İçinde mak olan 5 harfli 44 kelime var. İçerisinde MAK bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında mak olan kelimeler listesine ya da Sonu mak ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
A K M Harfleri İle Yazılabilecek Bazı Kelimeler
3 Harfli Kelimeler
KAM
2 Harfli Kelimeler
AK, AM, MA
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- UMMAK
-
-
[nsz]
Bir şeyin olmasını istemek, beklemek
- "Umarım ki siz de mayıs hakkındaki bu sevgimi benimle paylaşırsınız." (Burhan Felek)
-
Sanmak, tahmin etmek
- "Tereyağı kokusu olmadığını kuvvetle umduğum bir yağ kokusu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[nsz]
Bir şeyin olmasını istemek, beklemek
- MAKAM
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Mevki, kat, yer
- "İnsan değil gökyüzündeki makamını şaşırarak yere inmiş bir melektir." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Klasik Türk müziğinde bir müzik parçası veya şarkının işleniş biçimi
-
[isim]
Mevki, kat, yer
- POMAK
- ...
- IHMAK
-
-
[nsz]
Deve çöküp oturmak
-
[nsz]
Deve çöküp oturmak
- DAMAK
-
-
[isim]
Ağız boşluğunun tavanı, tabanı
- "Şerbetin tadı damaklarına, serinliği midelerine yayılınca..." (Refik Halit Karay)
-
[isim]
Ağız boşluğunun tavanı, tabanı
- AHMAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal
- "Beni bir ahmak yerine koyarak bu yığını babamın rahat rahat uyuduğu bir yatak diye göstermesi..." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[sıfat]
Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal
- UÇMAK
-
-
[nsz]
Kuş, kanatlı böcek vb. hareketli kanatları yardımıyla havada düşmeden durmak, havada yol almak
- "Biraz havalanıp bir başka kayaya kadar uçtu." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Ben kimsenin hususi hayatına karışmayı asla sevmem ama şu Şahin Paşa, uçan kuşa borcu olduğunu herkes bilirken nasıl oluyor da kumarda bu kadar para kaybediyor." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "O birkaç gün içinde uçan kuştan medet umdum." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Sağıma baktım. İhtiyar yoktu. Güneşin ilk ziyalarıyla beraber kaybolan hayalet gibi sanki silinmiş, uçmuş gitmişti." (Ömer Seyfettin)
-
Uçak vb. araçlar özel mekanizma ile yerden yükselmek, havada yol almak
-
Sıvı, gaz veya buhar durumuna geçmek
-
Rengi solmak
- "Rengi birdenbire uçtu." (Peyami Safa)
-
Rüzgâr veya başka bir itici güçle yerinden ayrılıp uzağa gitmek
- "Bu gece tahta perde uçmuş."
-
Yüksek yerden düşmek veya yuvarlanmak
-
Belirmek
- "Sakalı yeni çıkmış, yüzünde çocukça ifadeler uçuyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Patlayıcı madde ile parçalanmak
-
Uçar gibi dalgalanmak
- "Elleri trençkotunun cebinde, gözlerini karşı kıyıya dikmiş, saçları savrulurcasına geriye uçuyor." (Atilla İlhan)
-
Çok hızlı gitmek
- "Hele bir asfalta çıkalım görürsünüz bey, derdi. Uçar bu bizim külüstür." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Hava yolu ile gitmek
- "Yarın İstanbul'a uçuyorum."
-
Yok olmak, ortadan kaybolmak
- "Bütün kararları uçmuştu. Yüzünde iradesiz hatlar belirdi." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Çok sevinmek
-
Keyif verici veya uyuşturucu madde aldıktan sonra hayal âlemine dalıp gitmek
-
Aşırılmak
- "Bizim kitaplar uçmuş."
-
Dinî inanışa göre ruh ölümden sonra göğe yükselmek
-
[nsz]
Kuş, kanatlı böcek vb. hareketli kanatları yardımıyla havada düşmeden durmak, havada yol almak
- UTMAK
-
-
[-i]
Yenmek
-
Oyunda yenmek, ütmek (II)
-
[-i]
Yenmek
- ÇOMAK
-
-
[isim]
Ucu topuzlu değnek
-
[isim]
Ucu topuzlu değnek
- SOMAK
-
-
[isim]
Hayvanlarda yüzün çıkıntılı ve az çok sivri olan ön bölümü
-
[isim]
Hayvanlarda yüzün çıkıntılı ve az çok sivri olan ön bölümü
- MAKAT
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Kıç
-
Anüs
-
Minderli alçak sedir
- "... duvardaki çiviye lambayı asarken odanın makatına yığılır gibi oldu." (Abbas Sayar )
-
Minder yüzü, minderin üzerine yayılan kumaş
-
[isim]
Kıç
- AYMAK
-
-
[nsz]
Kendine gelmek, aklı başına gelmek, ayılmak
- "... bırak gece yarısı hoşbeşi Allah aşkına, aydım artık gidip yatayım." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[-i]
Gerçeği anlamak
-
[nsz]
Kendine gelmek, aklı başına gelmek, ayılmak
- AKMAK
-
-
[-den]
Sıvı maddeler veya çok ince taneli katı maddeler bir yerden başka bir yere doğru gitmek
- "Eskiden Sakarya, bu köprünün altından akarmış." (Sait Faik Abasıyanık)
- "İçeriğin nasıl aktarılacağına dikkat etmiş, dilin olanaklarını akarına bırakmıştır." (Selim İleri)
- "Ebediyete akıp giden her on senede..." (Atatürk)
-
Bu gibi maddeler aşağıya, yere düşmek
- "Üstünden sular akıyor."
-
Sıvı bir madde bir yerden çıkmak
-
[nsz]
Bir kap veya bir yer, içindeki veya üstündeki sıvıyı sızdırmak
- "Kova akıyor. Dam akıyor."
-
[-e]
Art arda ve toplu olarak gitmek
- "Öfkeli insanlar, el ele, omuz omuza Taksim'e doğru akıyorlardı." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
[nsz]
Kumaş yıpranıp iplikleri erimeye başlamak
- "... çarşafın kumaşı da yer yer akmış, buruşmuştu." (Refik Halit Karay)
-
[nsz]
Boya birbirine karışmak
-
[-le]
Sürüp gitmek
- "Nedim divanında bir kaside vardır, müjgân üstüne, hicran üstüne, umman üstüne kafiyeleri ve redifleriyle akar." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
[nsz]
Zaman çabuk geçmek
-
[nsz]
Karışmak, katılmak
-
[nsz]
Çabucak savuşmak, ortadan kaybolmak
-
[-den]
Sıvı maddeler veya çok ince taneli katı maddeler bir yerden başka bir yere doğru gitmek
- ATMAK
-
-
[-i]
Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak
- "Taşı suya atmak."
- "Hatta aleyhimde atıp tuttuğunu bile duysam kendimi tanıtmamalıydım." (Orhan Veli Kanık)
-
Bir şeyi yere doğru bırakmak
- "Dünyanın siyasetiyle meşgul oluyorlar, büyük olaylar hakkında atıp tutuyorlar." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Bir kimsenin ilişiğini kesmek
- "Adamcağızı berbat bir yere attılar."
-
[-e]
Koymak
- "Mutlaka yemeklerimize biber atmayı âdet edinmişiz." (Burhan Felek)
-
Rastgele bir kenara koymak
-
[-den]
Uzatmak
- "Vapurdan iskele attılar."
-
Bir yerden başka bir yere taşımak
- "Hazır araba varken eşyayı eve atalım."
-
[nsz]
Sille, tokat vurmak
-
[nsz]
Top, tüfek vb. silahları patlatmak
-
[nsz]
Kurşun, gülle, ok vb. şeyleri hedefe fırlatmak
- "Ona üç kurşun attı, vuramadı."
-
[-e]
Geri bırakmak, ertelemek
- "Bu konunun tartışılmasını gelecek haftaya attılar."
-
Örtmek
- "Sırtına bir şal attı."
-
Yapılmış kötü bir işi birine yüklemek
- "Suçu onun üzerine attılar."
-
Sözle sataşmak
- "Kadınlara laf attılar."
-
[-i]
Kovmak, dışarıya çıkarmak, ilgisini kesip uzaklaştırmak
-
[-i]
İstenilmeyen bir şeyi kendi malı olmaktan çıkarmak
- "Bu lüzumsuz eşyayı atmalı."
-
[-i]
Kullanılması gelenek hâline gelmiş bir şeyi kullanmaktan vazgeçmek
- "Şapka inkılabıyla fesi attık."
-
[-i]
Çıkarmak, dışarıya vermek
- "Yabancı cisimleri vücut atar."
-
[-i]
Patlayıcı maddelerle havaya uçurup yıkmak
- "Köprüyü dinamitle attılar."
-
[-i]
Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak
- "Pamuğu atmak."
-
[nsz]
Çatlamak
-
[nsz]
Yırtılmak
-
[-den]
Yapışık olduğu yerden ayrılmak
-
[nsz]
Kalp, nabız vurmak, çarpmak
- "Kalbi hızlı hızlı atıyor."
-
[-i]
Sıkıntı dolayısıyla giyilen bir şeyi çıkarmak
- "Sıcak basınca sırtındaki ceketi attı."
-
[-den]
Yazılı veya banda alınmış bir metinden bazı bölümleri çıkarmak
-
[-i]
Değerini eksiltmek
-
[-den]
Bir şeyin rengi solmak
- "Güneşten perdelerin rengi attı."
-
[nsz]
Göndermek, yollamak
- "Mektup atmak."
-
[nsz]
Haykırmak, bağırmak
- "Nara atmak."
-
[-i]
Etkisi kaybolmak, alışmak, bırakmak
- "Hele trenin yorgunluğunu at bir üzerinden." (Tarık Dursun K)
-
[-den]
Terk etmek
-
Götürmek, sahiplenmek
- "Gözüne kestirdiği erkeği tavlayıp resmen oraya atarmış." (Atilla İlhan)
-
[nsz]
Söylemek
- "Gazel attı."
-
[nsz]
Yalan veya abartmalı söz söylemek
- "Gene atmaya başladı."
-
[nsz]
Bilmeden, kestirerek söylemek
- "Bilgi yarışmasında attı ama tutturamadı."
-
[nsz]
İçki içmek
- "... bir kadeh attığımı biliyorum. Sonra artık sarhoş olmuşum." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[-i]
Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak
- AŞMAK
-
-
[-den]
Yüksek, uzak veya geçilmesi güç bir yerin öte yanına geçmek
- "İki gündür sarp dağ yollarından aşıyoruz." (Falih Rıfkı Atay)
-
[-i]
Süre geçmek, bitmek, sona ermek
- "Üstelik çekingenliğin de kaybolmuş hatta sokulganlığı aşarak girişkenlik derecesini bulmuştu." (Tarık Buğra)
-
[-e]
Erkek hayvan dişisiyle çiftleşmek
-
[nsz]
Görünmeden kaçmak
- "Herif çoktan aşmış."
-
[-den]
Yüksek, uzak veya geçilmesi güç bir yerin öte yanına geçmek
- ASMAK
-
-
[-i]
Bir şeyi aşağıya sarkacak biçimde bir yere iliştirip sarkıtmak
- "Lambayı tam pencerenin karşısına astı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Üzerine takınmak, kuşanmak
-
[-i]
Bir kimseyi boğazından ip vb. geçirip sallandırarak öldürmek, idam etmek
-
Gitmek zorunda olunan bir yere özürsüz gitmemek
- "... güzel havada mektebi asamamış bir ilkokul öğrencisi somurtkanlığı ile kafileye katıldım." (Haldun Taner)
-
Görevi olan bir işi özürsüz yapmamak
-
[-i]
Bir şeyi aşağıya sarkacak biçimde bir yere iliştirip sarkıtmak
- MAKAS
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Bir eksen çevresinde dönebilecek biçimde çapraz eklemlenmiş, birbirine bakan yüzleri keskin iki çelik lamadan oluşmuş, arasına yerleştirilen herhangi bir şeyi kesmeye yarayan araç, sındı
- "Her iki eliyle kullanırdı makasıyla tarağını." (Necati Cumalı)
-
Birbirine komşu iki demir yolu hattını hemen bunların uzantısındaki üçüncü hatta bağlamaya yarayan alet
-
Birbirini kesen demir yolu kavşağı
-
Bazı araçlarda üst üste konulmuş birkaç yassı çelikten yay
-
Çatı ve köprülerde genellikle ağaç veya çelikten yapılan, ağırlığı karşılıklı iki ayağa veya duvara aktaran çatılmış kiriş sistemi
-
Mobilyalarda yukarıdan aşağıya doğru açılan kapakları yatay konumda tutmak amacıyla yapılmış mafsallı, kollu kapak aracı
-
Çalma, kırpma
-
Dirsek
-
Üst uçları birbirine bağlı, alt uçları açık olan iki direkten kurulmuş, ağırlık kaldırma düzeni
-
Bazı eklem bacaklı hayvanların ön ayaklarında bulunan, savunma ve saldırmada kullanılan kıskaç
-
[isim]
Bir eksen çevresinde dönebilecek biçimde çapraz eklemlenmiş, birbirine bakan yüzleri keskin iki çelik lamadan oluşmuş, arasına yerleştirilen herhangi bir şeyi kesmeye yarayan araç, sındı
- OYMAK
-
-
[-i]
Keskin, sivri uçlu bir cisimle bir şeyi yontarak veya delerek çukur oluşturmak
- "Bir ağaç kütüğünü keser, oyar, nakışlayıp bezerdi." (Samiha Ayverdi)
-
Kumaş vb.ni girintili bir biçimde kesmek
- "Gömleğin yakasını ve koltuğunu biraz oydu."
-
Bıçaklayarak yaralamak
-
Kazıklamak
-
[-i]
Keskin, sivri uçlu bir cisimle bir şeyi yontarak veya delerek çukur oluşturmak
- UYMAK
-
-
[-e]
Ölçüleri birbirini tutmak
- "Ayakkabı ayağına iyi uydu."
-
Renk, biçim vb. yönünden birbirini tutmak, uygun düşmek
- "Kravat ceketine uymuş."
-
Zevke, anlayışa uygun düşmek
- "Sizin tutumunuz bizim görev anlayışımıza uyuyor."
-
Bir inanca, bir anlayışa, bir duruma veya egemen bir güce uygun davranışta bulunmak
- "Şu acayip sevdaları bırak, muhite uy, zamana uy, hayatını mükemmel kazanırsın." (Peyami Safa)
-
Bağlı kalmak, tabi olmak
- "Birtakım kayıt ve şartlara uymak zorundaydı."
-
Uygun düşmek, münasip olmak
- "Her cihette birbirine uyacak kadın erkek bulmak dünyada kabil değildir." (Hüseyin Cahit Yalçın)
-
[-e]
Ölçüleri birbirini tutmak
- AZMAK
-
-
[isim]
Küçük su birikintisi, gölcük
-
Bataklık
-
[isim]
Küçük su birikintisi, gölcük