Sonunda ek olan 6 harfli 172 kelime var. EK ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde ek olan kelimeler listesine ya da başında ek olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
E K Harfleri İle Yazılabilecek Bazı Kelimeler
2 Harfli Kelimeler
EK, KE
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- TUTÇEK
- ...
- SEZMEK
-
-
[-i]
Açık bir kanıt olmaksızın, olmuş veya olacak bir şeyi anlamak, kestirmek, hissetmek
- "İkinci Dünya Savaşı'na doğru gittiğimizi en evvel sen sezmiştin." (Refik Halit Karay)
-
Anlamak, fark etmek
- "Onun deli sayılmasının sebeplerini gizlice biz de sezerdik." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
[-i]
Açık bir kanıt olmaksızın, olmuş veya olacak bir şeyi anlamak, kestirmek, hissetmek
- KÖSTEK
-
-
[isim]
Saat, kılıç, anahtar vb.nin ucuna takılan zincir
- "Koltuklara kurulur, altın kösteklerini parmakları ile çevirir." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Koşulan atların tepmesini önlemek için kuskun kayışına eklenen kayış
-
Balık iğnesini oltaya bağlayan, bir iki karış uzunluğunda kıl veya misina parçası
-
Engel
-
[isim]
Saat, kılıç, anahtar vb.nin ucuna takılan zincir
- EŞELEK
-
-
[isim]
Elma, armut, ayva vb. meyvelerin yenmeyen iç bölümü
-
[isim]
Elma, armut, ayva vb. meyvelerin yenmeyen iç bölümü
- GEVŞEK
-
-
[sıfat]
Sıkı veya gergin olmayan, gevşemiş olan
- "Bizim dost, gevşek kravatıyla, çözük yakasını şöyle bir okşadı." (Çetin Altan)
-
Cansız, hareketsiz, iradesiz
-
[zarf]
İlgisiz, kayıtsız bir biçimde
- "Bu konuda gevşek davranırsanız periler diyarına akla gelmeyecek sevimsiz bir yoldan gitmek de var." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
[sıfat]
Sıkı veya gergin olmayan, gevşemiş olan
- BÜKMEK
-
-
[-i]
Sertçe çevirmek, kıvırmak
- "Bu kez onu sürmeden olduğu yerde büküp altına aldı." (Salâh Birsel)
-
[nsz]
Birkaç tel ipliği burarak sarmak
- "İpek bükmek."
-
Eğmek
- "Olur der gibi başını büktü. Çelik halatı büktü."
-
Katlamak
- "Büktüğüm yeri kaybetmişim, nereye kadar geldiğimi bilmiyorum." (Sermet Muhtar Alus)
-
Döndürmek
-
[-i]
Sertçe çevirmek, kıvırmak
- DİŞLEK
-
-
[sıfat]
Dişleri dışarıya doğru çıkık olan (kimse)
- "Kız, hafifçe dişlektir, gülünce belli olur." (Refik Halit Karay)
-
Sözünü geçiren, istediğini yaptırabilen (kimse)
- "Hacı Resul'e gelince Çatalkaya'nın ve başka köylerin en dişlek kodamanıydı." (Halikarnas Balıkçısı)
-
[sıfat]
Dişleri dışarıya doğru çıkık olan (kimse)
- ÇÖZMEK
-
-
[-i]
Düğümlü, bağlı veya sarılı bir şeyi açmak
-
Düğmeyi iliğinden açmak
- "Yalnız göğsünün düğmelerini çöz." (Peyami Safa)
-
Saçı açmak
-
Bulmaca, sorun vb.nin bilinmeyen, gizli noktasını bulup açıklamak, sonuca bağlamak
- "Kır saçlı postacı bulmacayı çözmüştü." (Haldun Taner)
-
Bir maddeyi çözücüyle çözündürmek, onun çözeltisini yapmak
-
Bir problemde aranan sonucu, belli ögeler yardımıyla ortaya çıkarmak, halletmek
-
Çözgü ipini tezgâha yerleştirmek
-
[-i]
Düğümlü, bağlı veya sarılı bir şeyi açmak
- DÖKMEK
-
-
[-i]
Sıvı veya tane durumunda olan şeyleri bulundukları kaptan başka bir yere boşaltmak
- "İhtiyar karısı pırıl pırıl kalaylı maşrapa ile ona su dökecek." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Belli bir yere boşaltmak
- "Sigara tablasını dökmek."
