Başında d olan 3 harfli 35 kelime var. D harfi ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde d harfi olan kelimeler listesine ya da sonu d harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.
Karmaşık harflerden başında d bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- DUA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Yakarış
- "Tanrı'nın, canını kocasından önce alması için dua etmekten başka çare bulamıyordu." (Atilla İlhan)
- "Duasının tutup tutmayacağını söyleyemezdi." (Tarık Buğra)
- "Elini öpüp duasını almak istedim." (Burhan Felek)
-
Tanrı'ya yalvarma, yakarış için söylenen dinî metin
- "Pazartesi, perşembe geceleri yatağında gizli gizli Arapça dua okurdu." (Aka Gündüz)
-
[isim]
Yakarış
- DIŞ
-
-
[isim]
Herhangi bir cisim veya alanın sınırları içinde bulunmayan yer, hariç, iç karşıtı
- "Hafta sonunda şehrin dışına çıkıyoruz. Şehrin artık dışındayız. Bostanlar, bağlar, sürülmüş tarlalar." (Ahmet Haşim)
- "Size hiç bu mektupların dışında 'Muhterem Yusuf Ziya Beyefendi' diyen oluyor mu?" (Yusuf Ziya Ortaç)
- "Uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz." (Anayasa)
- "Hiçbir şeye karışmadan olayların dışında kalmak isteyenlerin çabaları boşunaydı." (Necati Cumalı)
-
Bir konunun kapsamına girmeyen şey
-
Görülen, içte bulunmayan yüzey
- "Bardağın dışı kirli."
-
Bir kimsenin görünüşü, durum ve davranışları
-
Bireyin ötesinde bir varlığı olan
- "Dış dünya."
-
[sıfat]
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha uzak olan
- "Dış kapı. Dış duvar."
-
[sıfat]
Yabancı ülkelerle ilgili
- "Dış siyaset. Dış ilişkiler."
-
Açık havada geçen sahneleri içine alan çekim
-
Bazı top oyunlarında karşı takım oyuncularının vuruşuyla topun kalenin bulunduğu taraftan dışarı çıkması, aut
-
[isim]
Herhangi bir cisim veya alanın sınırları içinde bulunmayan yer, hariç, iç karşıtı
- DÜN
-
-
[isim]
Bugünden bir önceki gün
- "Dün gece uyuyamadım da biraz başım ağrıyor." (Peyami Safa)
-
Geçmiş
- "Bugünü anlamak için dünü bilmek gerek."
-
[zarf]
Bugünden bir önceki günde
- "Dün söyledi."
-
[zarf]
Kısa bir süre önce
-
[isim]
Bugünden bir önceki gün
- DİK
-
-
[sıfat]
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan
- "Sağlam yapılı, dik duruşlu bir gençti o yıllarda." (Necati Cumalı)
- "Hiçbir şey söylemeden dik dik baktı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Yatık durmayan, sert
- "Dik saç."
-
Sert, kalın, tok (ses)
- "Sesi dik ve küstahtı, söylediklerini aşağı salonda bekleşen komşular işittiler." (Atilla İlhan)
-
Sert (bakış)
-
Ters, aksi (söz)
-
Kaba, yersiz (davranış)
- "Kaba denilecek kadar ani ve dik bir davranışla halasını bıraktı ve kalktı." (Halide Edip Adıvar)
-
Birbirine dikey olan doğrulardan oluşmuş
- "Dik açı. Dikdörtgen. Dik yamuk."
-
[sıfat]
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan
- DUR
- ...
- DEV
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Korkunç, çok iri ve olağanüstü güçlü masal yaratığı
- "O kadar kaba saba, öyle dev gibi bir adamdı ki..." (Aka Gündüz)
-
[sıfat]
Olağanüstü irilikte olan
- "Dev vücudu içinde bir genç kız hassasiyeti taşıyor." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
[sıfat]
Çok büyük, çok önemli
- "Dev şirketler. Dev bir yazar."
-
[isim]
Korkunç, çok iri ve olağanüstü güçlü masal yaratığı
- DEF
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Savma
- "Rakı içmesi doğru bir hareket değildi amma sırf defigam etmek için olduktan sonra ehemmiyeti kalmazdı." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[isim]
Savma
- DEM
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Hazırlanan çayın renk ve koku bakımından istenilen durumu
- "Akasya dallarında bir tek bülbül uzun uzun dem çekiyor." (Haldun Taner)
- "Dinî seslere şarkı, çalgı sesleri cevap verir, onlara âdeta dem tutardı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "Amerika'nın, er geç savaşa katılacağı ihtimalinden dem vurmak hayli zor bir işti." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Pişirilen yemeklerin yenecek kıvamda olması
-
Soluk, nefes
-
Zaman, çağ
- "Âdemden bu deme neslim getirdi / Bana türlü türlü meyve getirdi." (Âşık Veysel)
-
İçki
-
Koku
-
[isim]
Hazırlanan çayın renk ve koku bakımından istenilen durumu
- DÜŞ
-
-
[isim]
Uyurken zihinde beliren olayların, düşüncelerin bütünü, rüya
- "Dadaloğlu'm, sevdası var başımda / Gündüz hayalimde, gece düşümde." (Dadaloğlu)
- "İnsanoğlu, yüzyıllar sonrası için de düşler kurmaktan geri durmamıştır." (Melih Cevdet Anday)
-
Gerçek olmayan şey, imge, hayal
-
Gerçekleşmesi istenen şey, umut
-
[isim]
Uyurken zihinde beliren olayların, düşüncelerin bütünü, rüya
- DUL
-
-
[isim]
Eşi ölmüş veya eşinden boşanmış kadın veya erkek
- "Bebek'teki evinde bir dul kız kardeşiyle yalnız yaşar." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Hatice Hanım pek genç dul kalmış zengin bir hanımcağızdı." (Ömer Seyfettin)
-
[isim]
Eşi ölmüş veya eşinden boşanmış kadın veya erkek
- DOZ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Bir ilacın bir defada veya bir günde alınması gereken miktarı
- "Ruhsal gerilimlerimiz varsa düşük dozda Diazem falan alın, hiç değilse..." (Çetin Altan)
-
Bir maddenin bir birleşiğe, bir karışıma giren veya girmesi gereken belli miktarı, düze
- "Saygının ve sevginin dozunu iyi ayarlayabilmeli insan." (Atilla İlhan)
- "Şakanın dozu kaçmıştı." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
Genellikle bir davranış, bir konuşma vb.nde yeterli görülen ölçü
- "Çok ölçülü konuşur ve onun etrafındaki lakırtıları muayyen bir dozu geçmezdi." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[isim]
Bir ilacın bir defada veya bir günde alınması gereken miktarı
- DÖL
-
-
[isim]
Canlıların üremesi sonucu ortaya çıkan yeni birey veya bireylerin bütünü, zürriyet, nesil
- "Macarların çoğunun bize benzeyişinin bir nedeni de bu döl karışmasıdır." (Haldun Taner)
-
Yavru, çocuk
- "Yarenlik mi ediyordun, Kara Osman'ın dölüyle?" (Turan Oflazoğlu)
-
[isim]
Canlıların üremesi sonucu ortaya çıkan yeni birey veya bireylerin bütünü, zürriyet, nesil
- DÖŞ
-
-
[isim]
Göğüs, bağır
- "Bana yastık olsun döşlerin güzel." (Âşık Veysel)
-
Kaburga altı
-
[isim]
Göğüs, bağır
- DEH
-
-
[ünlem]
Binek veya koşum hayvanlarını yürütmek için söylenen bir söz, dah
-
[ünlem]
Binek veya koşum hayvanlarını yürütmek için söylenen bir söz, dah
- DUN
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Alçak, aşağı, aşağılık
-
[sıfat]
Alçak, aşağı, aşağılık
- DAL
-
-
[isim]
Ağacın gövdesinden ayrılan kollardan her biri
- "Cılız dallar, yeşili fersiz, tırnak kadar yapraklar!" (Tarık Buğra)
- "Samimiyetimizin her köşesinde heybetli çınarlar gibi dal budak salmıştı." (Orhan Seyfi Orhon)
- "Dal gibi bir vücut üzerinde dev gibi bir baş!" (Yusuf Ziya Ortaç)
- "Yüreğinde onmaz bir karıncalanma vardı; onmaz bir kıpırtı dal sürüyordu, durmadan filizleniyordu." (Burhan Günel)
-
Branş
-
Bir bilim alanının içinde yer alan ana bilim dalında alt alanı
-
Canlıların bölümlenmesinde, sınıfların bir araya gelmesiyle oluşan birlik, şube
-
[isim]
Ağacın gövdesinden ayrılan kollardan her biri
- DUT
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Dutgillerden, kuzey yarım kürenin genellikle ılıman bölgelerinde yetişen, yapraklarıyla ipek böceği beslenen ağaç (Morus)
- "Sabahtan akşama kadar durmadan söyleyen geveze Çalıkuşu, dut yemiş bülbüle dönmüştü." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Bu ağacın, ak, kara, pembe renkte ekşi veya tatlı, sulu meyvesi
-
[isim]
Dutgillerden, kuzey yarım kürenin genellikle ılıman bölgelerinde yetişen, yapraklarıyla ipek böceği beslenen ağaç (Morus)
- DEK
-
-
[edat]
Bir işin, bir durumun sona erdiği zamanı veya yeri gösterir, kadar, değin
- "Bir iki adım atıp yanıma dek geliyor." (Zeyyat Selimoğlu)
-
[edat]
Bir işin, bir durumun sona erdiği zamanı veya yeri gösterir, kadar, değin
- DÜK
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Bazı devletlerde prensten sonra gelen en yüksek soyluluk unvanı
-
[isim]
Bazı devletlerde prensten sonra gelen en yüksek soyluluk unvanı
- DÜZ
-
-
[sıfat]
Yatay durumda olan, eğik ve dik olmayan
- "Düz tahta."
- "Düğünevinin avlusuna girerken yeni düze inmiş efeler gibi nara attı." (Ömer Seyfettin)
-
Kıvrımlı olmayan, doğru
- "Düz çizgi."
-
Yüzeyinde girinti çıkıntı olmayan, müstevi
-
Kısa ökçeli, ökçesiz (ayakkabı)
-
Yayvan, altı derin olmayan
- "Düz kayık. Düz tabak."
-
Kıvırcık veya dalgalı olmayan (saç)
-
Yalın, sade, süssüz
- "Düz bir anlatım."
-
Çizgisiz, desensiz ve tek renkli
- "Düz bir kumaş."
-
[isim]
Engebesiz olan yer, düzlük, ova
- "Kardaş gitmem Diyarbakır düzüne / Kızlar peri olsa bakmam yüzüne." (Halk türküsü)
-
[sıfat]
Yatay durumda olan, eğik ve dik olmayan