Başında d olan 3 harfli 35 kelime var. D harfi ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde d harfi olan kelimeler listesine ya da sonu d harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.

Karmaşık harflerden başında d bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.

Harf Sayısına Göre Kelimeler


Kelime bulma makinesi

Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.



Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)

DEF

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Savma
    • "Rakı içmesi doğru bir hareket değildi amma sırf defigam etmek için olduktan sonra ehemmiyeti kalmazdı." (Reşat Nuri Güntekin)

DEH

  1. [ünlem] Binek veya koşum hayvanlarını yürütmek için söylenen bir söz, dah

DAZ

  1. [sıfat] Saçı dökülmüş (baş), dazlak
  2. Çıplak (toprak)

DİK

  1. [sıfat] Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan
    • "Sağlam yapılı, dik duruşlu bir gençti o yıllarda." (Necati Cumalı)
    • "Hiçbir şey söylemeden dik dik baktı." (Sait Faik Abasıyanık)
  2. Yatık durmayan, sert
    • "Dik saç."
  3. Sert, kalın, tok (ses)
    • "Sesi dik ve küstahtı, söylediklerini aşağı salonda bekleşen komşular işittiler." (Atilla İlhan)
  4. Sert (bakış)
  5. Ters, aksi (söz)
  6. Kaba, yersiz (davranış)
    • "Kaba denilecek kadar ani ve dik bir davranışla halasını bıraktı ve kalktı." (Halide Edip Adıvar)
  7. Birbirine dikey olan doğrulardan oluşmuş
    • "Dik açı. Dikdörtgen. Dik yamuk."

DUŞ

Kelime Kökeni : Fransızca

  1. [isim] Temizlik veya tedavi amacıyla suyu yüksekten üzerine doğru püskürtme yoluyla yıkanma
    • "Soğuk bir duş, sonra da deliksiz bir uyku!" (Atilla İlhan)
  2. Bu biçimde yıkanmaya yarayan alet

DOZ

Kelime Kökeni : Fransızca

  1. [isim] Bir ilacın bir defada veya bir günde alınması gereken miktarı
    • "Ruhsal gerilimlerimiz varsa düşük dozda Diazem falan alın, hiç değilse..." (Çetin Altan)
  2. Bir maddenin bir birleşiğe, bir karışıma giren veya girmesi gereken belli miktarı, düze
    • "Saygının ve sevginin dozunu iyi ayarlayabilmeli insan." (Atilla İlhan)
    • "Şakanın dozu kaçmıştı." (Yusuf Ziya Ortaç)
  3. Genellikle bir davranış, bir konuşma vb.nde yeterli görülen ölçü
    • "Çok ölçülü konuşur ve onun etrafındaki lakırtıları muayyen bir dozu geçmezdi." (Reşat Nuri Güntekin)

DİN

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Tanrı'ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet
    • "Her dinin mabetleri bütün müminlere açıktır." (Hüseyin Cahit Yalçın)
    • "Senin yanına fedai yazılacağım ve dini bir uğruna çalışacağım." (Refik Halit Karay)
    • "Ufacık bir düşüncenin en büyük bir dikkati iflas ettirdiğini dini gibi bilirdi." (Ömer Seyfettin)
    • "Şevki Bey dedi, dinin aşkına sen Romenlerin gemi yaptıklarını işittin mi?" (Memduh Şevket Esendal)
  2. Bu nitelikteki inançları kurallar, kurumlar, töreler ve semboller biçiminde toplayan, sağlayan düzen
    • "Yazık ki bu sanat ve din bahsinde bana arkadaşlık edecek kültürde değil." (Refik Halit Karay)
  3. İnanılıp çok bağlanılan düşünce, inanç veya ülkü, kült

DEV

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [isim] Korkunç, çok iri ve olağanüstü güçlü masal yaratığı
    • "O kadar kaba saba, öyle dev gibi bir adamdı ki..." (Aka Gündüz)
  2. [sıfat] Olağanüstü irilikte olan
    • "Dev vücudu içinde bir genç kız hassasiyeti taşıyor." (Yusuf Ziya Ortaç)
  3. [sıfat] Çok büyük, çok önemli
    • "Dev şirketler. Dev bir yazar."

