Başında v olan 6 harfli 83 kelime var. V harfi ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde v harfi olan kelimeler listesine ya da sonu v harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.

Karmaşık harflerden başında v bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.

Harf Sayısına Göre Kelimeler


Kelime bulma makinesi

Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.



Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)

VAZİFE

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Ödev
    • "Şimdi artık vazife bitmiş, gülüp eğlenmeye sıra gelmiştir." (Reşat Nuri Güntekin)
    • "Geçici Bakanlar Kurulu, seçim süresince ve yeni Meclis toplanıncaya kadar vazife görür." (Anayasa)
    • "Biz burada beklemişiz, onun vazifesi mi?"
  2. Görev
    • "Nedim bugün vazifesine geç geldi." (Aka Gündüz)
  3. Günlük ücret, yevmiye

VERESE

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Mirasçılar

VURMAK

  1. [-e] Elini veya elinde tuttuğu bir şeyi bir yere hızla çarpmak
    • "Masaya vurmak. Birinin başına vurmak."
    • "Komşu konaklarda vur patlasın çal oynasın saz âlemleri devam ediyor, uzak yakın piyano sesleri işitiliyordu." (Ömer Seyfettin)
  2. [-i] Ses çıkarmak için bir şeyi başka bir şey üzerine hızlıca çarpmak
    • "Kapılarını vurmadan, kartını göstermeden, kademeye aldırmadan odalara giriyor." (Refik Halit Karay)
  3. Etkisi bir yere kadar uzanmak, sokulmak, girmek, duyulmak, yansımak, aksetmek
    • "Yıkık damından içeriye parça parça güneş vurur." (Refik Halit Karay)
  4. [-i] Hızla değmek, çarpmak
    • "Kolumu duvara vurmuşum."
  5. Sürmek
    • "Duvara boya, tahtaya cila vurmak. Yakı vurmak."
  6. Takmak, koymak
    • "Seni buradan ellerine kelepçe, ayaklarına zincir vurup öyle götürecekler!" (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
  7. Bağlama, ilişkilendirmek
    • "Bohçacı ve yazmacı kadınların tuhaflığına vurarak etrafını alırlar." (Refik Halit Karay)
  8. Olduğundan başka biçimde görünmek
  9. [nsz] Batıcı veya kesici cisimleri saplamak, kakmak
    • "Bıçak vurmak. İğne vurmak."
  10. [nsz] Uygulamak, basmak, koymak
    • "Damga vurmak."
  11. Ses çıkarmak, ses vermek, çalmak
  12. [-i] Amaçladığı şeye rast getirmek
  13. [-i] Hızla çarpmak
    • "Ayağını güm güm yere vurarak."
  14. [-i] Silahla yaralamak, öldürmek
    • "Bir gün kızı kurtarmışlar, ayıyı vurmuşlar, kızı saraya götürmüş, padişahın oğluna vermişler." (Halide Edip Adıvar)
  15. Dokunmak, hasta etmek
    • "Kömür başına vurdu."
  16. [nsz] Soğuk, dolu vb. ürünlere zarar vermek
    • "Sebzeleri soğuk vurdu. Meyveleri dolu vurdu."
  17. [nsz] Kalp, vuru durumunda olmak, çarpmak
    • "Kalbi öylesine kopacakmış gibi vuruyordu." (Haldun Taner)
  18. Piyango vb. çıkmak, isabet etmek
  19. Üzerinde görünmek, üzerine düşmek
    • "Ağacın gölgesi duvara vuruyor."
  20. [-i] Desteklemek, dayamak
    • "Akşam olunca kapının desteğini vurduk."
  21. Çıkmak, görünmek
    • "Su dışarı vurdu."
  22. Sırtına, omzuna yerleştirmek
    • "Hamalın biri sırtına koca bir ayna vurmuş götürüyordu." (Haldun Taner)
  23. Bir şeyi başka bir şey üzerine koymak
  24. Tavla oyununda pulu kırmak
  25. Çok etki etmek, yaralamak
  26. İçki içmek
  27. [-i] Herhangi bir biçimde haksız yoldan para almak, soymak
    • "Birinin on milyon lirasını vurmak."
  28. [-i] Çarpma işlemini yapmak
    • "İkiyi dörde vurursak sekiz eder."

VİDOLU

  1. [sıfat] Vido ile oynanan
    • "Vidolu bezik partisi."

VURGUN

  1. [isim] Kolayca ve haksız ele geçen kazanç
    • "İkinci Dünya Savaşı yıllarında Harun'un paralarını kullanarak vurduğu vurgunlarla bugünkü mertebesine ulaşmıştır belki." (Atilla İlhan)
  2. Sıcak, soğuk, dolu vb. etkilerle ürünlerde görülen zarar
    • "Dolu vurgunu elma."
  3. Çok derinlerdeki suyun basıncı dolayısıyla iki akıntı arasında sıkışıp kalma, düzenli hava alıp verememe, birden su yüzüne çıkma vb. durumlarda dalgıcın uğradığı inme veya ölüm
  4. [sıfat] Silahla yaralanmış olan
  5. [sıfat] Birine veya bir şeye vurulmuş, bağlanmış, sevmiş olan, sevdalı, âşık
    • "Onun da kendisine vurgun olduğuna gönülden inanmaktadır." (Tarık Buğra)

