Başında i olan 2 harfli 11 kelime var. İ harfi ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde i harfi olan kelimeler listesine ya da sonu i harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.
Karmaşık harflerden başında i bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- İT
-
-
[isim]
Köpek
-
Değersiz, terbiyesiz kimse
- "Babaları da zaten itin biri." (Haldun Taner)
-
[isim]
Köpek
- İZ
-
-
[isim]
Bir şeyin geçtiği veya önce bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, alamet, emare
- "Nihayet bir dönemeçte izlerin sahibini gördüm." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Felaketler, ıstıraplar, matemler ruhumuzda âdeta bir yara gibi derin bir iz bırakıyor." (Ömer Seyfettin)
- "Sonradan onun da izini sürüp yerini buldum." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
Bir şeyin dokunmasıyla geride kalan belirti
- "Yüzünde birtakım diş ve tırnak izleri vardı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Bir olay veya bir durumdan geride kalan belirti, ipucu, emare
- "Cinayet izleri."
-
Bir olay, bir durum veya yaşayıştan geride kalan belirti, eser
- "O çağ uygarlığından iz kalmadı."
-
Bir düzlemin başka bir düzlemle veya bir doğru ile kesişmesinden doğan ara kesit
-
[isim]
Bir şeyin geçtiği veya önce bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, alamet, emare
- İL
-
-
[isim]
Ülkenin vali yönetimindeki bölümü, vilayet
- "İllerin idaresi yetki genişliği esasına dayanır." (Anayasa)
-
Şehrin niteliklerini taşıyan büyük yerleşim yeri
-
Ülke, yurt
-
Eski Türklerde devlet
-
[isim]
Ülkenin vali yönetimindeki bölümü, vilayet
- İM
-
-
[isim]
İşaret
-
Alamet
-
[isim]
İşaret
- İŞ
-
-
[isim]
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
- "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir." (Sait Faik Abasıyanık)
- "İş alacağım diye, kafasını ve meslek görüşünü de, satmamış bir kişilik." (Aydın Boysan)
- "En zekileri, en iş bilenleri olan Osman her şeyi anladı." (Refik Halit Karay)
- "Öbürleri şüpheleniyorlar, bir iş çevirdi ama nasıl anlasak diye düşünüyorlardı." (Refik Halit Karay)
-
Bir değer yaratan emek
- "Bu senin yaptığın iş değil."
-
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
- "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim." (Ömer Seyfettin)
- "Üstelik sen de buraya girmeye kalkışırsan işimiz var."
- "O, ne emrederse ben razıyım, deyip kurnazlıkla işin içinden sıyrıldım." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
- "İşler durgun."
-
Kamu yararına yapılan işler
- "Güvenlik işleri."
-
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
- "Bu evin işi çok."
-
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
- "Sonunda bir iş buldum." (Sait Faik Abasıyanık)
-
İş yeri
- "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Ticari anlaşma, alışveriş
-
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
- "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılan bir söz
- "O, işini bilir. Bu, benim işime gelmez."
-
Yapılan şey, davranış
- "Yoksullara yardım etmekle çok iyi bir iş yaptım."
-
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
- "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü." (Memduh Şevket Esendal)
-
Emek, işçilik, ustalık
- "Bu örtü, işi ağır bir örtüdür."
-
İşlem
- "İşimi görmediler."
-
Sorun, konu, mesele, maslahat
- "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı." (Hüseyin Cahit Yalçın)
-
Gizli neden veya maksat
- "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti." (Refik Halit Karay)
-
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
- "Bu, bir zevk işidir."
-
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
- "Erg, jul, kilogrammetre, vat saat, kilovat saat iş ve enerji birimleridir."
-
[isim]
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
- İS
-
-
[isim]
Dumanın değdiği yerde bıraktığı kara leke
- "Uzandı, is çıkarmaya başlayan fitili kesti." (Memduh Şevket Esendal)
-
Yakıtın tam yanmamasından oluşan, dumanla yükselen kömürleşmiş tanecikler
-
Sürme (II)
-
[isim]
Dumanın değdiği yerde bıraktığı kara leke
- İP
-
-
[isim]
İplik
- "Tavandan ip yumakları, urganlar, gemici fenerleri sarkardı." (Necati Cumalı)
- "Menfaatine dokunan adam, ipe gitmek için lazım gelen hükümleri giyer." (Falih Rıfkı Atay)
- "Söyledikleri zaten ipe sapa gelmez şeyler." (Atilla İlhan)
- "İpleri Topal Osman'ın eline geçince bir uysallaşır, bir uysallaşır kâfir!" (Reşat Enis)
-
Asarak öldürme cezası
-
[isim]
İplik
- İN
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
İnsan
- "... ortada in cin görünmüyor ama istasyonla otel arasındaki bulvar elektrik ışığında bembeyaz..." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Adam inlerle cinlerin top oynadığı yolda mezarlığın yıkık duvarına sıçradı." (Çetin Altan)
-
[isim]
İnsan
- İD
- ...
- İÇ
-
-
[isim]
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
- "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir." (Çetin Altan)
- "Akşamları ikişer üçer kadeh içer, karşılıklı iç dökerdik." (Necati Cumalı)
- "Hem parayı iç et, üstüne bir de söv, ha?" (Orhan Hançerlioğlu)
- "Derin bir iç geçirişti ki ah çekişti denilebilir." (Refik Halit Karay)
-
Oyuk şeylerin boşluğu
- "Hafif hafif iç çekmeler, tek hıçkırıklar, konser hâlinde ağlamalar." (Halide Edip Adıvar)
- "Cip hazır dedi. İnşallah süspansiyonu iyidir yoksa yollarda içimiz dışımıza çıkacak." (Refik Erduran)
- "Gençtim, güzeldim, düzgüne, rastığa, janjanlı çoraba benim de içim gidiyordu." (Aka Gündüz)
- "Sanki ağlayan ve en çok içi yanan o değildi." (Tarık Buğra)
-
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
- "Tahtanın içi çürümüş."
- "Ay içim eziliyor kızım... Uzatma çabuk söyle." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
- "Bu bahçede insanın içini bayıltan hanımeli, gül ve salkım kokuları binbir ot kokusuna karışıyordu." (Halide Edip Adıvar)
-
Nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
-
Ten ile dış giysiler arası
- "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum." (Erhan Bener)
-
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
- "Ekmek içi. Ceviz içi."
-
Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
-
Mide, bağırsak, karın
- "İçi bulanmak. İçi sürmek."
-
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
- "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?" (Sait Faik Abasıyanık)
-
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
- "Yurt içi ulaşım. Şehir içi haberleşme. Aile içi ilişkiler."
-
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
-
[sıfat]
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
- "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı." (Peyami Safa)
-
[sıfat]
İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
- "İç dünyamız."
-
Muhteva
-
[isim]
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
- İĞ
-
-
[isim]
Pamuk, yün vb.nden iplik eğirmekte kullanılan, ortası şişkin, iki ucu sivri ve çengelli olan, ağaçtan yapılmış araç, eğirmen, kirmen
-
İğ iplik
-
Araba okunun ekseni
-
Değirmen taşının ortasında bulunan ve yukarıdaki üst taşa geçen demir eksen
-
[isim]
Pamuk, yün vb.nden iplik eğirmekte kullanılan, ortası şişkin, iki ucu sivri ve çengelli olan, ağaçtan yapılmış araç, eğirmen, kirmen