Başında ça olan 6 harfli 68 kelime var. Ça ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde ça olan kelimeler listesine ya da sonu ça ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.
Karmaşık harflerden başında ça bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.
Harf Sayısına Göre Kelimeler
A Ç Harfleri İle Yazılabilecek Bazı Kelimeler
2 Harfli Kelimeler
AÇ
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- ÇAMELİ
 - ...
 - ÇAKICI
 - 
    
- 
                        [isim]
                    
                        Bıçakçı
                    
                    
- "Çocukların velileri arasında birçokları iplikçi, boyacı, ipekçi, dokumacı, havlucu, çakıcı gibi muhtelif sanatları gösteriyordu." (Hamdullah Suphi Tanrıöver)
 
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Bıçakçı
                    
                    
 - ÇATANA
 - 
    
- 
                        [isim]
                    
                        Filika büyüklüğünde, islimle işleyen deniz teknesi, küçük vapur, istimbot
                    
                    
- "Süslü, hususi birçok çarklı çatanalar geçer." (Abdülhak Şinasi Hisar)
 
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Filika büyüklüğünde, islimle işleyen deniz teknesi, küçük vapur, istimbot
                    
                    
 - ÇARİÇE
 - 
    
Kelime Kökeni : Rusça
- 
                        [isim]
                    
                        Çarın karısına veya kadın çara verilen unvan
                    
                    
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Çarın karısına veya kadın çara verilen unvan
                    
                    
 - ÇARKLI
 - 
    
- 
                        [sıfat]
                    
                        Çarkı olan
                    
                    
 - 
                        [isim]
                    
                        Her iki yanda birer çarkı bulunan vapur
                    
                    
 
 - 
                        [sıfat]
                    
                        Çarkı olan
                    
                    
 - ÇAYLAK
 - 
    
- 
                        [isim]
                    
                        Yırtıcılardan, uzun kanatlı, çengel gagalı, küçük kuşları ve fare gibi zararlı hayvanları avlayan, tavuk büyüklüğünde bir kuş (Milvus migrans)
                    
                    
 - 
                        [sıfat]
                    
                        Toy, deneyimsiz, acemi (kimse)
                    
                    
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Yırtıcılardan, uzun kanatlı, çengel gagalı, küçük kuşları ve fare gibi zararlı hayvanları avlayan, tavuk büyüklüğünde bir kuş (Milvus migrans)
                    
                    
 - ÇATLAK
 - 
    
- 
                        [sıfat]
                    
                        Çatlamış olan
                    
                    
- "Çatlak bardak."
 
 - 
                    
                        Deli
                    
                    
 - 
                        [isim]
                    
                        Ara, aralık
                    
                    
- "İki denizci kara bulutlar çatlağından güneş ışığının güldüğünü sandılar." (Halikarnas Balıkçısı)
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Yer altındaki taş kütlelerinin basınç ve gerilim dolayısıyla yer değiştirmeden çatlayıp yarılması, diyaklaz
                    
                    
- "Esmer toprağın yüzünü saran çatlaklar sanki yerin dibine kadar iniyordu ." (Tarık Buğra)
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Çatlama
                    
                    
 
 - 
                        [sıfat]
                    
                        Çatlamış olan
                    
                    
 - ÇARGAH
 - ...
 - ÇATMAK
 - 
    
- 
                        [-i]
                    
                        Odun, değnek, kılıç, tüfek vb. uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak durdurmak
                    
                    
- "Avlusunda silahlarını çatmış, ayaklarını germiş askerler var." (Falih Rıfkı Atay)
 
 - 
                    
                        Kereste vb.ni birbirine tutturmak
                    
                    
 - 
                    
                        Bir şeyi yapmak için gerekli parçaları bir araya getirmek
                    
                    
- "Koca bir nahiye titreştik, odunsuz yattık / O büyük mektebi gördün ya, kışın biz çattık." (Mehmet Akif Ersoy)
 
