Sonunda ek olan 6 harfli 172 kelime var. EK ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde ek olan kelimeler listesine ya da başında ek olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
E K Harfleri İle Yazılabilecek Bazı Kelimeler
2 Harfli Kelimeler
EK, KE
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- SÜĞMEK
- ...
- GEVREK
-
-
[sıfat]
Kolayca kırılıp ufalanan
- "Bazı taşlar çok gevrek olur."
- "Diğer dükkânların satılmayan mallarını ben sanki ne yapayım diye gevrek gevrek gülerek kendi kendine hak verirdi." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Şen, neşeli (gülüş)
- "Faik'in şişkin ağzından gevrek bir kahkaha boşaldı." (Peyami Safa)
-
[isim]
Ağzın içinde kolayca parçalanıp dağılacak biçimde hazırlanmış bir tür çörek
-
[sıfat]
Kolayca kırılıp ufalanan
- SEVMEK
-
-
[-i]
Sevgi ve bağlılık duymak
- "Çok az lakırtı söylediği için sevdiği arkadaşları bile kendisini iyice anlayamamışlardı." (Ömer Seyfettin)
-
Birine sevgiyle bağlanmak, gönül vermek
- "Ne kadınlar sevdim zaten yoktular / Böyle bir sevmek görülmemiştir." (Atilla İlhan)
-
Çok hoşlanmak
- "Bazıları entari üstüne kürk giymeyi daha çok severlerdi." (Refik Halit Karay)
-
Okşamak
-
Yerini, şartlarını uygun bulmak
- "Bu ağaç nemli ortamı sever."
-
[-i]
Sevgi ve bağlılık duymak
- PERTEK
- ...
- ÇÖKMEK
-
-
[nsz]
Bulunduğu düzeyden aşağı inmek, çukurlaşmak
- "Toprak çökmek. Yol çökmek."
-
Üzerinde bulunduğu yere yıkılmak
- "Tavan çökmek. Döşeme çökmek. Ev çökmek."
-
[-e]
Çömelmek
- "Suyun başına çöküp ellerini, yüzünü yıkamaya koyuldu." (Halit Fahri Ozansoy)
-
[-e]
Oturmak, birdenbire oturmak
- "Soluk soluğa yere çöktü." (Falih Rıfkı Atay)
-
Deve, sığır vb. olduğu yere oturmak
- "Boz renkli bir kaya, tıpkı çökmüş bir hecin sırtını andırıyordu." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Şakak, avurt vb. içeri doğru girmek, çukurlaşmak
- "Kadının yanakları daha fazla çöktü." (Halide Edip Adıvar)
-
Basmak, yayılmak
- "... konuşmaların cıvıltısıyla dolu salona, şimdi bir acayip sessizlik çökmüştü." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Sis, duman vb. inerek kaplamak
- "Alaca karanlıklar çökerken köşk bahçesinin parmaklıklarında görünmektedir." (Salâh Birsel)
-
Sarsılıp dinçliğini yitirmek
- "Şayet iradesiz bir adamsanız az zamanda çürüyüp çökmeniz pek mümkündür." (Refik Halit Karay)
-
Tortu dibe inmek
-
Son bulmak, yıkılıp dağılmak
- "Bizans İmparatorluğu 1453'te çöktü."
- "Bir gün vatan çöktü ve millî mabetler istila edildi." (Aka Gündüz)
-
[-e]
Yoğun bir biçimde duymak
- "Mustafa Kemal'in içine ilk defa bu lisede vatan kaygısı çöktü." (Falih Rıfkı Atay)
-
[nsz]
Bulunduğu düzeyden aşağı inmek, çukurlaşmak
- SİNMEK
-
-
[nsz]
Kendini göstermemek için büzülmek, saklanmak, pusmak
- "Salonda bulunan yirmiyi aşkın insan ürkmüş, sinmişti." (Tarık Buğra)
-
Korku, yılgınlık vb. sebeplerle konuşmamak, hareket etmemek veya tepki göstermemek
- "Artık Emine'nin takdirine, maskaralıklarına mukabele etmiyor, bir köşeye siniyor, düşünüyordu." (Halide Edip Adıvar)
-
[-e]
Hiç çıkmayacak veya güç çıkacak biçimde işlemek, nüfuz etmek
-
Huy, alışkanlık vb. iyice yerleşmek
- "Doktorun bütün ömrüne sinecek bir çirkin dedikodu başlayacak." (Memduh Şevket Esendal)
-
[nsz]
Kendini göstermemek için büzülmek, saklanmak, pusmak
- GÖMMEK
-
-
[-i]
Yerin altına koyarak üstünü toprakla örtmek
-
Bir ölüyü toprağın içine yerleştirmek, defnetmek
- "Kızı artık uyuduğu yere temelli gömmeye hazırlanıyordu." (Osman Cemal Kaygılı)
-
[-i]
Bir cenazeyi kaldırmak
- "Onu bugün gömdük."
-
[-i]
Birinin cenaze törenine katılmak
-
Bir nesnenin içine yerleştirmek, batırmak
- "Ben annemin çarşafına kafamı gömdüm." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[-i]
Birinden daha çok yaşamak
- "Sen bu sağlam bünye ile daha pek çok kimseyi gömersin."
-
[-i]
Yerin altına koyarak üstünü toprakla örtmek
- DÖKMEK
-
-
[-i]
Sıvı veya tane durumunda olan şeyleri bulundukları kaptan başka bir yere boşaltmak
- "İhtiyar karısı pırıl pırıl kalaylı maşrapa ile ona su dökecek." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Belli bir yere boşaltmak
- "Sigara tablasını dökmek."
-
Akıtmak, düşürmek
- "Annem bunu sezdiği gün, babamın arkasından döktüğü yaşları unutacak kadar bedbaht olur." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
[-e]
Saçmak, serpmek
- "Tavuklara yem döktü."
-
Salmak, bırakmak
-
Üstünde bulunan bir şeyi düşürmek
- "Yapraklarını dökmüş iki söğüt ağacı..." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Teninde kızamık, kızıl, suçiçeği hastalıklarında olduğu gibi kırmızı lekeler çıkmak
-
Maden, mum eriyiği veya çimento, alçı vb.ni kalıba akıtarak biçim vermek, döküm yapmak
- "Heykel ilkin çamurdan yapılıyor, sonra kalıbını çıkarıp tunçtan dökecekler." (Haldun Taner)
-
Sulu hamuru kızgın yağ veya tepsinin içine akıtarak pişirmek
- "Lokma dökmek. Kadayıf dökmek."
-
Bir yere çokça bir şey yığmak, taşımak
- "Sınıra asker dökmek."
-
[nsz]
Çok söylemek
- "Dil dökmek."
-
Bir şeyi yok etmek için atmak
- "Satılmayan hamsileri denize döktüler."
-
[-e]
Bir işte veya bir konuyu ele alış biçiminde değişiklik yapmak
- "Şimdi maşallah açılmaya başladım diye söylenirsin, işi ahbaplığa dökersin, olur gider." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Yakmak, tutuşturmak
- "Sabah ve akşam kahvaltıları için mangal döktürürdü. Mangal yakmak denmezdi. Mangalı dök, tutuştur denirdi." (Nezih Neyzi)
-
Kullanmak, harcamak, sarf etmek
- "Dimağ ve beden cevherlerini döken çocukları hesaplı bir kalori ile beslemek lazımdı." (Cahit Uçuk)
-
Çok sayıda öğrenciyi sınavda veya bir üst sınıfa geçirmede başarısız saymak
- "Sınıfın yarısını döktüler."
-
[nsz]
Bol bol vermek, ödemek, sarf etmek
- "Para dökmek."
-
Açığa vurmak, söylemek, ortaya koymak
- "Acaba biraz anlatsan, derdini döksen olmaz mı?"
-
[-i]
Sıvı veya tane durumunda olan şeyleri bulundukları kaptan başka bir yere boşaltmak
- ELEMEK
-
-
[-i]
Elek yardımıyla ayıklamak veya incesini kabasından ayırmak, elekten geçirmek
- "İşte deniz suyunun tuzunu eleyip çölü sulayıp kazanılan meralar." (Haldun Taner)
-
Sınav veya yarışma yoluyla en iyileri seçmek
-
İpliği elemgeden geçirip yumak yapmak
-
Gözden geçirmek, ayıklamak, iyisini kötüsünden ayırmak
-
Bir yarışmacıyı yarışma dışı bırakmak, elimine etmek
-
[-i]
Elek yardımıyla ayıklamak veya incesini kabasından ayırmak, elekten geçirmek
- GÜLMEK
-
-
[nsz]
İnsan, hoşuna veya tuhafına giden olaylar, durumlar karşısında, genellikle sesli bir biçimde duygusunu açığa vurmak
- "O ne söylese sinirli sinirli ve tabii olmayan gülüşü ile gülüyordu." (Halide Edip Adıvar)
- "Ahali gülmekten kırılıyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Bizi şimdi böyle görse yine sadece gülüp geçer miydi?" (Osman Cemal Kaygılı)
-
Mutlu, sevinçli zaman geçirmek, eğlenmek, hoşça vakit geçirmek
-
[-e]
Biriyle alay etmek
-
Dikkati çekecek derecede hoş ve sıcak görünmek
- "Annemin, yirmi gündür ağlayan yüzü, bu akşam ilk defa güldü." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
[nsz]
İnsan, hoşuna veya tuhafına giden olaylar, durumlar karşısında, genellikle sesli bir biçimde duygusunu açığa vurmak
- GÜTMEK
-
-
[-i]
Hayvan veya hayvan sürüsünü önüne katıp otlatarak sürmek
-
[nsz]
Bir düşünceyi, bir duyguyu veya bir ilkeyi gerçekleştirmeye çalışmak
- "Amaç gütmek. Kin gütmek."
-
Bir kimseyi, bir topluluğu kendi düşünce ve amacı doğrultusunda yönetmek, sevk ve idare etmek
-
[-i]
Hayvan veya hayvan sürüsünü önüne katıp otlatarak sürmek
- SEYREK
-
-
[sıfat]
Benzerleri veya parçaları arasında çok aralık bulunan, aralıklı, sık karşıtı
- "Öğle vapurlarının seyrek ahalisi içinden sıyrıldı, koşarak merdivenleri çıktı." (Peyami Safa)
-
Çok bulunmayan, az rastlanan, nadir
-
[zarf]
Uzun zaman aralıklarıyla, arada sırada, binde bir, nadiren, bayramdan bayrama, bayramda seyranda
- "Evinden pek seyrek zamanlarda içtiği nargilesini istedi." (Halide Edip Adıvar)
-
[zarf]
Aralıklı olarak, aralıklı bir biçimde, nadir, nadiren
-
[sıfat]
Benzerleri veya parçaları arasında çok aralık bulunan, aralıklı, sık karşıtı
- TİTREK
-
-
[sıfat]
Titreyen
- "O gece şu çinilerin üstünde titrek mum ışıkları kim bilir ne korkunç gölgeler koşturdu." (Ruşen Eşref Ünaydın)
-
[sıfat]
Titreyen
- TÜMBEK
-
-
[isim]
Tümsek
-
[isim]
Tümsek
- BELLEK
-
-
[isim]
Yaşananları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü, dağarcık, akıl, hafıza, zihin
- "Böylelerini dinlediğimizde, belleğimizde sözleri, hiç mi hiç, kalmaz." (Salâh Birsel)
-
Bir bilgisayarda, programı değişmeyen verileri, yapılacak iş için gerekli olan ara sonuçları toplayan bölüm
-
[isim]
Yaşananları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü, dağarcık, akıl, hafıza, zihin
- BİFTEK
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Izgara veya tavada pişirilen, genellikle dana eti dilimi
-
[isim]
Izgara veya tavada pişirilen, genellikle dana eti dilimi
- ARUSEK
- ...
- ÇİZMEK
-
-
[-i]
Çizgi çekmek
-
Resmini yapmak, resmetmek
- "Ben sizi yazar olarak değil, insan olarak çizmek istiyorum." (Halide Edip Adıvar)
-
[nsz]
Çizgiler hâlinde belirtmek, desenini yapmak
- "Bir gün yine onlara görünmeden krokiler çiziyordum." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
Çizgi biçiminde yaralamak
- "İğne elimi çizdi."
-
[nsz]
Geçersiz kılmak için üzerine çizgi çekmek
- "Şu iki kelime gereksizdir, çiziniz."
-
Kişiyle ilgiyi kesmek, bağı koparmak
-
[-i]
Çizgi çekmek
- İÇECEK
-
-
[isim]
İçilen her şey, meşrubat
- "Burada yiyecek, içecek her şey var."
-
[sıfat]
İçilmeye elverişli
-
[isim]
İçilen her şey, meşrubat
- PİŞMEK
-
-
[nsz]
Ateşte, fırında, kaynar suda veya yağda ısı etkisiyle yenilebilir duruma gelmek
- "Börek geç pişer."
- "Biz olanca gücümüzle Batılılaşmaya çalışırken senin bu düşüncelerin pişmiş aşa soğuk su katıyor." (Halide Edip Adıvar)
- "Büyük kalabalığa varana kadar sanat eserinin başına gelenler pişmiş tavuğun başına bile gelmemiştir." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
Isıtma sonucu belirli bir kullanıma uygun duruma gelmek
- "Tuğla, çanak çömlek özel ocaklarda pişer."
-
Meyve olgun duruma gelmek
- "... yere düşenlerin beraberce yenmesine önce ses çıkarmadılar fakat yemişler pişip tatlılaşınca iş değişti." (Refik Halit Karay)
-
Pişik oluşmak
- "Çocuğun apış arası pişmiş."
-
Bir konuyu iyice öğrenmek
-
İşe alışıp beceri ve ustalık kazanmak, zorlukları göğüslemek
- "Ama ticarette küçükten pişmek lazım." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Herhangi bir iş için konuşup hazırlanmak
-
Bunalacak kadar sıcaklık duymak
-
[nsz]
Ateşte, fırında, kaynar suda veya yağda ısı etkisiyle yenilebilir duruma gelmek