Sonunda k olan 4 harfli 142 kelime var. K harfi ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde k harfi olan kelimeler listesine ya da başında k harfi olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- LAİK
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[sıfat]
Din işlerini devlet işlerine karıştırmayan, devlet işlerini dinden ayrı tutan
- "Türkiye Cumhuriyeti ... laik ve sosyal bir hukuk devletidir." (Anayasa)
-
[sıfat]
Din işlerini devlet işlerine karıştırmayan, devlet işlerini dinden ayrı tutan
- DİNK
-
-
[isim]
Pirinci kabuğundan ayırmak veya bulgur dövmek için kullanılan dibek
-
Şayak, aba vb.ni dövmek için kullanılan araç
-
[isim]
Pirinci kabuğundan ayırmak veya bulgur dövmek için kullanılan dibek
- KÖŞK
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Bahçe içinde yapılmış süslü ev, kasır
- "Bozuk ve tozlu yollardan tam bizim köşkün önüne geldik." (Ömer Seyfettin)
-
[isim]
Bahçe içinde yapılmış süslü ev, kasır
- ÜNİK
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[sıfat]
Tek, eşi olmayan
-
[sıfat]
Tek, eşi olmayan
- DENK
-
-
[sıfat]
Ağırlık bakımından eşit olan
- "Neleri, nasıl yazacağımıza gelince, yaşadığım günden başlayıp, denk geldikçe geriye dönüşlerle." (Nezihe Meriç)
- "Bizimkinin evde olmadığı bir zamana denk getirirsem çağıracağım, bakalım gelecek mi?" (Çetin Altan)
- "Şehrin ortasında bir kurulu düzen var ki dengi dengine işleyip duruyor." (Nezihe Meriç)
-
0,80175 g olan ağırlık ölçü birimi
- "Dolunun her biri, denk gelse bir kafa yarardı." (Tarık Buğra)
-
Uygun, nitelik yönünden eşit
-
[sıfat]
Ağırlık bakımından eşit olan
- TRÜK
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Sinema veya tiyatroda teknik ustalıkla yapılan gösteri
- "Eleştirmenlerce sırf orijinalite trüğü olarak değerlendiriliyordu." (Haldun Taner)
-
[isim]
Sinema veya tiyatroda teknik ustalıkla yapılan gösteri
- SİRK
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Eğitilmiş hayvanların ve cambazların gösteri yaptıkları genellikle kapalı yer
-
[isim]
Eğitilmiş hayvanların ve cambazların gösteri yaptıkları genellikle kapalı yer
- EREK
-
-
[isim]
Gerçekleştirmek için tasarlanan ve erişmek istenilen şey, amaç, gaye, maksat, hedef
- "Onun metodunu uygulamakla araştırıcının varamayacağı erek yoktur." (Azra Erhat)
-
[isim]
Gerçekleştirmek için tasarlanan ve erişmek istenilen şey, amaç, gaye, maksat, hedef
- ŞAVK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Işık
-
[isim]
Işık
- ÖREK
-
-
[isim]
Duvar
-
[isim]
Duvar
- AÇIK
-
-
[sıfat]
Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı
- "Açık pencerenin önünde denize karşı saatlerce dertleştik." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Çıktık açık alınla on yılda her savaştan."
- "Yakalanan veya tutuklanan kişinin durumu, soruşturmanın kapsam ve konusunun açığa çıkmasının sakıncalarının gerektirdiği kesin zorunluluk dışında, yakınlarına derhâl bildirilir." (Anayasa)
- "Mantıksal bir dille açığa vurduğu bu harika önerinin aksayan bir yanı vardı." (Nadir Nadi)
-
Engelsiz
- "Açık yol."
- "Bazı ihtiyarlar bütün hislerini açığa vuran ikinci bir nevi çocukluğa düşerler." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Örtüsüz, çıplak
- "Açık baş."
-
Boş
- "Kâğıtta açık yer kalmadı."
-
Görevlisi olmayan, boş (iş, görev), münhal
- "Açık kadro."
-
Aralığı çok
- "Açık adımlarla."
-
Çalışır durumda olan
- "Bazı dükkânları açık olan caddeden sola saptılar." (Ömer Seyfettin)
-
Kolay anlaşılır, vazıh
- "Açık konuşma zamanının artık geldiğine kani idim." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Gizliliği olmayan, olduğu gibi görünen
- "Bu adamın her işi açıktır."
-
Her türlü düşünceyi hoşgörüyle karşılayabilen, etkisinde kalabilen
- "... her çeşit kafa ve gönül fırtınalarına açık bir adamdı o." (Tarık Buğra)
-
Rengi koyu olmayan, koyu karşıtı
- "Açık sarı saçlı, zayıf bir kadın keman çalıyordu." (Ömer Seyfettin)
-
Sevişme sahnelerini bütün çıplaklığıyla anlatan (kitap, resim, film vb.)
-
[isim]
Denizin kıyıdan uzakça olan yeri
- "Limanda bilinen gemiler, oysa açıklardadır." (Behçet Necatigil)
-
[zarf]
Doğru olarak, açıkça
- "İnsan mağlubiyetini bu kadar açık kabul eder mi?" (Mahmut Yesari)
-
[isim]
Bir gereksinimin karşılanamaması durumu
- "Bütçe açığı."
- "Ülkenin doktor açığı."
-
[isim]
Belli bir yerin biraz uzağı
- "Tren yolu nehrin açığından geçer."
-
[sıfat]
Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı
- UÇUK
-
-
[sıfat]
Uçmuş, soluk
- "Parasızın yürüyüşü sürtük, gözleri süzük, rengi uçuk, sesi bozuktur." (Refik Halit Karay)
-
Açık (renk)
- "Uçuk siyah renkli çarşaf pelerinin önü açık..." (Peyami Safa)
-
Hafif, belirsiz
- "Ruhsar Hanım uçuk bir gülümsemeyle kapıya süzüldü gitti, birkaç saat içinde birkaç yıl daha yaşlanıvermiş kadıncağız." (Atilla İlhan)
-
Deli dolu
-
[sıfat]
Uçmuş, soluk
- EŞEK
-
-
[isim]
Atgillerden, uzun kulaklı binek ve hizmet hayvanı, merkep, karakaçan (Equus asinus)
- "... uslu otur yoksa ufak bir münasebetsizliğini duyarsam eşek sudan gelinceye kadar döverim, kemiklerin kırılır, anladın mı?" (Refik Halit Karay)
-
Odun kesme, duvar örme, sıva yapma vb. işlerde kullanılan üç veya dört ayaklı sehpa
- "Bunlar ezberlerindeki mânileri söylerler, dağarcıklarında mâni kalmayınca da eşekten düşmüş karpuza dönerler." (Salâh Birsel)
-
[isim]
Atgillerden, uzun kulaklı binek ve hizmet hayvanı, merkep, karakaçan (Equus asinus)
- ULAK
-
-
[isim]
Haberci, haber veren kimse
- "Az sonra ulaklar oba beylerine haber ulaştırmak için atlanmışlardı." (Nezihe Araz)
-
[isim]
Haberci, haber veren kimse
- ABAK
- ...
- EMİK
-
-
[isim]
Emmekten çürüyen yer, emme izi
-
İnsan beyni
-
[isim]
Emmekten çürüyen yer, emme izi
- URUK
-
-
[isim]
Soy, sülale
-
[isim]
Soy, sülale
- SIDK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Doğruluk, gerçeklik
- "... adına en soylu dileklerde bulunduğumuz bu bağırgan, kaba ve düşüncesiz insan yığınından, o dakikada sıdkım sıyrılmaya yetti." (Atilla İlhan)
-
İçten bağlılık
-
[isim]
Doğruluk, gerçeklik
- ÇARK
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Bir eksenin döndürdüğü tekerlek biçimindeki makine parçası
- "Çarklar dönüyor, küçük çark büyüğünü döndürüyor." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Kırmızı balıklar birdenbire canlanırlar ve kavanozun içinde birbiri ardınca keyifli keyifli çark çevirmeye başlarlar." (Halide Edip Adıvar)
- "Küçük hizmetçi masanın öbür ucundan yarım sağa çark ederek elektrik düğmesine doğru döndü." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Herhangi bir askerî birliğin, biçimini ve düzenini bozmadan kanatlarından biri çevresinde dönerek yön değiştirmesi
-
[isim]
Bir eksenin döndürdüğü tekerlek biçimindeki makine parçası
- ZERK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
İç itim
-
[isim]
İç itim