İçinde d olan 3 harfli 54 kelime var. İçerisinde D harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında d harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu d harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- DİL
-
-
[isim]
Ağız boşluğunda, tatmaya, yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan etli, uzun, hareketli organ, tat alma organı
- "Ağzımı dolduran kocaman dil, kelimelere yer bırakmıyor ki..." (Yusuf Ziya Ortaç)
- "Çocuk, hâlâ dil ağız vermeden yatıyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Ninniyi mutlaka söylemesi için ona bir sürü dil döktü." (Osman Cemal Kaygılı)
- "Mütemadiyen gülüp söylüyordum. Hacı Kalfanın ellerini dizlerine vurarak: -Dil otu mu yedin be kızım? diye bir gülmesi var ki..." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Birçok aletin uzun, yassı ve çoğu hareketli bölümleri
- "Terazi dili."
- "Kendi kendime, adlı şiirinde bunu şöyle dile getirir." (Salâh Birsel)
- "Şair neslinin şarkıdan o kadar dili yandı ki şarkı kelimesini nerede görse silip üstüne türkü diyecek." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
- "Bunda yenilmiş, içilmiş bir şey yok ya! Sen onun dilini de anlarsın." (Memduh Şevket Esendal)
-
Büyükbaş hayvanların haşlanıp pişirildikten sonra yenebilen dili
- "Birkaç dilim ekmek, ince bir iki dilim peynir veya dil, bazen de haşlanmış bir sebze yemeği." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Ayakkabı bağlarının ayağı rahatsız etmemesini sağlayan ve bağ altına rastlayan saya parçası
-
Kıstak
-
Makaraların ve bastikaların içine yerleştirilmiş olan, üzerinden geçirilen halatı istenilen yöne çevirmeye yarayan, çevresi oluklu, küçük döner tekerlek
- "İki dilli makara."
-
Bazı üflemeli çalgılarda titreşerek ses çıkaran ince metal yaprak
-
Anahtar
-
[isim]
Ağız boşluğunda, tatmaya, yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan etli, uzun, hareketli organ, tat alma organı
- DUY
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Elektrik ampulünün takıldığı bakır veya pirinçten yivli yer
-
[isim]
Elektrik ampulünün takıldığı bakır veya pirinçten yivli yer
- DUN
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Alçak, aşağı, aşağılık
-
[sıfat]
Alçak, aşağı, aşağılık
- ADA
-
-
[isim]
Deniz veya göl suları ile çevrilmiş küçük kara parçası, cezire
- "İnziva yerim bazen limanda bir şileptir, bazen bir ada." (Refik Halit Karay)
-
Trafiğe açık bir yol üzerinde sola dönüşleri sağlayan, sağ tarafta veya yol ortasında yer alan çizgilerle veya kaldırım taşıyla ayrılmış alan
-
Çevresi yollarla belirlenmiş olan arsa ve böyle bir arsayı kaplayan yapılar topluluğu
-
[isim]
Deniz veya göl suları ile çevrilmiş küçük kara parçası, cezire
- DAZ
-
-
[sıfat]
Saçı dökülmüş (baş), dazlak
-
Çıplak (toprak)
-
[sıfat]
Saçı dökülmüş (baş), dazlak
- DIŞ
-
-
[isim]
Herhangi bir cisim veya alanın sınırları içinde bulunmayan yer, hariç, iç karşıtı
- "Hafta sonunda şehrin dışına çıkıyoruz. Şehrin artık dışındayız. Bostanlar, bağlar, sürülmüş tarlalar." (Ahmet Haşim)
- "Size hiç bu mektupların dışında 'Muhterem Yusuf Ziya Beyefendi' diyen oluyor mu?" (Yusuf Ziya Ortaç)
- "Uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz." (Anayasa)
- "Hiçbir şeye karışmadan olayların dışında kalmak isteyenlerin çabaları boşunaydı." (Necati Cumalı)
-
Bir konunun kapsamına girmeyen şey
-
Görülen, içte bulunmayan yüzey
- "Bardağın dışı kirli."
-
Bir kimsenin görünüşü, durum ve davranışları
-
Bireyin ötesinde bir varlığı olan
- "Dış dünya."
-
[sıfat]
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha uzak olan
- "Dış kapı. Dış duvar."
-
[sıfat]
Yabancı ülkelerle ilgili
- "Dış siyaset. Dış ilişkiler."
-
Açık havada geçen sahneleri içine alan çekim
-
Bazı top oyunlarında karşı takım oyuncularının vuruşuyla topun kalenin bulunduğu taraftan dışarı çıkması, aut
-
[isim]
Herhangi bir cisim veya alanın sınırları içinde bulunmayan yer, hariç, iç karşıtı
- LED
- ...
