Başında u olan 5 harfli 50 kelime var. U harfi ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde u harfi olan kelimeler listesine ya da sonu u harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.
Karmaşık harflerden başında u bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- UZLUK
-
-
[isim]
Ustalık, işinin eri olma durumu, hazakat, ehliyet
-
[isim]
Ustalık, işinin eri olma durumu, hazakat, ehliyet
- UYMAK
-
-
[-e]
Ölçüleri birbirini tutmak
- "Ayakkabı ayağına iyi uydu."
-
Renk, biçim vb. yönünden birbirini tutmak, uygun düşmek
- "Kravat ceketine uymuş."
-
Zevke, anlayışa uygun düşmek
- "Sizin tutumunuz bizim görev anlayışımıza uyuyor."
-
Bir inanca, bir anlayışa, bir duruma veya egemen bir güce uygun davranışta bulunmak
- "Şu acayip sevdaları bırak, muhite uy, zamana uy, hayatını mükemmel kazanırsın." (Peyami Safa)
-
Bağlı kalmak, tabi olmak
- "Birtakım kayıt ve şartlara uymak zorundaydı."
-
Uygun düşmek, münasip olmak
- "Her cihette birbirine uyacak kadın erkek bulmak dünyada kabil değildir." (Hüseyin Cahit Yalçın)
-
[-e]
Ölçüleri birbirini tutmak
- UYLUK
-
-
[isim]
Kalçadan dize kadar olan bacak bölümü
- "Kalçalarının ve uyluklarının her basamakta aldığı şekil, kalbinde dayanılmaz heyecanlar alevlendiriyordu." (Ömer Seyfettin)
-
[isim]
Kalçadan dize kadar olan bacak bölümü
- UĞRUN
-
-
[zarf]
Gizlice
-
[zarf]
Gizlice
- UTANÇ
-
-
[isim]
Utanma duygusu, hicap
- "O zaman, tuhaf bir utanca düşüp şaşırır, başımı önüme eğerdim." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Bundan utanç duyuyor, utanılacak pek az şey yapan birisi olarak da gerginleşiyordu." (Tarık Buğra)
- "Yalvarırım hanımcığım, beni beyin yanına çıkarmayınız, utancımdan yerlere geçerim." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
- "Süleymaniye'nin avlusunu dolaşırken, utancımızdan yerin dibine gireceğimiz geldi." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
[isim]
Utanma duygusu, hicap
- UYGUR
- ...
- ULAMA
-
-
[isim]
Ulamak işi
-
Ulanan parça, ek, katkı, ilave
-
Konuşmada art arda gelen kelimelerden birincisinin sonundaki ünsüzün, ikincisinin başındaki ünlüye ses bakımından bağlanarak söylenmesi: Ayırt etmek, ağaç altı, tertip etmek, art arda gibi
-
[sıfat]
Ulanmış
-
[isim]
Ulamak işi
- UŞŞAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Türk müziğinde ana makamlardan biri
-
[isim]
Türk müziğinde ana makamlardan biri
- UNLUK
-
-
[isim]
Değirmende unun biriktiği yer
-
Ekmek fırınlarında unların bulunduğu bölüm, un deposu
-
[sıfat]
Un yapılmaya elverişli, temizlenmiş (buğday)
-
[isim]
Değirmende unun biriktiği yer
- UYARI
-
-
[isim]
Herhangi bir konu, sorun üzerine ilgi çekme, ikaz, ihtar, tembih
- "Kentin yaşlılarının da düşüncelerini aldılar. Onların uyarılarına uydular." (Haldun Taner)
-
Organizmada uyarım yaratan güç
-
[isim]
Herhangi bir konu, sorun üzerine ilgi çekme, ikaz, ihtar, tembih
- UMMAN
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Okyanus
-
[isim]
Okyanus
- URBAN
- ...
- UÇMAK
-
-
[nsz]
Kuş, kanatlı böcek vb. hareketli kanatları yardımıyla havada düşmeden durmak, havada yol almak
- "Biraz havalanıp bir başka kayaya kadar uçtu." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Ben kimsenin hususi hayatına karışmayı asla sevmem ama şu Şahin Paşa, uçan kuşa borcu olduğunu herkes bilirken nasıl oluyor da kumarda bu kadar para kaybediyor." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "O birkaç gün içinde uçan kuştan medet umdum." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Sağıma baktım. İhtiyar yoktu. Güneşin ilk ziyalarıyla beraber kaybolan hayalet gibi sanki silinmiş, uçmuş gitmişti." (Ömer Seyfettin)
-
Uçak vb. araçlar özel mekanizma ile yerden yükselmek, havada yol almak
-
Sıvı, gaz veya buhar durumuna geçmek
-
Rengi solmak
- "Rengi birdenbire uçtu." (Peyami Safa)
-
Rüzgâr veya başka bir itici güçle yerinden ayrılıp uzağa gitmek
- "Bu gece tahta perde uçmuş."
-
Yüksek yerden düşmek veya yuvarlanmak
-
Belirmek
- "Sakalı yeni çıkmış, yüzünde çocukça ifadeler uçuyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Patlayıcı madde ile parçalanmak
-
Uçar gibi dalgalanmak
- "Elleri trençkotunun cebinde, gözlerini karşı kıyıya dikmiş, saçları savrulurcasına geriye uçuyor." (Atilla İlhan)
-
Çok hızlı gitmek
- "Hele bir asfalta çıkalım görürsünüz bey, derdi. Uçar bu bizim külüstür." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Hava yolu ile gitmek
- "Yarın İstanbul'a uçuyorum."
-
Yok olmak, ortadan kaybolmak
- "Bütün kararları uçmuştu. Yüzünde iradesiz hatlar belirdi." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Çok sevinmek
-
Keyif verici veya uyuşturucu madde aldıktan sonra hayal âlemine dalıp gitmek
-
Aşırılmak
- "Bizim kitaplar uçmuş."
-
Dinî inanışa göre ruh ölümden sonra göğe yükselmek
-
[nsz]
Kuş, kanatlı böcek vb. hareketli kanatları yardımıyla havada düşmeden durmak, havada yol almak
- ULEMA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Bilginler
-
Sarıklı din bilginleri
- "Bursa uleması bütün memleketçe tanınır ve sevilirdi." (Tarık Buğra)
-
[isim]
Bilginler
- ULUFE
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Osmanlılarda kapıkulu askerlerine, saray ve devlet kuruluşlarındaki bazı görevlilere üç ayda bir verilen ücret
-
[isim]
Osmanlılarda kapıkulu askerlerine, saray ve devlet kuruluşlarındaki bazı görevlilere üç ayda bir verilen ücret
- URGAN
-
-
[isim]
Keten, kenevir, pamuk, jüt gibi türlü dokuma maddelerinden yapılan ince halat
- "Kadınının boynunda pembe urgan gibi bir yemeni var." (Halide Edip Adıvar)
-
[isim]
Keten, kenevir, pamuk, jüt gibi türlü dokuma maddelerinden yapılan ince halat
- UYGAR
-
-
[sıfat]
Fikir, sanat ve endüstri alanlarında çok büyük bir gelişme göstermiş olan, medeni, mütemeddin
-
Kültürlü, eğitimli, görgü kurallarına uyan, medeni (kimse)
- "Ona layık, uygar bir eş olmak için bütün aklını seferber ettiği ortadadır." (Haldun Taner)
-
[sıfat]
Fikir, sanat ve endüstri alanlarında çok büyük bir gelişme göstermiş olan, medeni, mütemeddin
- UÇUCU
-
-
[sıfat]
Uçma yeteneği veya özelliği olan
-
Buhar veya gaz durumuna geçebilen
-
[isim]
Pilot
-
[sıfat]
Uçma yeteneği veya özelliği olan
- USANÇ
-
-
[isim]
Usanma duygusu, bıkma, bıkkınlık, melal
- "Çehremde usanç alametlerinin arttığını sezen kâhya sustu." (Refik Halit Karay)
- "Efendim, Tanrının günü aynı pilava kaşık sallamaktan usanç getirmişsindir." (Ercüment Ekrem Talu)
- "Binlerce kahraman, bu yazın usanç veren günlerini de ateşe, ısınmış demire karşı ve kızgın toprak üstünde geçirecekler." (Falih Rıfkı Atay)
-
[isim]
Usanma duygusu, bıkma, bıkkınlık, melal
- UZMAN
-
-
[sıfat]
Belli bir işte, belli bir konuda bilgi, görüş ve becerisi çok olan (kimse), mütehassıs, kompetan
- "Biz de işte para kazanmanın, iyi yaşamanın uzmanıyız dostum." (Haldun Taner)
-
Belli bir bilim dalında lisansüstü öğrenim derecesine sahip kimse
-
[isim]
Bilirkişi
-
[sıfat]
Belli bir işte, belli bir konuda bilgi, görüş ve becerisi çok olan (kimse), mütehassıs, kompetan