VARİDE

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Gelen şey
  2. Gelen evrak

VİRANE

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [isim] Yıkılmış veya çok harap olmuş yapı
    • "Viranede oynayan çocukların sesleri gittikçe azalıyor." (Peyami Safa)
  2. Yıkılmış veya yanmış olan yapılardan geriye kalan, yıkıntı, ören
    • "Kim bilir hangi viranelerden, tarlalardan, bahçelerden ... kucak kucak odun, çalı çırpı toplayıp getiriyor." (Reşat Nuri Güntekin)

VİTRAY

Kelime Kökeni : Fransızca

  1. [isim] Birbirine bağlı kurşun bölmelere yerleştirilmiş renkli cam parçalarından oluşan, saydam pencere süslemesi veya resim

VAJİNA

Kelime Kökeni : Latince

  1. [isim] Döl yolu

VASATİ

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [sıfat] Ortalama
    • "Tıp kongresi, yaşlılık ve vasati insan ömrü üzerine eğilmiş." (Burhan Felek)

VESAİT

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Araçlar, vasıtalar
    • "İki cephane depomuz vardır ki bunlar, seksen otomobil ve bütün ordu vesaitiyle altı ayda oraya depo edilmiştir." (Aka Gündüz)

VİSKOZ

Kelime Kökeni : Fransızca

  1. [isim] Selüloz türevlerinin üretiminde kullanılan koloidal selüloz çözeltisi

VERKAÇ

  1. [isim] Futbol ve basketbolda topu takım arkadaşına aktaran bir oyuncunun karşı takım kalesine veya uygun bir yöne koşarak aynı kişiden topu geri alması

VİZYER
...
VARSIL

  1. [sıfat] Parası, malı çok olan, zengin, yoksul karşıtı

VİYOLA

Kelime Kökeni : İtalyanca

  1. [isim] Kemana benzer, kemandan büyük bir çalgı, alto

VERMEK

  1. [-i] Üzerinde, elinde veya yakınında olan bir şeyi birisine eriştirmek, iletmek
    • "Okumadığım zaman tavukların bahçesindeyim, yemlerini ben veririm." (Ömer Seyfettin)
    • "Pek sıkıldık mı atla bir vapura, ver elini İstanbul." (Atilla İlhan)
    • "... bunca yıl yalan okuduk, yalan dinledik / Aklına kim gelirse bağır, ver veriştir." (Necati Cumalı)
  2. Bırakmak veya bağışlamak
    • "Hırsımdan bazılarına bedava verdim, alın götürün, diye bağırdım." (Hüseyin Cahit Yalçın)
  3. Ondan bilmek, atfetmek
    • "Bilgin'in bu çekingen tavırlarını kusurlu ve zayıf oluşuna verdi..." (Falih Rıfkı Atay)
  4. Düşünce veya bilgi anlatan şeyleri başkalarına iletmek, bildirmek
    • "Geçenlerde bir derginin, 'Eski ünlüler ne yapıyor?' adlı bir röportajına verdiği cevapları okudum." (Haldun Taner)
  5. Döndürmek, çevirmek, yöneltmek
    • "Arabanın burnunu, en tenha kahvelerden birinin önünde, rıhtıma verdiler." (Atilla İlhan)
  6. Herhangi bir duruma yol açmak
    • "Kendilerine iyi bir çalışma fırsatı verdim." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
  7. Eğlenceli toplantı düzenlemek, konuk çağırıp ağırlamak
    • "Yemek vermek. Balo vermek."
  8. Topluluk önünde sanatını göstermek, icra etmek
    • "Konser vermek. Resital vermek."
  9. Topluluk önünde bilimsel konudaki bildirisini sunmak
    • "Konferans vermek."
  10. Satmak
    • "Ucuz pahalı deme de ver gitsin; ver de kurtul."
  11. Kızı, kadını biriyle evlendirmek
    • "Uzun Osman, Zeynep'le Süleyman'a, ikisini birbirine vereceğini söylediği zaman şaşmadılar." (Halide Edip Adıvar)
  12. [-i] Ödemek
    • "Haydi ... arabaya atlayın... Köşkten parayı verirler." (Peyami Safa)
  13. Yaymak
    • "Ses vermek. Korku vermek. Işık vermek."
  14. Bitki ve ağaç, ürün üretmek
    • "Dal budak saldı, yemiş vermeye başladı." (Ruşen Eşref Ünaydın)
  15. Herhangi bir şey ortaya çıkarmak, oluşturmak
    • "Kendisi de muhakkak artistlerden, güzel eser veren, güzel konuşan, hayalleri işlek adamlardan hoşlanıyor." (Refik Halit Karay)
  16. Hepsini herhangi bir duruma sokmak
    • "Ateşe vermek. Ortalığı heyecana vermek."
  17. Sahip olmasını sağlamak
  18. Bir şey üzerinde etki yapmak, biçimini değiştirmek
    • "Hareket vermek. Biçim vermek."
  19. Tespit etmek
    • "Randevu vermek. Ad vermek."
  20. Kazandırmak, katmak
    • "Tat, çeşni vermek."
  21. Ayırmak, harcamak
    • "Emek vermek. Zaman vermek."
  22. Dayamak
    • "Duvara sırtını verip çömeldi."
  23. [yardımcı fiil] Kök veya gövdeleri sonuna -ı (-i, -u, -ü) eki almış fiillere gelerek tezlik bildiren birleşik fiiller oluşturur
    • "alıvermek, dizivermek, yapıvermek, görüvermek."

VEBALI

  1. [sıfat] Vebaya yakalanmış olan

VAHDET

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Bir olma, tek olma, birlik, teklik

VALİDE

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Anne
    • "Evde, yerinden kalkamayan seksenlik bir validem var." (Memduh Şevket Esendal)

Kelime Anlamları Kaynağı : Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğü