İçinde lm olan 6 harfli 68 kelime var. İçerisinde LM bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında lm olan kelimeler listesine ya da Sonu lm ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- SALMAK
-
-
[-i]
Bağımlılığına, tutukluluğuna veya baskı altındaki durumuna son vererek serbest kılmak, bırakmak, koyuvermek
- "Derhâl kapının zincirini salıvererek kanadı arkasına kadar açtı." (Ercüment Ekrem Talu)
-
İvedilikle yollamak, hemen göndermek
- "Bununla beraber peşine adam salmak gerekir." (Aka Gündüz)
-
Koymak, katmak
- "Halk ruhunun benliğinizde yeniden uyanıp hararetini gönlünüze saldığını duyarsınız." (Refik Halit Karay)
-
Sürmek
- "Bunun içindir ki dal budak saldı, yemiş vermeye başladı." (Ruşen Eşref Ünaydın)
-
Uğratmak
- "Başını derde salmak."
-
Vergi yüklemek
- "Ona elli bin lira salmışlar."
-
Üzerine yürütmek
- "Tazıyı tavşana salmak."
-
[-e]
Saldırmak
- "Aç kurt, yılana da salar, taşa da! dedi." (Memduh Şevket Esendal)
-
Sarkıtmak
- "Soğutmak için kuyuya su kabı saldı."
-
Gemi demir üzerinde dört yana dönmek
-
[-i]
Bakmamak, ilgilenmemek, özen göstermemek
-
[-i]
Bağımlılığına, tutukluluğuna veya baskı altındaki durumuna son vererek serbest kılmak, bırakmak, koyuvermek
- ÖRÜLME
-
-
[isim]
Örülmek işi
-
[isim]
Örülmek işi
- ÇALMAÇ
-
-
[isim]
Tahtadan yapılmış kap
-
[isim]
Tahtadan yapılmış kap
- AZALMA
-
-
[isim]
Azalmak işi, eksilme, tenakus
-
[isim]
Azalmak işi, eksilme, tenakus
- KALMAK
-
-
[nsz]
Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek
- "Sıkı sıkı kucakladı ve öylece kaldı." (Tarık Buğra)
- "Kaldı ki bugün propaganda da yasaktır." (Haldun Taner)
- "Bana kalırsa siz yanılıyorsunuz."
-
Zaman, uzaklık veya nicelik belirtilen miktarda bulunmak
- "Arabada yalnız dört çocuk kalmıştı." (Osman Cemal Kaygılı)
- "Ona kalsa bize hiçbir şey vermez."
-
[-de]
Konaklamak, konmak
- "Hemen karargâha yerleşmezsem ne geri dönebilir ne de otelde kalabilirdim." (Falih Rıfkı Atay)
-
[-le]
Oturmak, yaşamak, eğleşmek
- "Tam beş sene benimle beraber kaldı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Hayatını sürdürmek, yaşamak
- "O aileden bir bu çocuk kaldı."
-
Varlığını korumak, sürdürmek
- "Eniştemizin iptidai kalmış huyları da vardı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
[-de]
Oyalanmak, vakit geçirmek
- "Kısa bir süre tezgâhın önünde kaldı." (Necati Cumalı)
-
Sınıf geçmemek
- "Çocukların içinde kalanlar da var geçenler de."
-
[-de]
İşlemez, yürümez duruma gelmek
- "Araba yarı yolda kaldı."
-
[-e]
Geriye atılmak, ertelenmek
- "Mahkeme ayın on sekizine kaldı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[-de]
Bir şeyle kaplanmak, bir şeye bulanmak
- "Oda duman içinde kaldı."
-
[-de]
Bir işi belli bir noktada bırakmak, ara vermek
- "Bugün iş maddesinde kaldık."
-
[-den]
Miras olarak geçmek
- "Çiftlik ana babasından kalmış."
-
[-den]
Yapamamak
- "Misafir geldi, gezmeden kaldık."
-
Belli bir gelirle geçinmek zorunda bulunmak
- "Refika, valide, iki kerime kaldık mı biz iki bin kuruş tekaüt maaşına." (Haldun Taner)
-
[-le]
Yetinmek
- "Yalnız dayak atmakla kalmadı, onu işinden de çıkardı."
-
[-le]
Sınırlanmak, bitmemek
- "Amasya'da iken karşılaştığımız vaziyet yalnız Şeyh Recep Vakası ile kalmadı." (Atatürk)
-
Herhangi bir durumu sürdürmek
-
[yardımcı fiil]
Olmak, herhangi bir durumda bulunmak
- "Fatma'nın yemek çantası olmasaydı, dün aç kalmıştık." (Falih Rıfkı Atay)
-
[yardımcı fiil]
Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e), -ıp (-ip) eki almış fiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur
- "Bakakalmak."
- "Şaşakalmak."
- "Donakalmak. Şaşırıp kalmak. Donup kalmak."
-
[nsz]
Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek
- YILMAK
-
-
[-den]
Bir işten gözü korkup vazgeçmek
- "On beş dakika içinde onlar kadar yılmış, onlar kadar güçten kuvvetten kesilmişti." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Bıkmak, usanmak
-
[-den]
Bir işten gözü korkup vazgeçmek
- ELMACI
-
-
[isim]
Elma yetiştiren veya satan kimse
-
[isim]
Elma yetiştiren veya satan kimse
- ANILMA
-
-
[isim]
Anılmak işi
-
[isim]
Anılmak işi
- AŞILMA
-
-
[isim]
Aşılmak durumu
-
[isim]
Aşılmak durumu
- ÇELMİK
-
-
[isim]
Buğday ve başakla karışık iri saman
-
[isim]
Buğday ve başakla karışık iri saman
- EDİLME
-
-
[isim]
Edilmek işi veya durumu
-
[isim]
Edilmek işi veya durumu
- BÖLMEK
-
-
[-i]
Bir bütünü iki veya daha çok parçaya ayırmak, taksim etmek
- "Bir domates aldı, çakıyla dörde böldü." (Necati Cumalı)
-
Birliğin bozulmasına yol açmak, parçalamak
-
Bir niceliği iki veya daha çok eşit parçaya ayırmak
-
[-i]
Bir bütünü iki veya daha çok parçaya ayırmak, taksim etmek
- İÇİLME
-
-
[isim]
İçilmek işi
-
[isim]
İçilmek işi
- İTİLME
-
-
[isim]
İtilmek işi
-
İğrenç, ayıp veya elde edilemez görünen düşüncelerin kişide bilinçaltına sürülmesi
-
[isim]
İtilmek işi
- UFALMA
-
-
[isim]
Ufalmak durumu
-
[isim]
Ufalmak durumu
- UYULMA
-
-
[isim]
Uyulmak işi veya durumu
-
[isim]
Uyulmak işi veya durumu
- BULMAK
-
-
[-i]
Arayarak veya aramadan bir şeyle, bir kimse ile karşılaşmak
- "Kafam her an bir konu bulmak için binbir çeşit şeye müracaat ediyor." (Halide Edip Adıvar)
-
Bir şeyi elde etmek
-
Kaybedilen bir şeyi yeniden ele geçirmek
- "Paramı buldum."
-
Varlığı bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkarmak, keşfetmek
- "Şu kuvvetin, cevherin sırrını bulmaya çalışıyorum." (Sait Faik Abasıyanık)
-
İlk kez yeni bir şey yaratmak, icat etmek
-
İstenilen şeye kavuşmak, nail olmak
- "Kadınlık namına düşündüğüm şeylerin hiçbirini karımda bulamadım." (Ömer Seyfettin)
-
Bir yere, bir noktaya erişmek, ulaşmak
- "Böylece yılın ortasını bulduk." (Refik Halit Karay)
-
Herhangi bir görüşe, bir yargıya varmak
- "Ben de bunu akıllıca buldum." (Memduh Şevket Esendal)
-
Seçmek, uygun saymak
- "Bazen onlara yeni ve güzel kıyafetler buluyor." (Halide Edip Adıvar)
-
Sağlamak, temin etmek
- "Sen otur ye, ben yatarken, kendim bir şeyler bulur, yerim." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[-i]
Kabahat, suç, kusur yüklemek
- "Bana kabahat bulma, ben böyle olacağını vaktiyle söylemiştim."
-
[nsz]
Cezaya uğramak
- "Eden bulur."
-
Hatırlamak
- "Bir türlü bulamadım caminin ismini dersem inanır mısınız?" (Sait Faik Abasıyanık)
-
[-i]
Arayarak veya aramadan bir şeyle, bir kimse ile karşılaşmak
- ÇALMAK
-
-
[-i]
Başkasının malını gizlice almak, hırsızlık etmek, aşırmak
- "İngiliz cephesinden at kaçırıp bize satan bedeviler dönüşlerinde bizim atlarımızı çalıp İngilizlere satarlardı." (Falih Rıfkı Atay)
- "Bu Salih Araboğlu, tefecilikten, çalıp çırpmaktan para yapmış, uğursuz heriflerden biridir." (Memduh Şevket Esendal)
-
Vurarak veya sürterek ses çıkartmak
- "Bir yandan mızıka istiklal havasını çalıyordu." (Ruşen Eşref Ünaydın)
-
Bir müziği dinlemeyi sağlayan aleti çalıştırmak
- "Fevkalade zekidir; iyi dans eder, piyano çalar, tenis oynar, ata biner, avcıdır, kayakçıdır." (Refik Halit Karay)
-
[nsz]
Ses çıkarmak, ses vermek
- "Hafif hafif ıslıklar çalan sesi eski keskinliğini kaybetmiştir." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Atmak, çarpmak, vurmak
-
Yoğurt yapmak için sütü mayalamak, katıp karıştırmak
- "Ana, inek sağar; yoğurt çalar, yayık vurur." (Tarık Buğra)
-
Üzerine sürmek
- "Ekmeğin üzerine yağ çaldı."
-
[-i]
Bozmak, zarar vermek
-
[-i]
Kumaşın bir parçasını kesmek
-
Madeni oymak, kalemle işlemek
-
[-e]
Benzemek, andırmak
- "Geniş alınlı, kırmızıya çalar, kahverengi saçlı, altın dişli tuhaf bir delikanlı gülümsedi." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Zamanı boşa harcatmak, ziyan edilmesine yol açmak
-
[-i]
Süpürmek, temizlemek
- "Tozu çalmak."
-
[-i]
Başkasının malını gizlice almak, hırsızlık etmek, aşırmak
- DİLMAÇ
-
-
[isim]
Çevirmen
- "Almanyalı ile anlaşabilmek için bu Maltalıyı dilmaç olarak tutmuşlar." (Memduh Şevket Esendal)
-
[isim]
Çevirmen
- OYULMA
-
-
[isim]
Oyulmak işi
-
[isim]
Oyulmak işi