 - 
                    
                        Yükü hayvana iki yanlı yüklemek
                    
                    
 - 
                    
                        Başa yemeni, çatkı, yazma vb.ni bağlamak
                    
                    
 - 
                    
                        Kaşı, yüzü sertlik, öfke bildiren bir duruma sokmak
                    
                    
- "Komiser o yana doğru geldiğinden polis kaşlarını çattı." (Haldun Taner)
 
 - 
                        [-e]
                    
                        Üzücü, kızdırıcı veya şaşırtıcı olaylarla karşılaşmak
                    
                    
- "Hacı Mustafa bağırıyor, ömründe böyle bir işe çatmadığını söylüyordu." (Refik Halit Karay)
 
 - 
                        [-e]
                    
                        Yazıyla veya sözle sataşmak
                    
                    
- "Böyle söyler de sonra yemek biraz azca çıkarsa yahut pek düzgün olmasa aşçıya çatacak gibi olur." (Memduh Şevket Esendal)
 
 - 
                        [-e]
                    
                        Rastlamak, karşılaşmak
                    
                    
- "Nerden çattım böylesi bir güzele..." (Cahit Sıtkı Tarancı)
 
 - 
                        [nsz]
                    
                        Sırası gelmek, zamanı gelmek
                    
                    
- "Bir karara varma zamanı gelip çatmıştı." (Cahit Uçuk)
 
 - 
                        [-e]
                    
                        Gemiler birbirine çarpmak
                    
                    
 
 - 
                        [-i]
                    
                        Odun, değnek, kılıç, tüfek vb. uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak durdurmak
                    
                    
 - ÇAVLAN
 - 
    
- 
                        [isim]
                    
                        Şelale
                    
                    
- "Çavlan sesinden öte bir şey duyulmuyordu şimdi." (Cahit Uçuk)
 
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Şelale
                    
                    
 - ÇALGIN
 - 
    
- 
                        [isim]
                    
                        Sıcak veya soğuktan gelişemeyerek cılız kalan ekin
                    
                    
 - 
                    
                        Uzun zaman bakır kapta kalan tadı bozulmuş yemek, çalık
                    
                    
 - 
                        [sıfat]
                    
                        Kötürüm, inmeli, sakat
                    
                    
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Sıcak veya soğuktan gelişemeyerek cılız kalan ekin
                    
                    
 - ÇARPIŞ
 - 
    
- 
                        [isim]
                    
                        Çarpma işi veya biçimi
                    
                    
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Çarpma işi veya biçimi
                    
                    
 - ÇAYLIK
 - 
    
- 
                        [isim]
                    
                        Çay ağaççıklarının yetiştiği yer
                    
                    
 - 
                        [sıfat]
                    
                        Çay için kullanılan
                    
                    
- "Çaylık şeker."
 
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Çay ağaççıklarının yetiştiği yer
                    
                    
 - ÇAPKIN
 - 
    
- 
                        [sıfat]
                    
                        Geçici aşklar ve ilişikler peşinde koşan (kimse), hovarda
                    
                    
- "Sen onun karşısına çapkın bir adam gibi çıktın." (Peyami Safa)
 
 - 
                    
                        Cinsellik hatırlatan
                    
                    
- "Bunlar, herhangi bir caz havasına uyar gibi omuz, gerdan kırar, kalça sallar ve mantolarını çapkın bir eda ile şöylece omuzlarının üstüne atıverirler." (Halide Edip Adıvar)
 
 - 
                    
                        Haylaz
                    
                    
- "İyidir, hoştur ... ille velakin birazcık delişmendir, birazcık çapkındır." (Osman Cemal Kaygılı)
 
 - 
                        [ünlem]
                    
                        Okşayıcı bir seslenme sözü
                    
                    
- "Kostüm yeni, potinler yeni, gömlek yeni ... güveyi mi giriyorsun çapkın!" (Peyami Safa)
 
 
 - 
                        [sıfat]
                    
                        Geçici aşklar ve ilişikler peşinde koşan (kimse), hovarda
                    
                    
 - ÇARDAŞ
 - 
    
Kelime Kökeni : Macarca
- 
                        [isim]
                    
                        İki veya dört zamanlı Macar halk dansı
                    
                    
 
