İçinde mek olan 6 harfli 103 kelime var. İçerisinde MEK bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında mek olan kelimeler listesine ya da Sonu mek ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
E K M Harfleri İle Yazılabilecek Bazı Kelimeler
3 Harfli Kelimeler
KEM
2 Harfli Kelimeler
EK, EM, KE, ME
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- ÜŞÜMEK
-
-
[nsz]
Isı yokluğundan, azlığından veya ısı kaybından etkilenmek, soğuğun etkisini duymak
- "Üşümüş, donmuş gibi, kaba, nasırlı, pis ellerini karnının üstünde sıkıyordu." (Ömer Seyfettin)
-
[nsz]
Isı yokluğundan, azlığından veya ısı kaybından etkilenmek, soğuğun etkisini duymak
- DİLMEK
-
-
[-i]
Bir bütünü ince ve yassı parçalara ayırarak kesmek
- "Şimdi bu elemanları ince ince dileceğim." (Aka Gündüz)
-
Yarmak
-
[-i]
Bir bütünü ince ve yassı parçalara ayırarak kesmek
- YÜZMEK
-
-
[nsz]
Kol, bacak, yüzgeç vb. organların özel hareketleriyle su yüzeyinde veya su içinde ilerlemek, durmak
- "Yüzmek bilmediği için on dakika içinde boğulmuştu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Yüzme sporu yapmak
-
Bir sıvının yüzeyinde batmadan durmak
- "Tahta suda yüzer."
-
Herhangi bir durumun en aşırı derecesinde olmak
- "Hiçbir kaygının gölgelemediği bir saadet içinde yüzmektedir." (Haldun Taner)
-
Dalgalanmak
- "Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak, / Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak." (Mehmet Akif Ersoy)
-
Herhangi bir şeyle üzeri kaplanmak, bir şeye bulanmak
- "Kitaplar toz içinde yüzüyor. Ev pislik içinde yüzüyor."
-
[nsz]
Kol, bacak, yüzgeç vb. organların özel hareketleriyle su yüzeyinde veya su içinde ilerlemek, durmak
- BÖLMEK
-
-
[-i]
Bir bütünü iki veya daha çok parçaya ayırmak, taksim etmek
- "Bir domates aldı, çakıyla dörde böldü." (Necati Cumalı)
-
Birliğin bozulmasına yol açmak, parçalamak
-
Bir niceliği iki veya daha çok eşit parçaya ayırmak
-
[-i]
Bir bütünü iki veya daha çok parçaya ayırmak, taksim etmek
- ÖDEMEK
-
-
[-i]
Bir alışveriş ilişkisinde, borcu alacaklıya vermek, tediye etmek
- "Borç varsa benimkidir, onu ödemek ve teşekkür etmek lazım." (Refik Halit Karay)
-
Bir alışverişte alınan şeyin karşılığını alacaklıya vermek
-
Bedelini vererek bir zararı karşılamak, tazmin etmek
-
Bir iş, bir kuruluş harcanan, yatırılan parayı çıkartmak, itfa etmek
- "Bu fabrika sermayesini beş yılda ödedi."
-
Bir işin, bir görevin karşılığını vermek
- "Bir gece de onunla kal. Bize yaptıklarını ödemiş olursun." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Bir şey karşısında fedakârlık etmek, bir şey elde etmek için özveride bulunmak
-
[-i]
Bir alışveriş ilişkisinde, borcu alacaklıya vermek, tediye etmek
- SİNMEK
-
-
[nsz]
Kendini göstermemek için büzülmek, saklanmak, pusmak
- "Salonda bulunan yirmiyi aşkın insan ürkmüş, sinmişti." (Tarık Buğra)
-
Korku, yılgınlık vb. sebeplerle konuşmamak, hareket etmemek veya tepki göstermemek
- "Artık Emine'nin takdirine, maskaralıklarına mukabele etmiyor, bir köşeye siniyor, düşünüyordu." (Halide Edip Adıvar)
-
[-e]
Hiç çıkmayacak veya güç çıkacak biçimde işlemek, nüfuz etmek
-
Huy, alışkanlık vb. iyice yerleşmek
- "Doktorun bütün ömrüne sinecek bir çirkin dedikodu başlayacak." (Memduh Şevket Esendal)
-
[nsz]
Kendini göstermemek için büzülmek, saklanmak, pusmak
- SÖKMEK
-
-
[-i]
Bir şeyi bulunduğu yerden kuvvet kullanarak veya gevşeterek çıkarmak, çekip ayırmak
- "Bu çoban öyle güçlü görünüyor ki şu yandaki ağacı kavrasa dibinden söker götürür." (Yahya Kemal)
- "... bütün nimet ve imtiyazları söküp atacak." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Kurulmuş bir şeyi parçalarına ayırmak
- "Makineyi sökmek."
-
Rüzgâr, sel, akarsu, bir şeyi yerinden çıkarmak, götürmek
-
Geçip gitmeye engel olan zorlukları atlatmak
- "Araba çamuru sökemedi. Gemi akıntıyı söktü."
-
Karışık bir yazıyı okumak
- "Çok okunaksız bir yazı. Ben söker gibi oldum." (Haldun Taner)
-
[nsz]
Balgam vb.nin çıkması, akması kolaylaşmak
-
Ayırmak, uzaklaştırmak, vazgeçirmek
- "Saplandığı fikirlerden sökemezdiniz." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
[-den]
Örülmüş, dikilmiş şeyin, örgüsünü veya dikişini ayırmak
-
Okuyabilme becerisini kazanmak
- "Bunların Fransızcasını sökmek bir mesele, manalarını sökmek ikinci bir meseledir." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[nsz]
Geçmek, etki yapmak
- "Ne yaparsın, dedi, burada böyle söküyor!" (Falih Rıfkı Atay)
-
[nsz]
Gelmeye başlamak veya çıkagelmek
- "Şermin'le Nermin tam bir saat sonra yani saat beş buçukta söktüler." (Halide Edip Adıvar)
-
[-i]
Bir şeyi bulunduğu yerden kuvvet kullanarak veya gevşeterek çıkarmak, çekip ayırmak
- DİZMEK
-
-
[-i]
Bazı nesneleri iplik, tel vb.ne geçirmek
- "Ortada, hasırların üstünde yığılı tütün yapraklarının etrafında, ana, iki kız oturmuş tütün diziyorlardı." (Necati Cumalı)
-
Yan yana veya üst üste sıralamak
- "Odanın ortasına üç ayaklı masayı koymuş, etrafına sandalyeleri diziyordu." (Peyami Safa)
-
Harfleri yan yana getirerek yazı düzenlemek
-
Düzenlemek, hazırlamak
- "Daha önce kahvaltıyı gül motifli, basma örtülü küçük masaya dizmişti." (Haldun Taner)
-
[-i]
Bazı nesneleri iplik, tel vb.ne geçirmek
- DÜŞMEK
-
-
[-e]
Yer çekiminin etkisiyle boşlukta, yukarıdan aşağıya inmek
- "Havada uçan kuş vurulmuş gibi birdenbire sokağa düşüyor." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Ulan bu kıyafet ne? diye haykırdı. -Ey, dünya bu ... düşmez kalkmaz bir Allah." (Ömer Seyfettin)
- "Beni tanımadan önce de beni tanıdıktan sonra da başka erkeklerle düşüp kalktı." (Necati Cumalı)
-
[-den]
Durduğu, bulunduğu, tutunduğu yerden ayrılarak veya dayanağını, dengesini yitirerek yukarıdan aşağıya inmek
- "Çocukken ağaçtan düşüp ayağım kırılmıştı da ağlayamamıştım." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Onu bu hâle sokan düşüp kalktığı arkadaşlarıdır." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Yere devrilmek, yere serilmek
- "Çocuk koşarken yere düştü."
-
Hava taşıtları kaza sonucu hızla yere inerek çarpmak
-
Vücuda bol gelen giysi aşağı kaymak
-
Yağmak
- "Dağlara kar düştü."
-
Vurmak, değmek, rastlamak
- "İnce uzun dallı badem ağaçlarının alaca gölgeleri sahile inen keçi yoluna düşüyordu." (Ömer Seyfettin)
-
[nsz]
Vakti gelmeden ölü doğmak
-
[-den]
Atlanmak, aradan çıkmak, eksik kalmak
- "Kitabın yeni baskısında buradan bir kelime düşmüş."
-
[nsz]
Eksilmek
- "Gündelikleri yarı yarıya düşmüştü." (Necati Cumalı)
-
Bir zorunluluk sebebiyle bulunduğu yerden ayrılmak, gitmek
- "Bir lokma ekmek uğruna çoluk çocuğu ile gurbet ellere düşmüştü." (Haldun Taner)
-
Aşırı ilgi veya sevgi göstermek
- "Sen bu işin üstüne çok düştün."
-
Uğramak, kapılmak
- "Kadınlar yeni baştan telaşa, heyecana, korkuya düştüler." (Aka Gündüz)
-
Yakışmak, uygun gelmek
- "Bu resim buraya iyi düştü."
-
Yakışık almak
- "Övünmesi de komşulara, arkadaşlara düşer." (Haldun Taner)
-
Ödevi veya yetkisi içinde bulunmak
- "Bana arada bir bakkaldan tuz, limon almak düşüyor, o kadar." (Haldun Taner)
-
Bulunmak
- "Birlikte evden çıkmışlar, limanda iskelenin karşısına düşen kahveye doğru yürümüşlerdi." (Necati Cumalı)
-
Biriyle yaşama, çalışma, birlikte olma durumunda kalmak
- "O asker, gittiğimiz yerde bir aralık benim bölüğüme düşmüştü." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Bir bölüşme sonunda payına ayrılmak
- "Mirastan ona bu ev düştü."
-
Kötü bir sebeple istenmeden bir yerde bulunmak
- "Bu yaşta mahkemelere düşmek..." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[nsz]
İşbaşından uzaklaşmak
- "Kabine düştü."
-
[nsz]
Hızı, gücü, değeri azalmak
- "Arabanın hızı düştü. Paranın değeri düştü."
-
[nsz]
Isı, basınç ve ateş, eksilmek, azalmak
- "İki gün içinde ateş düştü; ağrılar, sızılar hafifledi." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[nsz]
Düşkünleşmek
- "Babam balıkçı amma vaktiyle zenginmiş efendim. Sonradan düşmüş." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Bir yere ansızın gelmek, damlamak, tesadüfen gelmek
- "Bir rastlantı sonucu aralarına düşmüştüm." (Haldun Taner)
-
Belirli zamana rastlamak
- "Babasının Sütlüce'de yeni bir ev alması bu tarihlere düşer." (Memduh Şevket Esendal)
-
[nsz]
Fırsat çıkmak
- "Bir kelepir düştü."
-
[nsz]
Olmak, olumsuz bir duruma girmek
- "Yorgun düşmek. Zayıf düşmek. Şehit düşmek. Esir düşmek."
-
[nsz]
Savaşta savunulmaz duruma gelerek teslim olmak
- "Medine'nin düştüğünü söylemek istedim." (Falih Rıfkı Atay)
-
Bazı deyimlerde "yürümek, birlikte gelmek" anlamlarında kullanılan bir fiil
- "Önüne, peşine, arkasına düşmek."
-
[nsz]
Bayağılaşmak
-
Alışmak, müptela olmak
-
[-e]
Yer çekiminin etkisiyle boşlukta, yukarıdan aşağıya inmek
- GEVMEK
-
-
[-i]
Ağızda katı bir şey çiğnemek, geviş getirmek
-
[-i]
Ağızda katı bir şey çiğnemek, geviş getirmek
- ÖZEMEK
-
-
[-i]
Yoğurt, pekmez vb. koyu şeyleri suyla inceltmek, sulandırmak
-
[-i]
Yoğurt, pekmez vb. koyu şeyleri suyla inceltmek, sulandırmak
- SEÇMEK
-
-
[-i]
Benzerleri arasında hoşa gideni seçip almak veya yararlanmak için ayırmak
- "Ben bu kitabı seçtim."
-
Birine oy vererek bir göreve getirmek
- "Biz sizi başkanlığa seçtik."
-
Üstün, iyi, uygun bularak yeğlemek
- "Benim ne akla hizmet edip de Almanca muallimliğini seçtiğime şaşıp şaşıp kalıyordu." (Haldun Taner)
-
Ne olduğunu anlamak, fark etmek
- "Sizler gezip tozmakta hür olduğunuz hâlde insan zekâsı ile bir adım ilerisini seçemiyorsunuz, sezemiyorsunuz." (Refik Halit Karay)
-
Farklı görmek, üstün görmek
-
Tercihini bir yönde kullanmak
-
[nsz]
Titiz davranmak, kolay kolay beğenmemek
- "O yemek seçer, her şeyi yemez."
-
[-i]
Benzerleri arasında hoşa gideni seçip almak veya yararlanmak için ayırmak
- SÜRMEK
-
-
[-i]
Yönetip yürütmek, sevk etmek
- "Fakat bereket ki bu nevi duygular ancak masal ve romanlarda sürüp gider." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Devam etmek
- "Yenilenmesine karar verilen Meclisin yetkileri, yeni Meclisin seçilmesine kadar sürer." (Anayasa)
-
Önüne katıp götürmek
- "Koyunları sürmek."
-
Uzatmak, ileri doğru itmek
- "Kahveyi ısıtıyor, suyu dolduruyor, cezveyi sürüyor, fincanı boşaltıyor." (Memduh Şevket Esendal)
-
Dokundurmak, değdirmek
- "Yüzümü saçlarına sürmek için başımı eğdim." (Hüseyin Cahit Yalçın)
-
Oturduğu, bulunduğu yerden, ülkeden ceza olarak başka bir yer veya ülkeye göndermek, nefyetmek
- "Mütarekede İngilizler onu Malta'ya sürdüler." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
Bir maddeyi bir yüzey üzerine ince bir tabaka olarak yaymak, dökmek, serpmek
- "Avucuna doldurup kokluyor; ensesine, şakaklarına, boynuna sürüyor." (Refik Halit Karay)
-
Bir malı satışa sunmak, piyasaya çıkarmak
- "Satılamayan ne kadar bayat, bozuk mal varsa pansiyonerlere sürerler." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Yasal olmayan yolla piyasaya para çıkarmak
-
[-i]
Herhangi bir durum içinde bulunmak
- "Dört duvar arasında bir memur hayat sürüyordu." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
[-i]
Pulluk veya sabanla toprağı işlemek
- "Öküzünün biri ölünce tarlasını süremedi." (Ömer Seyfettin)
-
[nsz]
Olmaya devam etmek
- "Baygınlığım ne kadar sürdü bilmiyorum." (Aka Gündüz)
-
[nsz]
Zaman geçmek
- "Çok sürmez, her şey düzelir."
