Başında u olan 5 harfli 50 kelime var. U harfi ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde u harfi olan kelimeler listesine ya da sonu u harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.
Karmaşık harflerden başında u bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- UÇKUN
-
-
[isim]
Ateşten fırlayan ve etrafa saçılan kıvılcım
-
[isim]
Ateşten fırlayan ve etrafa saçılan kıvılcım
- UZZAL
- ...
- UMACI
-
-
[isim]
Öcü
- "Özellikle cinden, periden, umacıdan çok korkardım." (Halide Edip Adıvar)
-
[isim]
Öcü
- UĞRUN
-
-
[zarf]
Gizlice
-
[zarf]
Gizlice
- USARE
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Öz su
-
[isim]
Öz su
- UTMAK
-
-
[-i]
Yenmek
-
Oyunda yenmek, ütmek (II)
-
[-i]
Yenmek
- UÇARI
-
-
[sıfat]
Ele avuca sığmaz (kimse)
- "Ben azami derecede haşarı ve uçarı bir çocuktum." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
Kendini çeşitli eğlencelere vermiş (kimse), sefih
- "Yazar dediğin biraz uçarı, serseri mizaç olmalı değil midir?" (Haldun Taner)
-
[sıfat]
Ele avuca sığmaz (kimse)
- ULAMA
-
-
[isim]
Ulamak işi
-
Ulanan parça, ek, katkı, ilave
-
Konuşmada art arda gelen kelimelerden birincisinin sonundaki ünsüzün, ikincisinin başındaki ünlüye ses bakımından bağlanarak söylenmesi: Ayırt etmek, ağaç altı, tertip etmek, art arda gibi
-
[sıfat]
Ulanmış
-
[isim]
Ulamak işi
- UÇSUZ
-
-
[sıfat]
Ucu olmayan
- "Geçen günlerim bana dalgaları sayılmayan uçsuz bir deniz gibi göründü." (Halide Edip Adıvar)
-
[sıfat]
Ucu olmayan
- UŞŞAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Türk müziğinde ana makamlardan biri
-
[isim]
Türk müziğinde ana makamlardan biri
- UCUBE
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Çok acayip, şaşılacak kadar çirkin olan şey
- "Bakımsızlıktan, pislikten yaralı bereli, karınları şiş, yüzleri sarı, sıska iki ucube hâlinde süründükten sonra ölmüşler." (Halide Edip Adıvar)
-
[isim]
Çok acayip, şaşılacak kadar çirkin olan şey
- USANÇ
-
-
[isim]
Usanma duygusu, bıkma, bıkkınlık, melal
- "Çehremde usanç alametlerinin arttığını sezen kâhya sustu." (Refik Halit Karay)
- "Efendim, Tanrının günü aynı pilava kaşık sallamaktan usanç getirmişsindir." (Ercüment Ekrem Talu)
- "Binlerce kahraman, bu yazın usanç veren günlerini de ateşe, ısınmış demire karşı ve kızgın toprak üstünde geçirecekler." (Falih Rıfkı Atay)
-
[isim]
Usanma duygusu, bıkma, bıkkınlık, melal
- ULUFE
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Osmanlılarda kapıkulu askerlerine, saray ve devlet kuruluşlarındaki bazı görevlilere üç ayda bir verilen ücret
-
[isim]
Osmanlılarda kapıkulu askerlerine, saray ve devlet kuruluşlarındaki bazı görevlilere üç ayda bir verilen ücret
- UÇMAN
-
-
[isim]
Pilot
-
[isim]
Pilot
- UKNUM
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Hipostaz
-
[isim]
Hipostaz
- UTANÇ
-
-
[isim]
Utanma duygusu, hicap
- "O zaman, tuhaf bir utanca düşüp şaşırır, başımı önüme eğerdim." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Bundan utanç duyuyor, utanılacak pek az şey yapan birisi olarak da gerginleşiyordu." (Tarık Buğra)
- "Yalvarırım hanımcığım, beni beyin yanına çıkarmayınız, utancımdan yerlere geçerim." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
- "Süleymaniye'nin avlusunu dolaşırken, utancımızdan yerin dibine gireceğimiz geldi." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
[isim]
Utanma duygusu, hicap
- UĞRAŞ
-
-
[isim]
Bir insanın yaptığı iş veya meslek, meşguliyet
-
Bir güçlüğü yenmek için gösterilen sürekli çaba, mücadele
-
[isim]
Bir insanın yaptığı iş veya meslek, meşguliyet
- UÇMAK
-
-
[nsz]
Kuş, kanatlı böcek vb. hareketli kanatları yardımıyla havada düşmeden durmak, havada yol almak
- "Biraz havalanıp bir başka kayaya kadar uçtu." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Ben kimsenin hususi hayatına karışmayı asla sevmem ama şu Şahin Paşa, uçan kuşa borcu olduğunu herkes bilirken nasıl oluyor da kumarda bu kadar para kaybediyor." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "O birkaç gün içinde uçan kuştan medet umdum." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Sağıma baktım. İhtiyar yoktu. Güneşin ilk ziyalarıyla beraber kaybolan hayalet gibi sanki silinmiş, uçmuş gitmişti." (Ömer Seyfettin)
-
Uçak vb. araçlar özel mekanizma ile yerden yükselmek, havada yol almak
-
Sıvı, gaz veya buhar durumuna geçmek
-
Rengi solmak
- "Rengi birdenbire uçtu." (Peyami Safa)
-
Rüzgâr veya başka bir itici güçle yerinden ayrılıp uzağa gitmek
- "Bu gece tahta perde uçmuş."
-
Yüksek yerden düşmek veya yuvarlanmak
-
Belirmek
- "Sakalı yeni çıkmış, yüzünde çocukça ifadeler uçuyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Patlayıcı madde ile parçalanmak
-
Uçar gibi dalgalanmak
- "Elleri trençkotunun cebinde, gözlerini karşı kıyıya dikmiş, saçları savrulurcasına geriye uçuyor." (Atilla İlhan)
-
Çok hızlı gitmek
- "Hele bir asfalta çıkalım görürsünüz bey, derdi. Uçar bu bizim külüstür." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Hava yolu ile gitmek
- "Yarın İstanbul'a uçuyorum."
-
Yok olmak, ortadan kaybolmak
- "Bütün kararları uçmuştu. Yüzünde iradesiz hatlar belirdi." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Çok sevinmek
-
Keyif verici veya uyuşturucu madde aldıktan sonra hayal âlemine dalıp gitmek
-
Aşırılmak
- "Bizim kitaplar uçmuş."
-
Dinî inanışa göre ruh ölümden sonra göğe yükselmek
-
[nsz]
Kuş, kanatlı böcek vb. hareketli kanatları yardımıyla havada düşmeden durmak, havada yol almak
- UMUMİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Genel
-
[sıfat]
Genel
- USKUR
-
Kelime Kökeni : İngilizce
-
[isim]
Pervane
- "Boğaz'dan uskur gürültüleriyle köpük köpük geçen bir vapura dalmış." (Atilla İlhan)
-
[isim]
Pervane