 - 
                        [isim]
                    
                        İki veya dört zamanlı Macar halk dansı
                    
                    
 - ÇAYELİ
 - ...
 - ÇALMAK
 - 
    
- 
                        [-i]
                    
                        Başkasının malını gizlice almak, hırsızlık etmek, aşırmak
                    
                    
- "İngiliz cephesinden at kaçırıp bize satan bedeviler dönüşlerinde bizim atlarımızı çalıp İngilizlere satarlardı." (Falih Rıfkı Atay)
 - "Bu Salih Araboğlu, tefecilikten, çalıp çırpmaktan para yapmış, uğursuz heriflerden biridir." (Memduh Şevket Esendal)
 
 - 
                    
                        Vurarak veya sürterek ses çıkartmak
                    
                    
- "Bir yandan mızıka istiklal havasını çalıyordu." (Ruşen Eşref Ünaydın)
 
 - 
                    
                        Bir müziği dinlemeyi sağlayan aleti çalıştırmak
                    
                    
- "Fevkalade zekidir; iyi dans eder, piyano çalar, tenis oynar, ata biner, avcıdır, kayakçıdır." (Refik Halit Karay)
 
 - 
                        [nsz]
                    
                        Ses çıkarmak, ses vermek
                    
                    
- "Hafif hafif ıslıklar çalan sesi eski keskinliğini kaybetmiştir." (Reşat Nuri Güntekin)
 
 - 
                    
                        Atmak, çarpmak, vurmak
                    
                    
 - 
                    
                        Yoğurt yapmak için sütü mayalamak, katıp karıştırmak
                    
                    
- "Ana, inek sağar; yoğurt çalar, yayık vurur." (Tarık Buğra)
 
 - 
                    
                        Üzerine sürmek
                    
                    
- "Ekmeğin üzerine yağ çaldı."
 
 - 
                        [-i]
                    
                        Bozmak, zarar vermek
                    
                    
 - 
                        [-i]
                    
                        Kumaşın bir parçasını kesmek
                    
                    
 - 
                    
                        Madeni oymak, kalemle işlemek
                    
                    
 - 
                        [-e]
                    
                        Benzemek, andırmak
                    
                    
- "Geniş alınlı, kırmızıya çalar, kahverengi saçlı, altın dişli tuhaf bir delikanlı gülümsedi." (Sait Faik Abasıyanık)
 
 - 
                    
                        Zamanı boşa harcatmak, ziyan edilmesine yol açmak
                    
                    
 - 
                        [-i]
                    
                        Süpürmek, temizlemek
                    
                    
- "Tozu çalmak."
 
 
 - 
                        [-i]
                    
                        Başkasının malını gizlice almak, hırsızlık etmek, aşırmak
                    
                    
 - ÇAVDIR
 - ...
 - ÇARDAK
 - 
    
Kelime Kökeni : Farsça
- 
                        [isim]
                    
                        Tarla, bahçe vb. yerlerde ağaç dallarından örülmüş barınak
                    
                    
 - 
                    
                        Asma vb. bitkilerin dallarını sardırmak için direklerle yapılmış yer
                    
                    
- "Evin bahçeye açılan tahta kapısının üstündeki çardakta koruklar sarkıyordu." (Oktay Rifat)
 
 - 
                    
                        Kameriye
                    
                    
- "Çardağın boşluğuna girdiğimiz vakit durmuş, eliyle yanağımı sıkmış, çenemi okşamıştı." (Refik Halit Karay)
 
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Tarla, bahçe vb. yerlerde ağaç dallarından örülmüş barınak
                    
                    
 - ÇARMIH
 - 
    
Kelime Kökeni : Farsça
- 
                        [isim]
                    
                        Suçlunun öldürülmek amacıyla çivilendiği haç biçimindeki darağacı
                    
                    
 - 
                    
                        Ana direkleri ve gabya çubuklarını yandan tutan halatlar
                    
                    
 
 - 
                        [isim]
                    
                        Suçlunun öldürülmek amacıyla çivilendiği haç biçimindeki darağacı