İçinde ız olan 5 harfli 45 kelime var. İçerisinde IZ bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ız olan kelimeler listesine ya da Sonu ız ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- SARIZ
- ...
- RIZIK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Yiyecek, içecek şey, azık
- "Arap kesesine Anadolu altını ve Arap kursağına Anadolu'nun rızkını akıtacağız." (Refik Halit Karay)
-
Tanrı'nın bütün yarattıklarına verdiği nimet
- "Bizden şerefli yırtıcı kuş, kan emen böcek / Tanrı'm o yolda rızkını vermiş, kusuru yok." (Mehmet Çınarlı)
-
[isim]
Yiyecek, içecek şey, azık
- HIFIZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Saklama
-
Ezberleme, akılda tutma
-
[isim]
Saklama
- HIZAR
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Tahta ve kereste biçmeye yarayan, elektrik ve su gücüyle çalışan büyük bıçkı
-
[isim]
Tahta ve kereste biçmeye yarayan, elektrik ve su gücüyle çalışan büyük bıçkı
- KABIZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Dışkının katılığı yüzünden büyük abdest bozamama veya güçlükle bozma durumu, peklik, kabızlık, ishal karşıtı
-
Azrail tarafından ruh teslim alınma, ölme
-
Alma
-
Kavrama, el ile tutma
-
[isim]
Dışkının katılığı yüzünden büyük abdest bozamama veya güçlükle bozma durumu, peklik, kabızlık, ishal karşıtı
- HAYIZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Kadınlarda aybaşı
-
[isim]
Kadınlarda aybaşı
- NABIZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Kalp atışının sağladığı kan basıncından dolayı atardamarlara ve özellikle bilekteki atardamara parmakla basıldığında duyulan kımıldama
- "Nabzı durdu, nefesi durdu galiba." (Yusuf Ziya Ortaç)
- "Başına gelmeyen bela kalmadı. Azıcık nabza göre şerbet versen, başına bu dertler gelmezdi." (Aydın Boysan)
- "Doktor, hallacın yanına vardı. Nabzını tuttu." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Milletin sesini işitmek, nabzını yoklamak, meselesini ve durumunu kaynakta öğrenmek istiyordu." (Tarık Buğra)
-
Eğilim, düşünce, niyet
- "Viyana'da hayat sevincinin nabzı kahvelerde atar." (Haldun Taner)
-
[isim]
Kalp atışının sağladığı kan basıncından dolayı atardamarlara ve özellikle bilekteki atardamara parmakla basıldığında duyulan kımıldama
- SIZMA
-
-
[isim]
Sızmak işi
-
Kapı, pencere aralıklarından oda havasının değişmesi
-
[sıfat]
Sızdırılmış
- "Sızma zeytinyağı."
-
[isim]
Sızmak işi
- CIZIK
-
-
[isim]
Çizgi
-
İz
-
[isim]
Çizgi
- ARIZİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Sonradan olan, dıştan gelen
-
Geçici, eğreti
- "Sahifede tesadüfi bir fark bulunsa bu arızi farkı göremeyecekti." (Haldun Taner)
-
[sıfat]
Sonradan olan, dıştan gelen
- HIZLA
-
-
[zarf]
Çabucak
-
[zarf]
Çabucak
- SAKIZ
-
-
[isim]
Bazı ağaçların ve özellikle sakız ağacının kabuğundan sızan, çiğnendiğinde yumuşayan, hoş kokulu, beyaz renkli reçine
- "Kız kucağında hiç kullanılmamış, sakız gibi bir çamaşır sepeti ile çadırdan çıktı." (Osman Cemal Kaygılı)
-
Şekerli ve kokulu ağızda çiğnenen eğlence yiyeceği, ciklet
-
Vücudu beyaz olup başta ve ayaklarda belirgin siyah işaretler bulunan, ince kemik yapılı ve yüksek ayaklı, ince yağsız uzun kuyruklu bir koyun türü
-
Sakız ağacı
- "Sizi İnce dağ yollarının sakız gölgeleri içinde yalnız bırakmak lazım geldiğini hissediyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[isim]
Bazı ağaçların ve özellikle sakız ağacının kabuğundan sızan, çiğnendiğinde yumuşayan, hoş kokulu, beyaz renkli reçine
- YALIZ
-
-
[sıfat]
Düz ve parlak (kas)
- "Yalız kas."
-
[sıfat]
Düz ve parlak (kas)
- KIZIL
-
-
[isim]
Parlak kırmızı renk
-
[sıfat]
Bu renkte olan
- "Sular sarardı... Yüzün perde perde solmakta / Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta." (Ahmet Haşim)
-
[sıfat]
Aşırı derecede olan
- "Softalar arasında kızıl bir kavga kopmuştu." (Falih Rıfkı Atay)
-
Komünist
-
Genellikle küçük yaşlarda görülen, bulaşıcı, yüksek ateşli, kırmızı renkte geniş lekeler döktüren, kuluçka dönemi üç dört gün süren tehlikeli hastalık
-
Altın
-
[isim]
Parlak kırmızı renk
- TIKIZ
-
-
[sıfat]
Tıknaz
- "İkisi de tıkız ve aynı boyda." (Haldun Taner)
-
Çok sıkıştırılmaktan veya çok sıkı doldurulmaktan katılaşmış, sıkı
- "Bu yastık pek tıkız olmuş."
-
Yoğunluğu çok, katı
- "Tıkız hamur."
-
[sıfat]
Tıknaz
- ISSIZ
-
-
[sıfat]
Kimse bulunmayan veya az kimse bulunan, tenha, yaban
- "Köşkün bütün odaları ıssız." (Peyami Safa)
- "Yavru gitmiş, ıssız kalmış otağı." (Bayburtlu Zihni)
-
Yalnız, kimsesi olmayan
-
[sıfat]
Kimse bulunmayan veya az kimse bulunan, tenha, yaban
- ARIZA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Aksama, aksaklık, bozulma
- "Otomobil arıza yaptı."
-
Engebe
-
Bir notanın sesini yarım ton yükseltmek, alçaltmak veya eski durumuna getirmek için notanın soluna konulan diyez, bemol ve bekâr işaretlerinin ortak adı
-
[isim]
Aksama, aksaklık, bozulma
- HAMIZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Asit
-
[isim]
Asit
- HIZMA
-
-
[isim]
Ayı, boğa vb. hayvanların dudaklarına veya burnuna geçirilen demir halka
- "Ayının burnuna hızma takmışlar, oynatıyorlar."
-
Burun kanadına takılan süslü, altın veya gümüş halka
-
Küpe
-
[isim]
Ayı, boğa vb. hayvanların dudaklarına veya burnuna geçirilen demir halka
- LAFIZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Söz, kelime
- "Lafız ve mana, tıpkı eskisi gibi birbirinden ayrı telakki ediliyor." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
Yasanın sözle anlatmak, bildirmek istediği anlam
-
[isim]
Söz, kelime