- DİŞ
-
-
[isim]
Çene kemiklerinin üstüne dizili, ısırıp koparmaya ve çiğnemeye yarayan sert, beyaz organlardan her biri
- "İşlerinden uzaklaştırılanlara gelince onlar Bahadır'a fena hâlde diş bilemekte idiler." (Haldun Taner)
- "Karşısındakine diş geçirmek inadı gene kabarmıştı." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Anası cahil kadın... Delikanlı oğluna diş geçiremedi." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Şöyle iki dişe dokunan, ciğere işleyen söz işitsem, şöyle tatlı, basit bir nağme duysam yok mu..." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Çark, testere, tarak vb. çentikli şeylerdeki çıkıntıların her biri
- "Çarkın dişleri tebessüm eder gibi tatlı bir ses çıkardı." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Kelimeyi dişimize vurmuşuz, beğenmişiz, saklamışız. Benimsemişiz." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
Sarımsak dilimi, karanfil vb.nde dişe benzetilen tane
- "Bir diş sarımsak, iki diş karanfil."
-
Bazı dantel ve işlemelerin kenarlarındaki yuvarlak sivri bölüm
-
Omurgalı hayvanların çenelerinde veya ilkel yapılı omurgalıların gırtlak ve ağızlarında bulunan kemiksi sert parçalar
-
[isim]
Çene kemiklerinin üstüne dizili, ısırıp koparmaya ve çiğnemeye yarayan sert, beyaz organlardan her biri
- ODA
-
-
[isim]
Evin veya herhangi bir yapının oturma, çalışma, yatma gibi işlere yarayan, banyo, salon, giriş vb. dışında kalan, bir veya birden fazla çıkışı olan bölmesi, göz
- "Hâlâ kapısı aralık duran odaya doğru koştu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Serbest meslek adamlarını içinde toplayan resmî birlik
- "Sanayi odası. Ticaret odası."
-
Yeniçeri kışlası
-
[isim]
Evin veya herhangi bir yapının oturma, çalışma, yatma gibi işlere yarayan, banyo, salon, giriş vb. dışında kalan, bir veya birden fazla çıkışı olan bölmesi, göz
- DÜZ
-
-
[sıfat]
Yatay durumda olan, eğik ve dik olmayan
- "Düz tahta."
- "Düğünevinin avlusuna girerken yeni düze inmiş efeler gibi nara attı." (Ömer Seyfettin)
-
Kıvrımlı olmayan, doğru
- "Düz çizgi."
-
Yüzeyinde girinti çıkıntı olmayan, müstevi
-
Kısa ökçeli, ökçesiz (ayakkabı)
-
Yayvan, altı derin olmayan
- "Düz kayık. Düz tabak."
-
Kıvırcık veya dalgalı olmayan (saç)
-
Yalın, sade, süssüz
- "Düz bir anlatım."
-
Çizgisiz, desensiz ve tek renkli
- "Düz bir kumaş."
-
[isim]
Engebesiz olan yer, düzlük, ova
- "Kardaş gitmem Diyarbakır düzüne / Kızlar peri olsa bakmam yüzüne." (Halk türküsü)
-
[sıfat]
Yatay durumda olan, eğik ve dik olmayan
- DAĞ
-
-
[isim]
Yer kabuğunun çıkıntılı, yüksek, eğimli yamaçlarıyla çevresine hâkim ve oldukça geniş bir alana yayılan bölümü
- "Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden / Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin." (Faruk Nafiz Çamlıbel)
- "Yalnız Efe'den kimsenin şikâyeti yokmuş. Ne kimseyi dağa kaldırırmış ne de fidye istermiş." (Ömer Seyfettin)
- "Hay kör olası, dağların şenliği, bak şimdi de hanımın saksısını devirdi." (Memduh Şevket Esendal)
-
[isim]
Yer kabuğunun çıkıntılı, yüksek, eğimli yamaçlarıyla çevresine hâkim ve oldukça geniş bir alana yayılan bölümü
- BAD
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Rüzgâr
- "Esme ey bad esme canan uykuda." (Faruk Nafiz Çamlıbel)
-
[isim]
Rüzgâr
- DAL
-
-
[isim]
Ağacın gövdesinden ayrılan kollardan her biri
- "Cılız dallar, yeşili fersiz, tırnak kadar yapraklar!" (Tarık Buğra)
- "Samimiyetimizin her köşesinde heybetli çınarlar gibi dal budak salmıştı." (Orhan Seyfi Orhon)
- "Dal gibi bir vücut üzerinde dev gibi bir baş!" (Yusuf Ziya Ortaç)
- "Yüreğinde onmaz bir karıncalanma vardı; onmaz bir kıpırtı dal sürüyordu, durmadan filizleniyordu." (Burhan Günel)
-
Branş
-
Bir bilim alanının içinde yer alan ana bilim dalında alt alanı
-
Canlıların bölümlenmesinde, sınıfların bir araya gelmesiyle oluşan birlik, şube
-
[isim]
Ağacın gövdesinden ayrılan kollardan her biri
- PED
- ...