DÜZ

  1. [sıfat] Yatay durumda olan, eğik ve dik olmayan
    • "Düz tahta."
    • "Düğünevinin avlusuna girerken yeni düze inmiş efeler gibi nara attı." (Ömer Seyfettin)
  2. Kıvrımlı olmayan, doğru
    • "Düz çizgi."
  3. Yüzeyinde girinti çıkıntı olmayan, müstevi
  4. Kısa ökçeli, ökçesiz (ayakkabı)
  5. Yayvan, altı derin olmayan
    • "Düz kayık. Düz tabak."
  6. Kıvırcık veya dalgalı olmayan (saç)
  7. Yalın, sade, süssüz
    • "Düz bir anlatım."
  8. Çizgisiz, desensiz ve tek renkli
    • "Düz bir kumaş."
  9. [isim] Engebesiz olan yer, düzlük, ova
    • "Kardaş gitmem Diyarbakır düzüne / Kızlar peri olsa bakmam yüzüne." (Halk türküsü)

DUT

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [isim] Dutgillerden, kuzey yarım kürenin genellikle ılıman bölgelerinde yetişen, yapraklarıyla ipek böceği beslenen ağaç (Morus)
    • "Sabahtan akşama kadar durmadan söyleyen geveze Çalıkuşu, dut yemiş bülbüle dönmüştü." (Reşat Nuri Güntekin)
  2. Bu ağacın, ak, kara, pembe renkte ekşi veya tatlı, sulu meyvesi

DEK

  1. [edat] Bir işin, bir durumun sona erdiği zamanı veya yeri gösterir, kadar, değin
    • "Bir iki adım atıp yanıma dek geliyor." (Zeyyat Selimoğlu)

DAĞ

  1. [isim] Yer kabuğunun çıkıntılı, yüksek, eğimli yamaçlarıyla çevresine hâkim ve oldukça geniş bir alana yayılan bölümü
    • "Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden / Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin." (Faruk Nafiz Çamlıbel)
    • "Yalnız Efe'den kimsenin şikâyeti yokmuş. Ne kimseyi dağa kaldırırmış ne de fidye istermiş." (Ömer Seyfettin)
    • "Hay kör olası, dağların şenliği, bak şimdi de hanımın saksısını devirdi." (Memduh Şevket Esendal)

DAR

  1. [sıfat] İçine alacağı şeye oranla ölçüleri yetersiz olan, geniş ve bol karşıtı
    • "Dar elbise. Dar ev."
    • "Zavallı ihtiyarlar, sabah oldu mu bir yangından kaçar gibi kendilerini evden dar atıyorlar, gece yarısına kadar kahvede oturuyorlar, kavga ediyorlar, uyukluyorlardı." (Reşat Nuri Güntekin)
    • "Acaba bu içinde yaşadığımız hava neden bu kadar dar geliyor?" (Yahya Kemal Beyatlı)
    • "Madam onu çocuğu gibi seviyordu. Dara düştüğü günlerde hizmetini hiç aksatmadan para mara istemedi." (Tarık Buğra)
  2. Genişliği az veya yetersiz olan, ensiz, mikro
    • "Sahilleri kucaklayan tatlı meltemler, bu mahallenin dar sokaklarından geçmiyordu." (Suat Derviş)
    • "Lala da pek darda kaldığı zaman kabahati Gülsüm'ün üstüne yıkıyor." (Reşat Nuri Güntekin)
  3. Az, elverişsiz, sınırlı
    • "Bu dar gelirle hiçbir şey yapılamaz. Dar zaman."
  4. Sıkıntılı
    • "Dar bir gün gelmiş birinden üç beş kuruş almışım, ne çıkar!" (Memduh Şevket Esendal)
  5. Yetersiz
    • "Dar düşünce. Hayali dar."
  6. [zarf] Güçlükle, ucu ucuna, ancak
    • "En sonra, pek çok sıkılan çocukların zoru ile akşam altı postasına dar yetiştiler." (Memduh Şevket Esendal)

DİP

  1. [isim] Oyuk veya çukur bir şeyin en alt bölümü
    • "O kuyunun dibinde kireç vardır." (Sait Faik Abasıyanık)
    • "Eline geçirince dibine darı ekmeden bırakmazsın." (Rıfat Ilgaz)
    • "Hakkında söylenti çıkan, derhâl dibine kadar incelenir, ya mahkûm olur ya temize çıkardı." (Aydın Boysan)
    • "Dibini kurcalıyorsun, ... birkaç merkez dışında Ege üreticisi çoğunluk küçük çiftçi, orta çiftçi!" (Atilla İlhan)
  2. Taban
    • "Tencerenin dibi."
  3. Dikili duran bir şeyin yerle birleştiği nokta ve çevresi veya bir şeyin yanı başı
    • "En çok kafam terlemişti, parmaklarımı saçlarımın diplerine sürdüm." (Sait Faik Abasıyanık)
  4. Kapalı bir yerin kapıya göre en uzak bölümü
    • "Karagöz perdesinin karşısına dizilmiş koltuklardan en diptekine oturdu." (Atilla İlhan)
  5. Arka, kıç
    • "Hepsi de tavuğun dibinden sabah sabah çıkmış, taptazedir." (Ercüment Ekrem Talu)

DÖŞ

  1. [isim] Göğüs, bağır
    • "Bana yastık olsun döşlerin güzel." (Âşık Veysel)
  2. Kaburga altı

DUL

  1. [isim] Eşi ölmüş veya eşinden boşanmış kadın veya erkek
    • "Bebek'teki evinde bir dul kız kardeşiyle yalnız yaşar." (Reşat Nuri Güntekin)
    • "Hatice Hanım pek genç dul kalmış zengin bir hanımcağızdı." (Ömer Seyfettin)

DİL

  1. [isim] Ağız boşluğunda, tatmaya, yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan etli, uzun, hareketli organ, tat alma organı
    • "Ağzımı dolduran kocaman dil, kelimelere yer bırakmıyor ki..." (Yusuf Ziya Ortaç)
    • "Çocuk, hâlâ dil ağız vermeden yatıyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
    • "Ninniyi mutlaka söylemesi için ona bir sürü dil döktü." (Osman Cemal Kaygılı)
    • "Mütemadiyen gülüp söylüyordum. Hacı Kalfanın ellerini dizlerine vurarak: -Dil otu mu yedin be kızım? diye bir gülmesi var ki..." (Reşat Nuri Güntekin)
  2. Birçok aletin uzun, yassı ve çoğu hareketli bölümleri
    • "Terazi dili."
    • "Kendi kendime, adlı şiirinde bunu şöyle dile getirir." (Salâh Birsel)
    • "Şair neslinin şarkıdan o kadar dili yandı ki şarkı kelimesini nerede görse silip üstüne türkü diyecek." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
    • "Bunda yenilmiş, içilmiş bir şey yok ya! Sen onun dilini de anlarsın." (Memduh Şevket Esendal)
  3. Büyükbaş hayvanların haşlanıp pişirildikten sonra yenebilen dili
    • "Birkaç dilim ekmek, ince bir iki dilim peynir veya dil, bazen de haşlanmış bir sebze yemeği." (Sait Faik Abasıyanık)
  4. Ayakkabı bağlarının ayağı rahatsız etmemesini sağlayan ve bağ altına rastlayan saya parçası
  5. Kıstak
  6. Makaraların ve bastikaların içine yerleştirilmiş olan, üzerinden geçirilen halatı istenilen yöne çevirmeye yarayan, çevresi oluklu, küçük döner tekerlek
    • "İki dilli makara."
  7. Bazı üflemeli çalgılarda titreşerek ses çıkaran ince metal yaprak
  8. Anahtar

DUA

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Yakarış
    • "Tanrı'nın, canını kocasından önce alması için dua etmekten başka çare bulamıyordu." (Atilla İlhan)
    • "Duasının tutup tutmayacağını söyleyemezdi." (Tarık Buğra)
    • "Elini öpüp duasını almak istedim." (Burhan Felek)
  2. Tanrı'ya yalvarma, yakarış için söylenen dinî metin
    • "Pazartesi, perşembe geceleri yatağında gizli gizli Arapça dua okurdu." (Aka Gündüz)

DIŞ

  1. [isim] Herhangi bir cisim veya alanın sınırları içinde bulunmayan yer, hariç, iç karşıtı
    • "Hafta sonunda şehrin dışına çıkıyoruz. Şehrin artık dışındayız. Bostanlar, bağlar, sürülmüş tarlalar." (Ahmet Haşim)
    • "Size hiç bu mektupların dışında 'Muhterem Yusuf Ziya Beyefendi' diyen oluyor mu?" (Yusuf Ziya Ortaç)
    • "Uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz." (Anayasa)
    • "Hiçbir şeye karışmadan olayların dışında kalmak isteyenlerin çabaları boşunaydı." (Necati Cumalı)
  2. Bir konunun kapsamına girmeyen şey
  3. Görülen, içte bulunmayan yüzey
    • "Bardağın dışı kirli."
  4. Bir kimsenin görünüşü, durum ve davranışları
  5. Bireyin ötesinde bir varlığı olan
    • "Dış dünya."
  6. [sıfat] Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha uzak olan
    • "Dış kapı. Dış duvar."
  7. [sıfat] Yabancı ülkelerle ilgili
    • "Dış siyaset. Dış ilişkiler."
  8. Açık havada geçen sahneleri içine alan çekim
  9. Bazı top oyunlarında karşı takım oyuncularının vuruşuyla topun kalenin bulunduğu taraftan dışarı çıkması, aut

DON

  1. [isim] Giysi
  2. Vücudun belden aşağısına giyilen uzun veya kısa iç giysisi, külot

Kelime Anlamları Kaynağı : Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğü