde boza pişirmiş." (Haldun Taner)
-
Yer yuvarlağının kendi ekseni etrafında bir kez dönmesiyle geçen 24 saatlik süre
- "Kız kardeşi üç yıl, bir gün olsun canı sıkılmadan yaşadı Tatvan'da." (Necati Cumalı)
-
İçinde bulunulan zaman
- "Aylıkları, günün ihtiyaçları karşısında devede kulak gibi kalıyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Zaman, sıra
- "Biz bu ihtiyara son günlerinde hiç aklından geçirmediği bir saadet sağladık." (Haldun Taner)
-
Çağ, devir
-
İyi yaşanmış zaman
- "Zavallı, gün görmedi."
-
Bayram niteliğinde özel gün
- "Bugün Fransızların günü imiş."
-
Belirli günlerde ev hanımlarının konuk ağırlamak için yaptıkları toplantı
- "Yarın Ayşe Hanım'ın günü."
-
Tarih
-
[isim]
Güneş
- SÜT
-
-
[isim]
Kadınların ve memeli dişi hayvanların yavrularını beslemek için memelerinden gelen, besin değeri yüksek beyaz sıvı
- "Şimdi önümüzden süt dökmüş kedi gibi sakin sakin akıyor." (Haldun Taner)
- "İş söze döküldü mü nedense tutuklaşıyor, süt dökmüş kediye dönüyordu." (Atilla İlhan)
- "Hacı yenge süt gibi saçları, buruşuk yüzüyle asıl şimdi eli öpülecek bir hacı yenge olmuştu." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Fadime'yi aldım götürdüm, kaynanamın odasına bıraktım, sütten kesmiştim." (Halide Edip Adıvar)
-
Bazı bitkilerin türlü organlarında bulunan beyaz renkte öz su
-
Erkek balığın tohumu
-
Süte benzeyen her türlü sıvı
- "Acı badem sütü."
-
Benzin, mazot
-
[isim]
Kadınların ve memeli dişi hayvanların yavrularını beslemek için memelerinden gelen, besin değeri yüksek beyaz sıvı
- BÜK
-
-
[isim]
Ovada veya dere kıyısında çalı ve diken topluluğu
-
Böğürtlen
-
Akarsu kıyılarındaki verimli tarlalar
-
Dönemeç
-
[isim]
Ovada veya dere kıyısında çalı ve diken topluluğu
- GÜR
-
-
[sıfat]
Bol ve güçlü olarak çıkan veya fışkıran
- "Gür, kumral saçlarının çerçevelediği narin yüzü kıpkırmızı idi." (Ömer Seyfettin)
-
Bol, verimli, feyyaz
- "Oralarda deve dikenleri ve çalı süpürgeleri gür, yeşil, pembe bitmişti." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[sıfat]
Bol ve güçlü olarak çıkan veya fışkıran