-
Akıtmak, düşürmek
- "Annem bunu sezdiği gün, babamın arkasından döktüğü yaşları unutacak kadar bedbaht olur." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
[-e]
Saçmak, serpmek
- "Tavuklara yem döktü."
-
Salmak, bırakmak
-
Üstünde bulunan bir şeyi düşürmek
- "Yapraklarını dökmüş iki söğüt ağacı..." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Teninde kızamık, kızıl, suçiçeği hastalıklarında olduğu gibi kırmızı lekeler çıkmak
-
Maden, mum eriyiği veya çimento, alçı vb.ni kalıba akıtarak biçim vermek, döküm yapmak
- "Heykel ilkin çamurdan yapılıyor, sonra kalıbını çıkarıp tunçtan dökecekler." (Haldun Taner)
-
Sulu hamuru kızgın yağ veya tepsinin içine akıtarak pişirmek
- "Lokma dökmek. Kadayıf dökmek."
-
Bir yere çokça bir şey yığmak, taşımak
- "Sınıra asker dökmek."
-
[nsz]
Çok söylemek
- "Dil dökmek."
-
Bir şeyi yok etmek için atmak
- "Satılmayan hamsileri denize döktüler."
-
[-e]
Bir işte veya bir konuyu ele alış biçiminde değişiklik yapmak
- "Şimdi maşallah açılmaya başladım diye söylenirsin, işi ahbaplığa dökersin, olur gider." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Yakmak, tutuşturmak
- "Sabah ve akşam kahvaltıları için mangal döktürürdü. Mangal yakmak denmezdi. Mangalı dök, tutuştur denirdi." (Nezih Neyzi)
-
Kullanmak, harcamak, sarf etmek
- "Dimağ ve beden cevherlerini döken çocukları hesaplı bir kalori ile beslemek lazımdı." (Cahit Uçuk)
-
Çok sayıda öğrenciyi sınavda veya bir üst sınıfa geçirmede başarısız saymak
- "Sınıfın yarısını döktüler."
-
[nsz]
Bol bol vermek, ödemek, sarf etmek
- "Para dökmek."
-
Açığa vurmak, söylemek, ortaya koymak
- "Acaba biraz anlatsan, derdini döksen olmaz mı?"
-
[-i]
Sıvı veya tane durumunda olan şeyleri bulundukları kaptan başka bir yere boşaltmak
- ÖRTMEK
-
-
[-i]
Korumak, görünmez duruma getirmek veya gizlemek için üstüne bir şey koymak
- "Kadın bebeğini itina ile yatırdı, yüzünü örttü." (Aka Gündüz)
-
Kapamak
- "Perihan kızdı, gidip piyanonun kapağını örttü." (Peyami Safa)
-
Kaplamak
- "Sarmaşıklar duvarları örtmüş."
-
Kötü bir durumu belli etmemek, gizlemek, saklamak
- "Birinin suçunu örtmek."
-
[-i]
Korumak, görünmez duruma getirmek veya gizlemek için üstüne bir şey koymak
- GEÇMEK
-
-
[-e]
Bir yerden başka bir yere gitmek
- "Elindeki kitabı bırakıp bulundukları odaya geçtim." (Tarık Buğra)
- "Biz ev yaptırdık ama sen bize bakma; bizim paramız vardı. Geç efendim geç; bu işler sizin gibilerin harcı değil." (Nazım Kurşunlu)
- "Onun geçtiği yollardan geçtiğim için tahminlerim biraz daha kolaylaşıyor." (Haldun Taner)
-
[-den]
Bir yandan girip diğer yandan çıkmak
- "İplik iğne deliğinden zor geçti."
-
[-den]
Yol, araç veya akarsu bir yerin yakınından veya içinden gitmek
- "Eve giderken sizin sokaktan geçeriz."
-
[-den]
Bir duruma uğramak, konu olmak
- "Dayaktan geçmek. Muayeneden geçmek."
-
[-den]
Bırakmak, vazgeçmek
- "Huylu huyundan geçmez."
-
[-de]
Yaşamak
-
[-den]
Bir şeyi bundan böyle yapma durumunda olmamak
- "Hakkın var... Ne çare ki bizden geçti, diye söyleniyor." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[-de]
Olmak, vuku bulmak, cereyan etmek
- "Bu odanın içinde geçen aşk anları artık çok uzaklardaydı." (Atilla İlhan)
-
[-i]
Hastalık bulaşmak, sirayet etmek
- "Hastalık bana ondan geçti."
-
[-den]
Herhangi bir durum, soya çekim yoluyla birinde görünmek
- "Bu titizlik ona babasından geçmiş."
-
[-den]
Bulunduğu yeri veya konumu değiştirmek
-
Bir yeri aşmak, öbür yana ulaşmak
- "İstanbul'a geçecek değil, parmağımı kımıldatacak takatim yok." (Sermet Muhtar Alus)
-
Yerini bırakıp başka yer almak
-
[-den]
Bir konu üzerinde veya bir yerde çalışmış olmak
- "Şimdiki tuluat artistlerinin çoğu oradan geçtiler." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Etki yapmak, işlemek
- "Soğuk, ciğerime geçti. Başına güneş geçmiş."
-
Görev almak
- "İktidara geçmek."
-
Kalmak, devrolmak
-
[-i]
Geride bırakmak, aşmak
- "Bizim yelkenli vapuru geçecek. Ordu sınırı geçti. Çocuğun boyu babasını geçti."
-
[nsz]
Tükenmek, bitmek, sona ermek
- "Yavaş yavaş bu hırs geçer." (Falih Rıfkı Atay)
-
[-i]
Üstünlük sağlamak
-
[-i]
Söylemeden veya bitirmeden atlamak
- "O meseleyi geçelim. O bahsi geç!"
-
[-i]
Zamanı aşmak, geride bırakmak
- "Şehzadebaşı'na geldikleri zaman saat onu geçiyordu." (Peyami Safa)
-
[-le]
Harcamak
- "Bütün günüm seni takip etmekle geçti." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[-i]
Bir müzik parçasını meşk ederek öğrenmek, çalmak veya söylemek
-
[-i]
Birinden meşk etmek
- "Bu şarkıyı kimden geçtiniz."
-
Haberi bir iletişim aracı ile bildirmek
- "Ankara haberlerini gazetesine geçiyormuş."
-
[nsz]
Sönmek
- "Ocak sönmüş, koru bile geçmişti." (Nabizade Nazım)
-
Yazılmak, girmek
- "Tarihe geçmek. Kitaba geçmek."
-
[nsz]
Sürümü olmak, satılmak
-
[-i]
Konuşmada sözü geçmek veya basında yer almak
- "Kısa süren bir hastalıktan sonra göçüp gideceğini hissetmiş hatta ölümünün gazetelere bile geçmemesini istemişti..." (Halide Edip Adıvar)
-
[nsz]
Kullanımda olmak, tedavülde olmak
- "Bu para artık geçmiyor."
-
[nsz]
Kabul edilemez olmak
- "Senin paran burada geçmez."
-
[nsz]
Okulda, sınavda başarı göstermek
- "Çocuk bu yıl geçti."
-
Bir yere gidip oturmak
-
[nsz]
Çok bekletilmekten çürümeye yüz tutmak
- "Bu karpuz geçmiş."
-
[nsz]
Sıyrılmak, kurtulmak, işin içinden çıkmak
- "Görmedim dedi, geçti."
-
[yardımcı fiil]
Bazı kelimelerle birleşik fiil yapar
- "lska geçmek. Diskur geçmek."
-
[-i]
Çekiştirmek, yermek
- "Beni sana geçmişler / Vallahi ben demedim." (Halk türküsü)
-
[-e]
Bir yerden başka bir yere gitmek
- ZEYBEK
-
-
[isim]
Batı Anadolu efesi
- "Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden / Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin" (Faruk Nafiz Çamlıbel)
-
Ege yöresine özgü bir müzik veya oyun türü, zeybek havası
-
[isim]
Batı Anadolu efesi
- DİVLEK
-
-
[isim]
Kalın kabuklu olgun kavun
-
[isim]
Kalın kabuklu olgun kavun
- SEKSEK
-
-
[isim]
Sekerek oynanan bir çocuk oyunu
-
[isim]
Sekerek oynanan bir çocuk oyunu
- SİLMEK
-
-
[-i]
Bir şeyin ıslaklığını gidererek kuru duruma getirmek
- "Terlemiş gibi alnını elinin tersiyle sildi." (Ömer Seyfettin)
- "Beni aldattı diye onu kalbimden silip attım, ondan nefret ediyorum." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[nsz]
Üzerine genellikle bir bez sürterek tozlarını, kirlerini almak veya parlatmak
- "Türküler çağırarak tahta siliyorlar." (Yusuf Ziya Ortaç)
- "Büyükdere'den yanına bir sepet kiraz aldığı vakit, sandalda bütün kirazı silip süpürür." (Salâh Birsel)
-
Bir yazı, çizgi vb.ni kazıyarak veya sürterek yok etmek
- "Daktilo yanlışlarını iğneyle kazıyarak sildi."
- "Bu, nereden ve kimden geldiği belli olmayan darbe son ümitlerini de silip süpürmüştü." (Ercüment Ekrem Talu)
-
Tahta malzemeyi makineyle düzgün ve pürüzsüz hâle getirmek
-
[-i]
Üzerini çizerek atmak, yok etmek
- "Defterden adını silmişler."
-
İlişkisini koparmak, yok saymak
-
[-i]
Üstünlük göstererek o alanda üstün olanları ikinci plana atmak
- "Takımı sahadan silmek."
-
Ortadan kaldırmak, yok etmek veya gidermek
- "Senin gözlerin gönlümü dolduran kara düşünceleri silecek, beni korkulardan kurtaracaktır." (Memduh Şevket Esendal)
-
[-i]
Bir şeyin ıslaklığını gidererek kuru duruma getirmek
- ERİMEK
-
-
[nsz]
Katı cisim sıvı içine karışarak sıvı durumuna geçmek
- "Şeker suda erir."
- "O zaman da ben kahır yüzünden eriyip bitmiş olacağım." (Peyami Safa)
-
Katı cisim ısı etkisiyle sıvı duruma gelmek
- "Yüzündeki karlar eriyince beyaz, yuvarlak bir yüz meydana çıkmıştı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Dokumalar aşınıp incelerek dağılmak
-
Çok zayıflamak
- "Günden güne eriyen Kerime'yi, o tek kardeşimi kurtarabilirim ümidiyle size koştum." (Aka Gündüz)
-
Utancından çok sıkılmak
-
Yok olmak, bitmek, tükenmek
- "Güzel hayatımız da bir göz açıp kapayışta eridi." (Refik Halit Karay)
-
[nsz]
Katı cisim sıvı içine karışarak sıvı durumuna geçmek
- DEŞMEK
-
-
[-i]
Oymak, delmek, yara açmak, içini açmak, karıştırmak, kazmak
-
Bir sorunun üzerinde yeniden durmak, hatırlatmak, kurcalamak
- "Bu hatıraları daha deşmek istemiyorum." (Halide Edip Adıvar)
-
[-i]
Oymak, delmek, yara açmak, içini açmak, karıştırmak, kazmak
- MERCEK
-
-
[isim]
İçinden geçen paralel ışınları düzenli bir biçimde birbirine yaklaştıran veya birbirinden uzaklaştıran, camdan veya ışık kırıcı herhangi bir maddeden yapılmış, genellikle küresel yüzeylerle sınırlanmış saydam cisim, adese, lens
-
[isim]
İçinden geçen paralel ışınları düzenli bir biçimde birbirine yaklaştıran veya birbirinden uzaklaştıran, camdan veya ışık kırıcı herhangi bir maddeden yapılmış, genellikle küresel yüzeylerle sınırlanmış saydam cisim, adese, lens
- ÇİMMEK
-
-
[nsz]
Suya bütün vücuduyla girip çıkmak, yıkanmak
- "Arıkta çimdim de geldim, diye fısıldadı." (Cahit Uçuk)
-
[nsz]
Suya bütün vücuduyla girip çıkmak, yıkanmak
- TÜMBEK
-
-
[isim]
Tümsek
-
[isim]
Tümsek