Başında y olan 3 harfli 31 kelime var. Y harfi ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde y harfi olan kelimeler listesine ya da sonu y harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.
Karmaşık harflerden başında y bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- YAĞ
-
-
[isim]
Birleşiminde stearik, oleik, palmitik asitlerle gliserin bulunan ve bunların oranlarına göre kıvamları değişen bitkisel veya hayvansal madde
-
Vazelin, mazot gibi yağları andıran ve sanayide kullanılan bir mineral madde
- "Yağı tükenmiş motor gibi duraklamış, kalmıştı." (Ercüment Ekrem Talu)
-
Vücudun, atılması gereken amonyak, üre vb. maddelerini içine alarak deriden sızan ve ter kokusunu veren madde
-
Güzel kokulu bitkilerden çıkarılan uçucu, kokulu ve sıvı madde
- "Gül yağı."
-
Abartılı övgü
-
[isim]
Birleşiminde stearik, oleik, palmitik asitlerle gliserin bulunan ve bunların oranlarına göre kıvamları değişen bitkisel veya hayvansal madde
- YOK
-
-
[sıfat]
Bulunmayan, mevcut olmayan (nesne, kimse vb.), var karşıtı
- "Yok canım, ben belediye taraflısı değilim. Sizden yanayım." (Memduh Şevket Esendal)
- "İki saatte ağaç yetiştireceklermiş. -Yok, devenin başı!"
- "Kurtulmak için ya yok olmalı ya yok etmeli." (Atilla İlhan)
- "İttihat ve Terakki'nin yok olduğu bir günde ben İttihatçı'yım diyen bu adam, onun var olduğu günlerde, kötülüklerine bütün gücü ile karşı koyan adamdı." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
Yasak
- "İçki, sigara yok."
- "Yok yok, gidelim!"
-
[isim]
Olmayan, bulunmayan şey
- "Sen yoktan anlamaz mısın?"
-
[edat]
"Hayır" anlamında kullanılan bir söz
- "Geldiler mi? -Yok, daha gelmediler."
-
[bağlaç]
Birbirine karşıt iki cümleden, ikincisinin başına getirilen bir söz
- "Verdiler, ne âlâ; yok vermediler, döner gelirsin."
-
[bağlaç]
Birinin söylediği sözlerden genelde kuşkulanıldığında veya sözler hafifsendiğinde kullanılan bir söz
- "Yok kâğıdı kalmamış, yok mürekkebi iyi değilmiş, hasılı bir alay bahaneler!"
- "Yok ben seni adam ettim, yok haddini bil, yok üstümüze düşeni yapalım." (Atilla İlhan)
-
[edat]
Savunulan bir düşünceyi doğrulayan sözün başına getirilir
- "Yok, doğrusu iyi adam, kim ne derse desin."
-
[sıfat]
Bulunmayan, mevcut olmayan (nesne, kimse vb.), var karşıtı
- YEĞ
-
-
[sıfat]
Bir başkasından daha çok beğenilip tercih edilen, üstün görülen, müreccah
-
[sıfat]
Bir başkasından daha çok beğenilip tercih edilen, üstün görülen, müreccah
- YÜZ
-
-
[isim]
Doksan dokuzdan sonra gelen sayının adı
-
Bu sayıyı gösteren 100, C rakamlarının adı
-
[sıfat]
On kere on, doksan dokuzdan bir artık
-
Kere, kat vb. kelimeler ile birlikte kullanılarak yapılan işin çokluğunu abartılı bir biçimde anlatan söz
- "Hikmet Bey'in kurum ve edası, her zamankinden belki yüz kat üstündü." (Sermet Muhtar Alus)
-
[isim]
Doksan dokuzdan sonra gelen sayının adı
- YOĞ
-
-
[isim]
Eski Türklerde ölüler için yapılan tören
-
[isim]
Eski Türklerde ölüler için yapılan tören
- YÖN
-
-
[isim]
Belli bir noktaya göre olan yer, taraf
-
Bir şeyin belli bir noktaya baktığı yan, veçhe
- "Binanın batı yönü."
-
Bir yere gitmek için izlenen yol, cihet, istikamet
- "Bolu yönüne."
-
Tutulacak, izlenecek yol
- "İşin ekonomik yönü."
-
[isim]
Belli bir noktaya göre olan yer, taraf
- YOL
-
-
[isim]
Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik
- "Hayatta epeyce yol almış, çoluk çocuğa karışmış bir münevver olarak sürüden ayrılmaya korkuyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Bütün günlerimiz için kendimize bir yol çizer, sonra her gün bunun aksine hareket ederiz." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "Elinde güçlü bir çıra vardı, onu yüksekte tutarak yolculara yol gösteriyordu." (Nezihe Araz)
- "Senin yolunu kesecek, engel olacak değilim." (Mahmut Yesari)
-
Karada insanların ve hayvanların geçmesi için açılan veya kendi kendine oluşmuş, yürümeye uygun yer
- "Bahçeleri bahçelere toprak yollar bağlardı." (Çetin Altan)
- "Biz benzincinin istihkakını düşeriz, siz de benzini alırsınız, diye yol gösterirler." (Memduh Şevket Esendal)
- "Yola öğle yemeğinden sonra çıktık." (Samim Kocagöz)
-
Genellikle yerleşim alanlarını birbirine bağlamak için düzeltilerek açılmış ulaşım şeridi
- "Yolda oynayan çocuklara ne olduğunu sordu." (Ömer Seyfettin)
- "Motorun yanaşmasını bekliyorum, yol kestiği için şimdi hiç gürültü etmiyor." (Zeyyat Selimoğlu)
- "Mademki bu işi yapamıyorsun, o hâlde başka işimiz yok derler, bana yol verirler." (Orhan Kemal)
- "Bir roman konusundan yola çıkarak Salâh Birsel'in 'Dört Köşeli Üçgen'iyle Orhan Kemal'in 'Murtaza'sı arasında bir akrabalık kuruverdi." (Selim İleri)
-
İçinden veya üstünden bir sıvının geçtiği, aktığı yer
- "Su yolu. Sel yolu."
- "Seniha'nın bu hareketi türlü türlü tefsirlere yol açtı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Yolculuk
- "Yola çıkmak. Yoldan kalmak."
-
Gidiş çabukluğu, hız
- "Bu vapurun yolu az."
-
Davranış, tutum, gidiş veya davranış biçimi
- "Celal Bey'i sakal bırakma yolunda, kim, hangi örnek özendirdi diye çok düşünmüşümdür." (Haldun Taner)
-
Uyulan ilke, sistem, usul, tarz, tarik
- "Duyguların eğitimi de en iyi sanat yoluyla olur."
-
Kumaşta bulunan çizgi
-
Kez, defa
-
Gaye, uğur, maksat
- "Bu yolda çok emek harcandı."
-
Bir amaca ulaşmak için başvurulması gereken çare, yöntem
- "Bu işi yapmanın bir yolu vardır."
-
[isim]
Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik
- YIR
-
-
[isim]
Ezgi, türkü, nağme
-
Şiir
-
[isim]
Ezgi, türkü, nağme
- YUH
-
-
[ünlem]
Birine karşı beğenilmeyen veya öfke duyulan bir durumda haykırılan söz, yuha
- "Bu yeni kişilik artık Beşiktaş tribününden hakeme yuh çekemez." (Haldun Taner)
-
[ünlem]
Birine karşı beğenilmeyen veya öfke duyulan bir durumda haykırılan söz, yuha
- YER
-
-
[isim]
Dünya
- "Yer bakır gök demir kesilmiş, günlerden beri deniz karış karış aranmış, balık yoktur." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Sinemada zar zor bir yer bulduk."
- "Etrafını zehirleye zehirleye yaşadıktan sonra hâlâ insanlar ona kendi aralarında bir yer veriyorlardı." (Mahmut Yesari)
- "Hakkın var imam, hakkın var, yerden göğe kadar hakkın var." (Memduh Şevket Esendal)
-
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân
- "İzinsiz bir yere gitmek ne haddime?" (Memduh Şevket Esendal)
- "Bu maddede yer alan genel sıralama sebepleri temel hak ve hürriyetleri tümü için geçerlidir." (Anayasa)
- "Aklımda yer etmiş olmalı ki mahalleden çıkarken biliyordum oraya gideceğimi." (Orhan Pamuk)
- "Hanımların içinde rezil olmuştur, yer yarılsa da içine geçsem diye aklından geçmiştir." (Haldun Taner)
-
Gezinilen, ayakla basılan taban
- "Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü yerde bir noktaya dikip öylece kalakalıyordu." (Haldun Taner)
- "Herkes onun az zamanda büyük yer tutacağını, bir zaman gelip sefir, nazır olacağını söylüyorlar." (Memduh Şevket Esendal)
- "Yürütme yetkisi ve görevi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından ... yerine getirilir." (Anayasa)
-
Bulunulan, yaşanılan, oturulan bölge
- "Anadolu'nun bazı yerlerinde eski bir kocakarı itikadı vardır." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Kadınlara yer vermek alışkanlığı da olmadığından, çok kez ayakta kalır." (Erhan Bener)
-
Durum, konum, vaziyet
- "Türkiye stratejik bakımdan önemli bir yerdedir."
-
Ülke
-
Görev, makam
- "Askerden gelirse bakalım bir yere yerleştirebilecek miyiz?" (Memduh Şevket Esendal)
-
Önem
- "Uçağın yurt savunmasındaki yeri."
-
İz
-
Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
- "Deniz kıyısında bir yer aldılar, ev yapacaklar."
-
Ekime elverişli toprak parçası, arazi
- "Çorak yerde ot bitmez."
-
Bir olayın geçtiği veya geçeceği bölüm, alan, mahal
- "Toplantı yeri. Kaza yeri."
-
Otel, motel vb.nde kalınacak oda
- "Yeriniz var mı?"
-
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye
- "Ön tarafta bir yer bulup oturunca kurnazlığına pek sevindi." (Haldun Taner)
-
Durum, konum
- "Sen benim yerimde olsan ne yapardın?"
-
[isim]
Dünya
- YAT
-
-
[isim]
Kalkan, zırh vb. korunma aracı
-
[isim]
Kalkan, zırh vb. korunma aracı
- YAS
-
-
[isim]
Ölüm veya bir felaketten doğan acı ve bu acıyı belirten davranışlar, matem
- "Sen gitmezsen Ankara'da yas tutmazlar, demek dilimin ucuna kadar gelmişken tuttum." (Memduh Şevket Esendal)
- "Ben gittiğimde karısı hasta olduğu için kliniğe götürülmüş, hepsi onun yasını tutuyordu." (Falih Rıfkı Atay)
-
[isim]
Ölüm veya bir felaketten doğan acı ve bu acıyı belirten davranışlar, matem
- YAL
-
-
[isim]
Köpek ve ineklere yedirilmek için un ve kepekle hazırlanan yiyecek
-
[isim]
Köpek ve ineklere yedirilmek için un ve kepekle hazırlanan yiyecek
- YIL
-
-
[isim]
Dünyanın, güneş çevresinde tam bir dolanım yapması için geçen 365 gün, 5 saat ve 49 dakikalık zaman
-
Miladi takvime göre ocak ayının birinde başlayıp aralık ayının otuz birinde sona eren on iki aylık dönem, sene
- "Yıl 1919 / Mayısın on dokuzu / Ufukta duran gemi gitgide yaklaşıyor." (Celâl Sahir Erozan)
-
[isim]
Dünyanın, güneş çevresinde tam bir dolanım yapması için geçen 365 gün, 5 saat ve 49 dakikalık zaman
- YAN
-
-
[isim]
Bir şeyin ön, arka, alt ve üst dışında kalan bölümü
- "Yolcuların girdiği iskele yanından kendini denize attı." (Memduh Şevket Esendal)
- "Bir görev olmasına karşın, biz bu göreve yan çizmeyi yeğliyoruz." (Selim İleri)
- "El âlem kaloriferli konaklarda yan gelip otururken sen işte böyle tir tir titrersin." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Köşke kurulalım; rahatımıza, keyfimize bakıp yan gelelim." (Sermet Muhtar Alus)
-
Sağ ve solun ortak adı, yön, taraf, cihet
- "Yaşlı garson yanımıza geldi." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Genç bir jandarma zabiti, sert bir eda ile geçiyor, yan gözle bana bakıyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Benden yana helal olsun."
- "Annesini yanına almış."
-
Yer
-
Üst
-
Birlikte, beraberinde olma
- "Bir ara acıkıp yanlarında getirdikleri ekmek peyniri yediler." (Necati Cumalı)
-
Bedenin bir bölümü
- "Sağ yanına inme inmiş."
-
[sıfat]
Üstte, altta, arkada veya önde olmayan
-
[sıfat]
İkinci derece olan
- "İlacın yan etkileri."
-
[sıfat]
Tali
- "Siyasi partiler kadın kolu, gençlik kolu ve benzeri şekilde ayrıcalık yaratan yan kuruluşlar meydana getiremezler." (Anayasa)
-
[zarf]
Bir tarafa yönelerek
-
İstekleri karşıt olan iki kişiden veya topluluktan biri
-
Savaş düzenindeki ordunun iki kanadından her biri
-
Bir denklemde "=" işaretiyle ayrılmış olan iki anlatımdan her biri
-
Taç
-
[isim]
Bir şeyin ön, arka, alt ve üst dışında kalan bölümü
- YEL
-
-
[isim]
Havanın yer değiştirmesinden oluşan esinti, rüzgâr
-
Romatizma ağrısı
-
Kalın bağırsaktaki gaz
-
[isim]
Havanın yer değiştirmesinden oluşan esinti, rüzgâr
- YEN
-
-
[isim]
Giysi kolu
- "Yalnız ellerini yıkadı, kuruladı, yenlerini indirdi." (Ömer Seyfettin)
-
Yılanyastığıgiller, muzgiller vb. bitki familyalarında, çiçeklerin üzerinde bir örtü gibi duran ve çoğu renkli olan bir çiçek yaprağı
-
[isim]
Giysi kolu
- YAZ
-
-
[isim]
Kuzey yarım kürede 21 Haziran-23 Eylül tarihleri arasındaki zaman dilimi, ilkbaharla sonbahar arasındaki sıcak mevsim
- "Çok sıcak bir yaz gecesiydi." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[isim]
Kuzey yarım kürede 21 Haziran-23 Eylül tarihleri arasındaki zaman dilimi, ilkbaharla sonbahar arasındaki sıcak mevsim
- YOZ
-
-
[sıfat]
Doğada olduğu gibi kalarak işlenmemiş olan
- "Yoz toprak. Yoz bitki."
-
Kaba, adi, bayağı
- "Yoz adam."
-
Soysuz, yozlaşmış, dejenere
-
Kısır
-
[sıfat]
Doğada olduğu gibi kalarak işlenmemiş olan
- YÜN
-
-
[isim]
Koyun tüyü
- "Bu şiltenin yünü az gelmiş."
-
[sıfat]
Bu tüyden yapılmış
- "Rahat, yünden, yumuşak bir terlik giyin." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[isim]
Koyun tüyü