Sonunda ş olan 3 harfli 33 kelime var. Ş harfi ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde ş harfi olan kelimeler listesine ya da başında ş harfi olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi

Harf Sayısına Göre Kelimeler


Kelime bulma makinesi

Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.



Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)

BEŞ

  1. [isim] Dörtten sonra gelen sayının adı
    • "Doktorun oğlu imtihansız geçmek değil, ağzı ile kuş tutsa bile beş para etmez." (Asaf Halet Çelebi)
  2. Bu sayıyı gösteren 5, V rakamlarının adı
  3. [sıfat] Dörtten bir artık
  4. İlkokul
    • "Biz okumadık. Beşi bitirdik; gazete, mektup okumasını söküp meramımızı anlatacak kadar..." (Tarık Dursun K)

FOŞ

  1. [isim] Suyun ani ve fazla miktarda dökülmesi sırasında çıkan ses

ÇÜŞ

  1. [ünlem] Yürüyen eşeği durdurmak için söylenen söz
  2. Yakışıksız bir davranış karşısında söylenen kaba bir söz

ÇİŞ

  1. [isim] Çocuk dilinde sidik

FAŞ

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [isim] Açığa vurulma, ortaya dökülme
    • "Bu telaffuz, onun dadılı, matmazelli geçmiş çocukluğunun izlerini de faş ederdi." (Haldun Taner)
    • "Sırrının faş olduğu gün ona ölümden başka çıkar yol kalmazdı." (Refik Halit Karay)

LEŞ

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [isim] Kokmuş hayvan ölüsü
    • "Yollarda insan, at ve deve leşleri nadir değildir." (Falih Rıfkı Atay)
    • "Evin içini allak bullak edip leşini gözünün önüne sereyim mi?" (Sermet Muhtar Alus)
  2. Çok kötü kokan

BAŞ

  1. [isim] İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız vb. organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser
    • "Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı." (Necati Cumalı)
    • "Benim hilem hurdam yoktur, canı isteyen baktırmasın, zaten bu sanattan memnun değilim. Lakin baş alamıyorum ki." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
    • "Ara sıra işten baş aldıkça Semiha'yı özlüyordum." (Reşat Nuri Güntekin)
    • "Bu fiyata verirsem baş bulmaz."
  2. Bir topluluğu yöneten kimse
    • "Cumhurbaşkanı devletin başıdır." (Anayasa)
    • "Uzun boyu, kumral saçları, sevimli çehresiyle birçok kadınlara sokakta baş çevirtiyordu." (Hüseyin Cahit Yalçın)
    • "Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor / Asrın baş eğdi sandığı at şaha kalkıyor." (Faruk Nafiz Çamlıbel)
    • "Hep baş olmaya bakarız ve olduktan sonra nasihat veririz." (Burhan Felek)
  3. Başlangıç
    • "Hafta başı. Ay başı. Yılbaşı. Satır başı."
    • "En sonunda rüzgârların istikametine baş verdi." (Sait Faik Abasıyanık)
    • "Gidip iskelenin başına dikiliyor gelen yolcuyu buyur etmek için." (Zeyyat Selimoğlu)
    • "O gün Bakırköy'den gelirken yolda benim başıma gelenleri sana bir anlatsam..." (Osman Cemal Kaygılı)
  4. Temel, esas
    • "Gücün, erdemliğin, bilimin, her şeyin başı paradır, para." (Halide Edip Adıvar)
    • "Tekrar masanın başına geçerek tavla oynamaya başladık." (Reşat Nuri Güntekin)
  5. Arazide en yüksek nokta
    • "Dağın başı. Tepenin başı."
  6. Bir şeyin genellikle toparlakça ucu
    • "Toplu iğne başı."
    • "Avucumuzun içinde sakladığımız sigaraların yanmış ucu ile fitillerin başını yaktık." (Falih Rıfkı Atay)
  7. Bir şeyin uçlarından biri
    • "Bu müjde verilince acele yerinden kalktı, merdiven başına yürüdü." (Refik Halit Karay)
  8. Kasaplık hayvanlarda ve bazı yiyeceklerde adet
    • "Yirmi baş koyun. On baş sığır. Üç baş soğan."
  9. Para değiştirirken verilen veya alınan üstelik, sarrafiye
  10. Bir şeyin yakını veya çevresi
    • "Mangal başı. Havuz başı."
  11. "Önem veya yönetim bakımından ileride olan, en önemli, en üstün" anlamlarında birleşik kelimeler yapan bir söz
    • "Başbakan, başçavuş, başhekim, başkent, başöğretmen, başpehlivan, başrol, başsavcı."
  12. Güreşte pehlivanların ayrıldıkları beş derecenin en yükseği
    • "Başa güreşmek."
  13. Deniz teknelerinde ön taraf

