İçinde mak olan 6 harfli 146 kelime var. İçerisinde MAK bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında mak olan kelimeler listesine ya da Sonu mak ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
A K M Harfleri İle Yazılabilecek Bazı Kelimeler
3 Harfli Kelimeler
KAM
2 Harfli Kelimeler
AK, AM, MA
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- YONMAK
-
-
[-i]
Yontmak
-
[-i]
Yontmak
- ULUMAK
-
-
[nsz]
Köpek, kurt, çakal vb. hayvanlar uzun, iniltili, ağlar gibi bir ses çıkarmak
- "Geceleyin çakallar etrafta dolaşır, ulurlardı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
İnsan iniltili ses çıkararak boğuk boğuk ağlamak
- "Boğazında acı bir yumru, gözleri kupkuru, yüzükoyun mutfağın taşlarına kapandı, uludu." (Halide Edip Adıvar)
-
[nsz]
Köpek, kurt, çakal vb. hayvanlar uzun, iniltili, ağlar gibi bir ses çıkarmak
- YAZMAK
-
-
[-i]
Söz ve düşünceyi özel işaret veya harflerle anlatmak
- "Büyük bir heyecan, bir haz içinde şu satırları yazıyorum." (Ömer Seyfettin)
-
Yazı ile anlatmak, yazıya dökmek
- "Adresini bilmiyorum ki yazayım."
-
[-de]
Yazar olarak görev yapmak
-
[nsz]
Yazı ile bildirmek, haber vermek
- "Mağlubiyet Almanya'yı karıştırmış, gazeteler yazıyor." (Atilla İlhan)
-
Bir bilim veya edebiyat eseri oluşturmak
-
Sayaç vb. sayılarla niceliği belirtmek
-
Kaydetmek
- "Çocuğu okula yazdılar."
-
Bir göreve almak
- "O delikanlıyı polis yazmışlar."
-
[nsz]
İnsanın geleceğini belirlemek
- "Yazan böyle yazmış."
-
Gelinin yüzünü süslemek
- "Kalem alıp kaşın gözün yazmalı." (Halk türküsü)
-
[-i]
Söz ve düşünceyi özel işaret veya harflerle anlatmak
- PARMAK
-
-
[isim]
İnsanda ve bazı hayvanlarda ellerin ve ayakların son bölümünü oluşturan, boğumlu, oynak, uzunca organların her biri
- "Uzun, sinirli parmakları locanın kenarında uzanmış, boksörün kulağını koparıyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Hele geçen gün o Meşincioğlu Kerim Bey'e yaptığın işe parmak ısırdım." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Bu küçük beldede kocaman işler göreceğini, herkese parmak ısırtacak eserler çıkaracağını zannediyordu." (Refik Halit Karay)
- "Ne istersin çocuk, çocuktan? dedi. Daha parmak kadar, kemikleri kırılacak, öyle ince." (Orhan Kemal)
-
[sıfat]
Eni bu organ kadar olan
- "Değneği iki parmak kısaltmalı."
- "Bu arada benim öteden beri gözüme çarpan bir noktaya şimdi parmak basacağım." (Burhan Felek)
-
[sıfat]
Koyu sıvılara daldırıp çıkarıldığında bu organa bulaşan miktar kadar olan
- "Bir parmak bal."
-
Bir tekerleğin merkezinden çemberine kadar uzanan çubukların her biri
-
İnç
-
Bir işe karışmış olma ilgisi
- "Bu işte onun parmağı var."
-
Arşının yirmi dörtte biri
-
[isim]
İnsanda ve bazı hayvanlarda ellerin ve ayakların son bölümünü oluşturan, boğumlu, oynak, uzunca organların her biri
- DOYMAK
-
-
[nsz]
İsteği kalmayıncaya kadar yemek, açlığı kalmamak
- "Ben biraz zeytin, biraz patates, biraz da yemişle doyarım." (Burhan Felek)
-
[-e]
Bir gereksinimini yeteri kadar karşılamak
- "Toprak suya doydu."
-
Yeter bulmak, kanmak, tatmin olmak
- "Dünyanın parasını kazandı, hâlâ doymadı."
-
[nsz]
İsteği kalmayıncaya kadar yemek, açlığı kalmamak
- SOMAKİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Kızıl veya yeşil renkte, damarlı ve çok sert bir porfir türü mermer
-
[sıfat]
Bu mermerden yapılmış
- "Az sonra kraliçenin yeşil somaki banyosunda idim." (Refik Halit Karay)
-
[isim]
Kızıl veya yeşil renkte, damarlı ve çok sert bir porfir türü mermer
- OTAMAK
-
-
[-i]
İlaç vererek hastalığı iyi etmeye çalışmak, tedavi etmek
-
[-i]
İlaç vererek hastalığı iyi etmeye çalışmak, tedavi etmek
- SAYMAK
-
-
[-i]
Bir şeyin kaç tane olduğunu anlamak için bunları birer birer elden veya gözden geçirmek, sayısını bulmak
- "Nara sormuşlar: - Tanelerin kaç tane? Yiyenler saysın bana ne -demiş." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
- "Böyle misaller sayıp dökmek gerekse satırlar değil, sütunlar dolar." (Ruşen Eşref Ünaydın)
-
Sayıları arka arkaya söylemek
- "Birden ona kadar saymak."
-
Herhangi bir sıraya koymak, herhangi bir sırada yer aldığını kabul etmek
- "Artık kışı geçti sayabiliriz."
-
Herhangi bir şey, yerine koymak veya herhangi bir şey gözüyle bakmak, addetmek
- "Her çiçekten bal eyledik / Arıya saydılar bizi." (Pir Sultan Abdal)
-
Varsaymak, tutmak, farz etmek
- "Elimi uzatsam benim olacak bir vazoya sırt çevirip başkasına kaptırınca onu benden çalınmış saymak neden?" (Haldun Taner)
-
Arka arkaya söylemek, sıralamak
- "Birinin iyiliklerini saymak."
-
Ödemek, peşin vermek
- "İki bin lira saydı, bana bir küpe aldı." (Memduh Şevket Esendal)
-
Geçer tutmak
- "Bunu saymam, sizi bir gün erkenden beklerim."
-
Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı dolayısıyla bir kimseye veya bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmak, saygı göstermek, sözünü dinlemek, hürmet etmek
- "Anam babamı nasıl saydı ise ben de kocamı öyle sayacaktım." (Memduh Şevket Esendal)
-
Önemsemek
-
Gibi görmek, kabul etmek
- "Arzularını yapmayı belli büyük bir külfet saydığınız bu küçük kalpler, saadetin kapısından girmeden felaketin ortasına yuvarlanıyorlar." (Aka Gündüz)
-
Hesaba katmak, dikkate almak
- "Bundan önce verdiğimi saymıyor musun?"
-
[-i]
Bir şeyin kaç tane olduğunu anlamak için bunları birer birer elden veya gözden geçirmek, sayısını bulmak
- YUMMAK
-
-
[-i]
Kısarak kapamak, sıkarak kapalı duruma getirmek
- "Ağzını yummak."
-
[-i]
Kısarak kapamak, sıkarak kapalı duruma getirmek
- ÇAVMAK
-
-
[-e]
Güneş doğmak
-
Dağılıp yayılmak, saçılmak
-
Sapmak, yol değiştirmek, amaçtan şaşmak
-
[-e]
Güneş doğmak
- TATMAK
-
-
[-i]
Dil yardımıyla bir şeyin tadının nasıl olduğunu anlamak
- "Ben de tadabilir miyim? Çok merak ediyorum." (Tarık Buğra)
-
Bir şeyden az miktarda yemek veya içmek
- "O meşhur beyaz şaraplarını tattık." (Haldun Taner)
-
Bir duruma uğramış olmak
- "Yaşamın her acısını tatmış."
-
Duymak, hissetmek
-
[-i]
Dil yardımıyla bir şeyin tadının nasıl olduğunu anlamak
- YAĞMAK
-
-
[nsz]
Yağmur, kar, dolu gökten düşmek
- "Her zaman yılbaşı gecesi kar yağardı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Toz, mermi vb. yüksekten çokça düşmek
- "Üstümüze kurşun yağıyordu."
-
Üst üste ve çok gelmek
- "Sende bu istidat varken, pencerelerden başına çil kuruş yağar, biz de ekmek parası ediniriz." (Halide Edip Adıvar)
-
[nsz]
Yağmur, kar, dolu gökten düşmek
- ÇIVMAK
-
-
[nsz]
Atlamak, sıçramak, zıplamak
-
Hızla giden bir şey bir yere çarpıp yön değiştirmek, sekmek, çavmak, sapmak, inhiraf etmek
- "Kurşun da taşa değmiş sonra taştan çıvmış, Dursun Hacı'ya değmiş." (Memduh Şevket Esendal)
-
[nsz]
Atlamak, sıçramak, zıplamak
- MAKSUT
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
İstenen, niyet edilen, güdülen, amaçlanan
-
[sıfat]
İstenen, niyet edilen, güdülen, amaçlanan
- MAKULE
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Takım, çeşit
-
Ulam
-
[isim]
Takım, çeşit
- KASMAK
-
-
Kasları gergin duruma getirmek
- "Karaköy civarını kasıp kavuran iki serseri çocuğu enselerinden yakalayıp huzuruna getirmiştim." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[-i]
Kısaltmak
- "Derhâl asabi, ince, deli sesi çınlamaya başlar, etrafı kasıp kavurur ve kıyametleri koparırdı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Daraltmak
- "Dışarıda ortalığı kasıp kavuran bir ayaz vardı." (Cahit Uçuk)
-
Baskısı altında tutmak
-
Kasları gergin duruma getirmek
- KAYMAK
-
-
[isim]
Sütün veya yoğurdun yüzünde zar durumunda toplanan, açık sarı renkli, koyu yağlı katman
-
Sütü yayvan kaplar içinde ve hafif ateşte tutarak elde edilen koyu, yağlı öz
- "Patlıcan kızartması, pilav, bir de koca kâse kaymak gibi yoğurttan oluşan yemeğimizi yedik." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Yağmur ve selden sonra toprağın üzerinde kalan özlü tabaka
-
Bir şeyin en iyi ve seçkin bölümü
-
[isim]
Sütün veya yoğurdun yüzünde zar durumunda toplanan, açık sarı renkli, koyu yağlı katman
- TOKMAK
-
-
[isim]
Ağaçtan yapılmış iri çekiç
- "Hallaç geniş, kocaman tırnaklı elleriyle hâlâ tokmak sallıyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Kapıya asılı duran ve kapıyı çalmaya yarayan, türlü biçimlerde metal parça
-
Kapı kolu yerinde bulunan ve kapıyı açmaya yarayan topuz
- "Kapının tokmağını çevirdi, kapı kilitli değildi, açılıverdi." (Çetin Altan)
-
Dibekte dövme işi için kullanılan ağaçtan araç
-
Davul vb. vurmalı çalgıları çalmakta kullanılan ve çalgının bir parçası olan araç
- "Alın tokmağı vurun davula, sabahın ilk saatlerinde sesi başka çıkar." (Haldun Taner)
-
[isim]
Ağaçtan yapılmış iri çekiç
- ULAMAK
-
-
[-i]
Eklemek, katmak, ilave etmek
-
[-i]
Eklemek, katmak, ilave etmek
- ÇATMAK
-
-
[-i]
Odun, değnek, kılıç, tüfek vb. uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak durdurmak
- "Avlusunda silahlarını çatmış, ayaklarını germiş askerler var." (Falih Rıfkı Atay)
-
Kereste vb.ni birbirine tutturmak
-
Bir şeyi yapmak için gerekli parçaları bir araya getirmek
- "Koca bir nahiye titreştik, odunsuz yattık / O büyük mektebi gördün ya, kışın biz çattık." (Mehmet Akif Ersoy)
-
Yükü hayvana iki yanlı yüklemek
-
Başa yemeni, çatkı, yazma vb.ni bağlamak
-
Kaşı, yüzü sertlik, öfke bildiren bir duruma sokmak
- "Komiser o yana doğru geldiğinden polis kaşlarını çattı." (Haldun Taner)
-
[-e]
Üzücü, kızdırıcı veya şaşırtıcı olaylarla karşılaşmak
- "Hacı Mustafa bağırıyor, ömründe böyle bir işe çatmadığını söylüyordu." (Refik Halit Karay)
-
[-e]
Yazıyla veya sözle sataşmak
- "Böyle söyler de sonra yemek biraz azca çıkarsa yahut pek düzgün olmasa aşçıya çatacak gibi olur." (Memduh Şevket Esendal)
-
[-e]
Rastlamak, karşılaşmak
- "Nerden çattım böylesi bir güzele..." (Cahit Sıtkı Tarancı)
-
[nsz]
Sırası gelmek, zamanı gelmek
- "Bir karara varma zamanı gelip çatmıştı." (Cahit Uçuk)
-
[-e]
Gemiler birbirine çarpmak
-
[-i]
Odun, değnek, kılıç, tüfek vb. uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak durdurmak