-
[nsz]
Zaman almak
- "Her odanın ziyareti bir saat sürmüştü." (Ahmet Haşim)
-
Bitki, ot yetişip ortaya çıkmak, bitmek, yeşermek
- "Bu gölgeli yerlerde otlar bütün bir yaz mevsimi yeniden yeniye sürer, rutubetli toprakta bir bir arkasına yoncalar fışkırır, çayırlar kabarırdı." (Refik Halit Karay)
-
[nsz]
Olağandan daha çok, daha sık ve sulu dışkı çıkarmak
-
[-i]
Yönetip yürütmek, sevk etmek
- KEPMEK
-
-
[nsz]
Çökmek, yıkılmak
-
[nsz]
Çökmek, yıkılmak
- GİYMEK
-
-
[nsz]
Örtünüp korunmak için bir şeyi vücuduna geçirmek
- "Kapalı çarşı zevkine göre alafranga sayılabilecek bir entari giymişti." (Orhan Veli Kanık)
-
Ağır söz veya hakareti, küçültücü davranışı ses çıkarmadan dinlemek
- "Biri ağzına geleni söyledi, öbürü de güzelce giydi."
-
[nsz]
Örtünüp korunmak için bir şeyi vücuduna geçirmek
- ÇÖKMEK
-
-
[nsz]
Bulunduğu düzeyden aşağı inmek, çukurlaşmak
- "Toprak çökmek. Yol çökmek."
-
Üzerinde bulunduğu yere yıkılmak
- "Tavan çökmek. Döşeme çökmek. Ev çökmek."
-
[-e]
Çömelmek
- "Suyun başına çöküp ellerini, yüzünü yıkamaya koyuldu." (Halit Fahri Ozansoy)
-
[-e]
Oturmak, birdenbire oturmak
- "Soluk soluğa yere çöktü." (Falih Rıfkı Atay)
-
Deve, sığır vb. olduğu yere oturmak
- "Boz renkli bir kaya, tıpkı çökmüş bir hecin sırtını andırıyordu." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Şakak, avurt vb. içeri doğru girmek, çukurlaşmak
- "Kadının yanakları daha fazla çöktü." (Halide Edip Adıvar)
-
Basmak, yayılmak
- "... konuşmaların cıvıltısıyla dolu salona, şimdi bir acayip sessizlik çökmüştü." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Sis, duman vb. inerek kaplamak
- "Alaca karanlıklar çökerken köşk bahçesinin parmaklıklarında görünmektedir." (Salâh Birsel)
-
Sarsılıp dinçliğini yitirmek
- "Şayet iradesiz bir adamsanız az zamanda çürüyüp çökmeniz pek mümkündür." (Refik Halit Karay)
-
Tortu dibe inmek
-
Son bulmak, yıkılıp dağılmak
- "Bizans İmparatorluğu 1453'te çöktü."
- "Bir gün vatan çöktü ve millî mabetler istila edildi." (Aka Gündüz)
-
[-e]
Yoğun bir biçimde duymak
- "Mustafa Kemal'in içine ilk defa bu lisede vatan kaygısı çöktü." (Falih Rıfkı Atay)
-
[nsz]
Bulunduğu düzeyden aşağı inmek, çukurlaşmak
- ÇİTMEK
-
-
[-i]
Bir araya getirmek, birleştirmek
-
Kumaştaki deliği örerek kapamak
-
Tarağın dişlerini iplikle bağlayıp sıkıştırmak
-
Çitilemek
-
[-i]
Bir araya getirmek, birleştirmek
- GÜTMEK
-
-
[-i]
Hayvan veya hayvan sürüsünü önüne katıp otlatarak sürmek
-
[nsz]
Bir düşünceyi, bir duyguyu veya bir ilkeyi gerçekleştirmeye çalışmak
- "Amaç gütmek. Kin gütmek."
-
Bir kimseyi, bir topluluğu kendi düşünce ve amacı doğrultusunda yönetmek, sevk ve idare etmek
-
[-i]
Hayvan veya hayvan sürüsünü önüne katıp otlatarak sürmek
- SİYMEK
-
-
[nsz]
Kedi, köpek işemek
-
[nsz]
Kedi, köpek işemek
- ÇİMMEK
-
-
[nsz]
Suya bütün vücuduyla girip çıkmak, yıkanmak
- "Arıkta çimdim de geldim, diye fısıldadı." (Cahit Uçuk)
-
[nsz]
Suya bütün vücuduyla girip çıkmak, yıkanmak