- DOK
-
Kelime Kökeni : İngilizce
-
[isim]
Gemilerin yükünün boşaltıldığı veya onarıldığı, üstü örtülü havuz
- "Çekiç sesleri geliyor doklardan / Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları / İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı." (Orhan Veli Kanık)
-
Ticaret mallarını saklamak için rıhtımda yapılan büyük depo
-
[isim]
Gemilerin yükünün boşaltıldığı veya onarıldığı, üstü örtülü havuz
- ÇAD
- ...
- DÜŞ
-
-
[isim]
Uyurken zihinde beliren olayların, düşüncelerin bütünü, rüya
- "Dadaloğlu'm, sevdası var başımda / Gündüz hayalimde, gece düşümde." (Dadaloğlu)
- "İnsanoğlu, yüzyıllar sonrası için de düşler kurmaktan geri durmamıştır." (Melih Cevdet Anday)
-
Gerçek olmayan şey, imge, hayal
-
Gerçekleşmesi istenen şey, umut
-
[isim]
Uyurken zihinde beliren olayların, düşüncelerin bütünü, rüya
- DİP
-
-
[isim]
Oyuk veya çukur bir şeyin en alt bölümü
- "O kuyunun dibinde kireç vardır." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Eline geçirince dibine darı ekmeden bırakmazsın." (Rıfat Ilgaz)
- "Hakkında söylenti çıkan, derhâl dibine kadar incelenir, ya mahkûm olur ya temize çıkardı." (Aydın Boysan)
- "Dibini kurcalıyorsun, ... birkaç merkez dışında Ege üreticisi çoğunluk küçük çiftçi, orta çiftçi!" (Atilla İlhan)
-
Taban
- "Tencerenin dibi."
-
Dikili duran bir şeyin yerle birleştiği nokta ve çevresi veya bir şeyin yanı başı
- "En çok kafam terlemişti, parmaklarımı saçlarımın diplerine sürdüm." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Kapalı bir yerin kapıya göre en uzak bölümü
- "Karagöz perdesinin karşısına dizilmiş koltuklardan en diptekine oturdu." (Atilla İlhan)
-
Arka, kıç
- "Hepsi de tavuğun dibinden sabah sabah çıkmış, taptazedir." (Ercüment Ekrem Talu)
-
[isim]
Oyuk veya çukur bir şeyin en alt bölümü
- HAD
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Sınır, uç
- "Çocuklara yemiş getirenin haddi hesabı yok." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
- "Haddine mi düşmüş senin; saçımın teline bile ulaşamazsın." (Refik Halit Karay)
- "Burada sigara içmek ve lakırtıya karışmak onların haddi değildi." (Mithat Cemal Kuntay)
- "... bu hafta ikinci sarhoş gecesi. Haddini aşmadı mı biraz?" (Atilla İlhan)
-
Derece
- "İnsan buna bir hadde kadar göz yumabilir."
-
İnsanın yetki ve değeri
- "Haddim değil."
-
Terim
-
[isim]
Sınır, uç
- DAM
-
-
[isim]
Yapıları dış etkilerden korumak amacıyla üzerlerine yapılan çoğu kiremit kaplı bölüm
- "Pencerenin önüne geçmiş, dalgın ve hiddetli nazarlarıyla karşıki damları seyrediyordu." (Ercüment Ekrem Talu)
- "Damdan düşer gibi birdenbire söyleyecek, açacak olursam itiraz eder." (Mahmut Yesari)
-
Üzeri toprak kaplı ev, küçük ev, köy evi
- "Hekim kendisine üç ay, tam üç ay damdan dışarı çıkmaya izin vermemişti." (Nabizade Nazım)
-
Tutukevi
-
Ahır
- "At damında çocuğa çok iyi bir yer yapmıştı." (Halide Edip Adıvar)
-
[isim]
Yapıları dış etkilerden korumak amacıyla üzerlerine yapılan çoğu kiremit kaplı bölüm