FİŞ

Kelime Kökeni : Fransızca

  1. [isim] Prizden elektrik akımı almaya yarayan araç
  2. Alışverişlerde ödenen paranın miktarını, vergilerini, alışverişin yapıldığı tarihi gösteren belge
  3. Bir eserin hazırlanmasında kolaylık sağlamak veya bir işe kılavuzluk etmek için yazılıp sınıflandırılan küçük kâğıt yapraklarından her biri
  4. Kumarda, bazı alışveriş işlerinde para yerine kullanılan pul vb. şey
  5. Bir işi yaptırmak veya gereken sıranın alındığını belirtmek için bir koçandan koparılmış kâğıtlardan her biri, makbuz
    • "Fiş almak. Fiş kesmek."
  6. Okuma yazma öğretiminde kullanılan, üzerine hece, kelime, cümle yazılı karton parçası

DÜŞ

  1. [isim] Uyurken zihinde beliren olayların, düşüncelerin bütünü, rüya
    • "Dadaloğlu'm, sevdası var başımda / Gündüz hayalimde, gece düşümde." (Dadaloğlu)
    • "İnsanoğlu, yüzyıllar sonrası için de düşler kurmaktan geri durmamıştır." (Melih Cevdet Anday)
  2. Gerçek olmayan şey, imge, hayal
  3. Gerçekleşmesi istenen şey, umut

BOŞ

  1. [sıfat] İçinde, üstünde hiç kimse veya hiçbir şey bulunmayan, dolu karşıtı
    • "Yaralı kaymakamla iki emir eri de boş kalan kompartımana rahatça yerleştiler." (Aka Gündüz)
    • "Nasıl boş bulunup o gazeteci kızın resmini çekmesine imkân verdi?" (Atilla İlhan)
    • "Ben birkaç gündür arıyorum, birkaç yerlere başvurdum, boş çıktı." (Memduh Şevket Esendal)
    • "Ankara'ya giden hiçbir heyetin geri boş döndüğünü görmedik." (Yahya Kemal)
  2. Görevlisi olmayan (iş, görev), münhal
    • "Boş kadro."
    • "Bizden sonra cenaze çıkmış bir eve benzeyen Bekirağa bölüğündeki arkadaşlar boş durmamışlardı." (Hüseyin Cahit Yalçın)
    • "Her senede üç dört ay, bahusus kışın boş kalırız." (Sait Faik Abasıyanık)
  3. Yapılacak işi olmayan, işsiz
    • "Bugün sabah boşum, gelebilirsin."
  4. [zarf] İşsiz bir biçimde
    • "Boş oturmak, aylak durmak insanı çabuk çökertir." (Haldun Taner)
  5. Verimsiz
  6. Anlamsız
    • "Bilirim, sen bu gibi boş yazılardan hoşlanmazsın!" (Memduh Şevket Esendal)
  7. Habersiz, hazırlıksız
    • "Tatar dilencinin küfürlerine işte böyle boş yakalandım." (Orhan Pamuk)
  8. Bilgisiz
    • "Daha meselesiz, daha cahil, daha boş, daha yakışıklıydılar." (Sait Faik Abasıyanık)
  9. Bir işe yaramayan, yararsız
    • "Yaşlı başlı insanlarız dedi. Birbirimizi boş tesellilerle aldatacak değiliz." (Reşat Nuri Güntekin)

TUŞ

Kelime Kökeni : Fransızca

  1. [isim] Piyano, org vb. müzik aletleriyle daktilo, hesap makinesi, bilgisayar ve telefon gibi makinelerde parmak vurulan yerlerin adı
    • "Piyanonun tuşlarından, kemanın tellerinden uçan sesler, insana, insan olmanın mutluluğunu tattırır." (Yusuf Ziya Ortaç)
  2. Yağlı boya ressamlığında fırçadaki boyanın tuvale sürülüş biçimi
  3. Eskrimde kılıcın ucunun karşı oyuncunun göğüs ve karın bölgesini koruyan özel giysinin bir bölümüne değmesi

KAŞ

  1. [isim] Gözlerin üzerinde kemerli birer çizgi oluşturan kısa kıllar
    • "Aşçıbaşı, kırçıl kaşlarını biraz daha çatıp karşıma çömeliyor." (Yusuf Ziya Ortaç)
    • "Dönüp ardına baktı, bakmasıyla kaşlarını çatması bir oldu, yüzü kararıverdi." (Burhan Günel)
    • "El yanında yıkar gider kaşını / Tenhalarda gülüşünü sevdiğim." (Ruhsati)
    • "Kaşla göz arasında eline bir mikrofon verdiklerinden adamın sesi herkesi bastırır oldu." (Haldun Taner)
  2. Kemerli ve çıkıntılı şey veya yer
    • "Altın yüzük yaptırdım, kaşı sensin sevdiğim" (Halk türküsü)
  3. Sarp kayalık, uçurum
  4. Eyerin ön ve arkasındaki çıkıntılı bölüm
  5. Duvar, bağ ve bahçelerde toprak yığarak yapılan sınır, set

