Sonunda r olan 5 harfli 465 kelime var. R harfi ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde r harfi olan kelimeler listesine ya da başında r harfi olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- KUVER
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Lokantalarda yemeklerin servisinden önce masaya serilen örtü
- "Çay bahçesinde kuver ücreti olarak bir milyon lira istediler."
-
Bu örtüyle birlikte çatal, bıçak, kaşık, şamdan, tuzluk vb. şeylerin servise sunulmasından dolayı alınan ücret
-
[isim]
Lokantalarda yemeklerin servisinden önce masaya serilen örtü
- PAZAR
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Satıcıların belirli günlerde mallarını satmak için sergiledikleri belirli geçici yer
- "Perşembe pazarı. Salı pazarı."
-
Belli bir şeyin satıldığı yer
- "Balık pazarı."
-
Alım satım, alışveriş
- "Allah hayırlı pazar versin."
-
Haftanın birinci günü, cumartesi ile pazartesi arasındaki gün
- "Ertesi gün pazardı, öğleye kadar tembellik edersiniz." (Memduh Şevket Esendal)
-
[isim]
Satıcıların belirli günlerde mallarını satmak için sergiledikleri belirli geçici yer
- ÇOPUR
-
-
[sıfat]
Yüzü çiçek hastalığından kalma küçük yara izleri taşıyan, aşırı çiçek bozuğu olan (kimse)
- "Etrafıma bakıyor, bu kadar insan içinde çopur yüzü, yanık dudağı..." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[sıfat]
Yüzü çiçek hastalığından kalma küçük yara izleri taşıyan, aşırı çiçek bozuğu olan (kimse)
- MADER
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Ana, anne
-
[isim]
Ana, anne
- DAĞAR
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Ağzı yayvan, dibi dar toprak kap
-
Dağarcık
- "Daldırın elinizi onun özdeyiş dağarına, her duruma uygun formüller bulabilirsiniz." (Haldun Taner)
-
[isim]
Ağzı yayvan, dibi dar toprak kap
- MÜRUR
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Geçme, bir taraftan girip diğer taraftan çıkma
-
Geçip gitme
-
Sona erme
-
[isim]
Geçme, bir taraftan girip diğer taraftan çıkma
- TEKİR
-
-
[isim]
Barbunyaya (I) benzeyen bir balık (Mugil surmulletus)
-
Postu siyah çubuklarla ve beneklerle süslü, kül renginde veya boz olan (kedi)
- "Annem tekir kedinin bir yavrusunu bana ayırmıştı." (Aka Gündüz)
-
[isim]
Barbunyaya (I) benzeyen bir balık (Mugil surmulletus)
- DÖNER
-
-
[sıfat]
Dönmekte olan, dönen, dönecek biçimde düzenlenen
- "Döner dolap"
-
[isim]
Bir eksene geçirilmiş etlerin döndürülerek pişirilmesiyle yapılan kebap, döner kebap
- "Lokantaların vitrinlerinde, mis kokularla dönerler pişiyordu." (Çetin Altan)
-
[isim]
Döner sermaye
-
[sıfat]
Dönmekte olan, dönen, dönecek biçimde düzenlenen
- ÇAKAR
-
-
[isim]
Denizde, açığa veya kıyılara yerleştirilen, düzenli aralıklarla ve sürekli belirli aralıklarla yanıp sönen küçük fener, şimşekli fener
-
Genişliği on, uzunluğu yaklaşık iki yüz elli kulaç olan balık ağı
- "Kolyoz çakarı. Uskumru çakarı."
-
[isim]
Denizde, açığa veya kıyılara yerleştirilen, düzenli aralıklarla ve sürekli belirli aralıklarla yanıp sönen küçük fener, şimşekli fener
- HATIR
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Düşünme, akılda tutma, hafıza, zihin, akıl, yâd
- "Benim Orhan isminde bir tanıdığım olmadığından, başka bir nam altında bir nankörü hatır eylemiş olsan bile..." (Peyami Safa)
- "Önce karşılıklı hatır sormakla başlayan konuşmaların ardından, tarlaların durumuna geçti." (Necati Cumalı)
- "Yemin, her hatır ve hayale gelmez cümlelerin ucunda bir kurdele, bir fiyonk gibi açılıveriyordu." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "Ben nergisi sevmiyorum. Sırf Bahar'ın hatırı için bir kerelik aldım." (Haldun Taner)
-
Gönül, kalp
- "Sakın hatırını kıracak bir şey söyleme."
- "İnanınız ki müdürün güzel hatırı için işime başladım." (Memduh Şevket Esendal)
- "Sabit Bey Ağabey mahalle tulumbacıları arasında en hatırı sayılır adamlardandır." (Haldun Taner)
-
Birine karşı duyulan saygı, sevgi
- "Hatırınız için bu işi yaptım."
-
Durum, keyif, hâl
- "Hatırını sormak."
-
[isim]
Düşünme, akılda tutma, hafıza, zihin, akıl, yâd
- ÇINAR
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
İki çeneklilerden, 30 m'ye kadar uzayabilen, gövdesi kalın, uzun ömürlü, geniş yapraklı bir ağaç (Platanus)
-
[isim]
İki çeneklilerden, 30 m'ye kadar uzayabilen, gövdesi kalın, uzun ömürlü, geniş yapraklı bir ağaç (Platanus)
- DÖPER
- ...
- ISTAR
-
Kelime Kökeni : Rumca
-
[isim]
Halı, kilim dokunan tezgâh
-
[isim]
Halı, kilim dokunan tezgâh
- UNSUR
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Öge
- "Hiçbir millet, milletimizden daha çok yabancı unsurların inanç ve âdetlerine riayet etmemiştir." (Atatürk)
-
[isim]
Öge
- PINAR
-
-
[isim]
Yerden kaynayarak çıkan su, kaynak
- "Paşaoluk Yaylası'nın her bucağından bir pınar kaynar." (Refik Halit Karay)
-
Bu suyun çıktığı yer, kaynak, memba
-
Çeşme
-
[isim]
Yerden kaynayarak çıkan su, kaynak
- VAPUR
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Su buharı gücüyle çalışan gemi
- "Vapur sabaha kadar mal yüklüyor." (Memduh Şevket Esendal)
-
[isim]
Su buharı gücüyle çalışan gemi
- VİZÖR
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Kamera, fotoğraf ve dürbünde bulunan, görüntüyü tam sınırlarıyla kesmeden veya taşırmadan alabilmeyi sağlayan düzenek, bakaç
-
[isim]
Kamera, fotoğraf ve dürbünde bulunan, görüntüyü tam sınırlarıyla kesmeden veya taşırmadan alabilmeyi sağlayan düzenek, bakaç
- BİNER
-
-
[sıfat]
Bin sayısının üleştirme biçimi, her birine bin, her defasında bini bir arada olan
-
[sıfat]
Bin sayısının üleştirme biçimi, her birine bin, her defasında bini bir arada olan
- HAZIR
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Bir iş yapmak için gereken her şeyi tamamlamış olan, anık, amade, müheyya
- "Ben hazırım, isterseniz gidelim."
- "Gürültü etmeden hastayı masaya kaldırın, aletler hazır olunca bana haber verin." (Memduh Şevket Esendal)
- "Hazıra konmak istemeyen şair, yeni söyleyişler aramak zorundadır." (Orhan Veli Kanık)
- "Hep hazırdan yiyor, içiyor, her gün Fatma Hanım'ın bin türlü bahanelerle parasını çekiyordu." (Ömer Seyfettin)
-
Belli bir işe yarayacak, kullanılacak bir duruma getirilmiş
- "Yemek hazır, buyurun."
-
Belirli bir biçimde yapılmış olarak satılan, alıcı bekleyen, ısmarlama karşıtı
- "Hazır elbise. Hazır ayakkabı."
-
[zarf]
Bu fırsattan yararlanarak
- "Hazır çıkmışken yağ ile pirinç alayım." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[sıfat]
Bir iş yapmak için gereken her şeyi tamamlamış olan, anık, amade, müheyya
- SIFIR
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Kendi başına değeri olmayan, ondalık sayı sisteminde sağına geldiği rakamı on kere büyüten işaret (0)
- "Zannedersem kocamın ziyaretçileri de sıfıra indi." (Ömer Seyfettin)
- "Sıfırdan başladım, lisede kitabım, tıbbiyede beyaz gömleğim yoktu, bu ev, Ihlamur'daki klinik, altımdaki araba, hepsini ben yaptım." (Atilla İlhan)
- "Sonra ulusal sporumuzda hızla geriledik, çok geçmeden sıfırı tükettik." (Talât Halman)
-
Hiçbir değeri olmayan şey
-
[sıfat]
Olmayan, bulunmayan
- "Sıfır makyaj."
-
[sıfat]
Kötü, başarısız, verimsiz
- "Sorma, su içsem kilo alıyorum, bütün rejimleri denedim, netice sıfır." (Atilla İlhan)
-
[sıfat]
Yeni, kullanılmamış
-
[isim]
Kendi başına değeri olmayan, ondalık sayı sisteminde sağına geldiği rakamı on kere büyüten işaret (0)