HOŞ

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [sıfat] Beğenilen, duyguları okşayan, zevk veren
    • "Hoş bir ses."
    • "Arkadaşlarının birçok yolsuzluklarını, uygunsuzluklarını hoş görmeye mecburdur." (Reşat Nuri Güntekin)
    • "İhtiyar adam, bu şaka çok hoşuna gitmiş gibi güldü." (Sait Faik Abasıyanık)
  2. [zarf] Bununla birlikte
    • "Hoş, benim de evlenmeye pek niyetim yok ya." (Halide Edip Adıvar)
  3. [zarf] Beğenilen, duyguları okşayan bir biçimde

ŞEŞ

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [isim] Altı
    • "Asıl âşığın gözü şeşi beş görür, kulağı Mısır'daki sağır sultanın duyduğunu bile duymaz." (Refik Halit Karay)

PEŞ

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [isim] Arka, art
    • "Biz kuru canımıza razıyız, diye peşimizden geliyordu." (Falih Rıfkı Atay)
    • "O şimdi koltuk peşinde."
    • "Tarlayı satın almak için peşinde dolaşıyor."
    • "Diploma peşinde koşuyor."
  2. Elbisenin etek kısmı
    • "Her biri bir yere, ekmek parası peşine gittiler, kendi başlarını da kurtardılar." (Memduh Şevket Esendal)
    • "Niçin gideceğimizi evvelden uzun uzun konuşup kararlaştırmışız gibi peşine takıldım." (Reşat Nuri Güntekin)

DİŞ

  1. [isim] Çene kemiklerinin üstüne dizili, ısırıp koparmaya ve çiğnemeye yarayan sert, beyaz organlardan her biri
    • "İşlerinden uzaklaştırılanlara gelince onlar Bahadır'a fena hâlde diş bilemekte idiler." (Haldun Taner)
    • "Karşısındakine diş geçirmek inadı gene kabarmıştı." (Reşat Nuri Güntekin)
    • "Anası cahil kadın... Delikanlı oğluna diş geçiremedi." (Reşat Nuri Güntekin)
    • "Şöyle iki dişe dokunan, ciğere işleyen söz işitsem, şöyle tatlı, basit bir nağme duysam yok mu..." (Sait Faik Abasıyanık)
  2. Çark, testere, tarak vb. çentikli şeylerdeki çıkıntıların her biri
    • "Çarkın dişleri tebessüm eder gibi tatlı bir ses çıkardı." (Sait Faik Abasıyanık)
    • "Kelimeyi dişimize vurmuşuz, beğenmişiz, saklamışız. Benimsemişiz." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
  3. Sarımsak dilimi, karanfil vb.nde dişe benzetilen tane
    • "Bir diş sarımsak, iki diş karanfil."
  4. Bazı dantel ve işlemelerin kenarlarındaki yuvarlak sivri bölüm
  5. Omurgalı hayvanların çenelerinde veya ilkel yapılı omurgalıların gırtlak ve ağızlarında bulunan kemiksi sert parçalar

MUŞ

Kelime Kökeni : Fransızca

  1. [isim] Altı düz, küçük gezinti vapuru
    • "Ertuğrul yatına bir muş yaklaştı. O muştan redingotlu asker üniformalı birçok paşalar çıktılar." (Yahya Kemal Beyatlı)

ARŞ

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] İslam inanışına göre göğün en yüksek katı

MAŞ

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [isim] Bir çeşit börülce (Phaseolus aureus)

TAŞ

  1. [isim] Kimyasal veya fiziksel durumu değişiklikler gösteren, rengini içindeki maden, tuz ve oksitlerden alan sert ve katı madde
    • "Kireç taşı. Oltu taşı."
    • "İkide birde bana bunun için taş atıyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
    • "Taş atıp kolunuz yorulmadan üstüne konduğunuz paranın nasıl kazanıldığını bir yazarsak görürsünüz." (Halide Edip Adıvar)
    • "Bunlardan en iyisini taş çatlasa konakta iki aydan fazla tutamazdı." (Reşat Nuri Güntekin)
  2. [sıfat] Bu maddeden yapılmış, bu maddeden oluşmuş
    • "Hayvan sanki taş kesilmiş ve kulaklarını dimdik dikmişti." (Osman Cemal Kaygılı)
  3. Bazı yerlerde ve işlerde kullanılmak için bu maddeden özel olarak hazırlanmış malzeme
    • "Ben olduğum yerde taş gibi donup kaldım." (Reşat Nuri Güntekin)
  4. Yapı işlerinde kullanılmak için bu maddeden hazırlanmış malzeme
    • "Tophane yukarılarında taştan bir binada oturuyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
  5. Mücevherlerde kullanılan yüksek değerli cevher
    • "Bu küpenin taşları o kadar temiz değil."
  6. Dama, domino vb. oyunlarda kullanılan metal, kemik, plastik veya tahta parçalardan her biri
  7. Bazı organların içinde, özellikle idrar kesesi vb.nde oluşan, türlü biçim ve hacimdeki katı madde
  8. Bazı kütlelerden kopan veya koparılan parça
  9. Üstü kapalı bir biçimde söylenen iğneleyici söz, tariz

Kelime Anlamları Kaynağı : Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğü