İçinde ök olan 6 harfli 24 kelime var. İçerisinde ÖK bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ök olan kelimeler listesine ya da Sonu ök ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- GÖKMEN
-
-
[sıfat]
Mavi gözlü (kimse)
-
[sıfat]
Mavi gözlü (kimse)
- KÖKTEN
-
-
[sıfat]
Yüzeyde kalmayıp derine inen, asıl konuyu da içine alan, köklü, cezrî, radikal
- "Kökten bir değişiklik."
-
[sıfat]
Yüzeyde kalmayıp derine inen, asıl konuyu da içine alan, köklü, cezrî, radikal
- GÖKSUN
- ...
- GÖKÇÜL
-
-
[isim]
Maviye çalan renk
-
[sıfat]
Bu renkte olan
-
[sıfat]
Gökle ilgili, semavi
-
[isim]
Maviye çalan renk
- SÖKMEK
-
-
[-i]
Bir şeyi bulunduğu yerden kuvvet kullanarak veya gevşeterek çıkarmak, çekip ayırmak
- "Bu çoban öyle güçlü görünüyor ki şu yandaki ağacı kavrasa dibinden söker götürür." (Yahya Kemal)
- "... bütün nimet ve imtiyazları söküp atacak." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Kurulmuş bir şeyi parçalarına ayırmak
- "Makineyi sökmek."
-
Rüzgâr, sel, akarsu, bir şeyi yerinden çıkarmak, götürmek
-
Geçip gitmeye engel olan zorlukları atlatmak
- "Araba çamuru sökemedi. Gemi akıntıyı söktü."
-
Karışık bir yazıyı okumak
- "Çok okunaksız bir yazı. Ben söker gibi oldum." (Haldun Taner)
-
[nsz]
Balgam vb.nin çıkması, akması kolaylaşmak
-
Ayırmak, uzaklaştırmak, vazgeçirmek
- "Saplandığı fikirlerden sökemezdiniz." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
[-den]
Örülmüş, dikilmiş şeyin, örgüsünü veya dikişini ayırmak
-
Okuyabilme becerisini kazanmak
- "Bunların Fransızcasını sökmek bir mesele, manalarını sökmek ikinci bir meseledir." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[nsz]
Geçmek, etki yapmak
- "Ne yaparsın, dedi, burada böyle söküyor!" (Falih Rıfkı Atay)
-
[nsz]
Gelmeye başlamak veya çıkagelmek
- "Şermin'le Nermin tam bir saat sonra yani saat beş buçukta söktüler." (Halide Edip Adıvar)
-
[-i]
Bir şeyi bulunduğu yerden kuvvet kullanarak veya gevşeterek çıkarmak, çekip ayırmak
- GÖMGÖK
-
-
[sıfat]
Her yanı mavi, masmavi
-
[sıfat]
Her yanı mavi, masmavi
- ÖKSEME
-
-
[isim]
Öksemek durumu
-
[isim]
Öksemek durumu
- GÖKSEL
-
-
[sıfat]
Gökle ilgili, semavi
-
[sıfat]
Gökle ilgili, semavi
- GÖKEVİ
-
-
[isim]
Gök olaylarını yıldızların, güneş, ay ve gezegenlerin konumlarını, hareketlerini küresel bir kubbenin iç yüzeyinde, çeşitli araçlarla gösteren yapı, yıldızlık, planetaryum
-
[isim]
Gök olaylarını yıldızların, güneş, ay ve gezegenlerin konumlarını, hareketlerini küresel bir kubbenin iç yüzeyinde, çeşitli araçlarla gösteren yapı, yıldızlık, planetaryum
- ÖKELİK
-
-
[isim]
Öke olma durumu
-
[isim]
Öke olma durumu
- GÖKNAR
- ...
- GÖKÇEK
-
-
[sıfat]
Güzel, sevimli (kimse)
- "Gökçektin kız, daha bir gökçek oldun." (Tarık Buğra)
-
[sıfat]
Güzel, sevimli (kimse)
- GÖKŞİN
-
-
[isim]
Maviye yakın renk
-
[sıfat]
Bu renkte olan
-
[isim]
Maviye yakın renk
- KÖKTEŞ
-
-
[sıfat]
Aynı kökten gelen çeşitli yapı ve görevi olan (kelimeler): Sevgi, sevinç, sevme; vergi, verim, veri; başlık, başlangıç, başkan gibi
-
[sıfat]
Aynı kökten gelen çeşitli yapı ve görevi olan (kelimeler): Sevgi, sevinç, sevme; vergi, verim, veri; başlık, başlangıç, başkan gibi
- KÖKÇÜK
-
-
[isim]
Ana kökün dallanmasıyla oluşan ikincil kök
-
[isim]
Ana kökün dallanmasıyla oluşan ikincil kök
- ÖKÇELİ
-
-
[sıfat]
Ökçesi olan veya ökçesi yüksek olan, topuklu
- "Ayaklarında kalın ökçeli kauçuk pabuçlar." (Atilla İlhan)
-
[sıfat]
Ökçesi olan veya ökçesi yüksek olan, topuklu
- ÇÖKMEK
-
-
[nsz]
Bulunduğu düzeyden aşağı inmek, çukurlaşmak
- "Toprak çökmek. Yol çökmek."
-
Üzerinde bulunduğu yere yıkılmak
- "Tavan çökmek. Döşeme çökmek. Ev çökmek."
-
[-e]
Çömelmek
- "Suyun başına çöküp ellerini, yüzünü yıkamaya koyuldu." (Halit Fahri Ozansoy)
-
[-e]
Oturmak, birdenbire oturmak
- "Soluk soluğa yere çöktü." (Falih Rıfkı Atay)
-
Deve, sığır vb. olduğu yere oturmak
- "Boz renkli bir kaya, tıpkı çökmüş bir hecin sırtını andırıyordu." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Şakak, avurt vb. içeri doğru girmek, çukurlaşmak
- "Kadının yanakları daha fazla çöktü." (Halide Edip Adıvar)
-
Basmak, yayılmak
- "... konuşmaların cıvıltısıyla dolu salona, şimdi bir acayip sessizlik çökmüştü." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Sis, duman vb. inerek kaplamak
- "Alaca karanlıklar çökerken köşk bahçesinin parmaklıklarında görünmektedir." (Salâh Birsel)
-
Sarsılıp dinçliğini yitirmek
- "Şayet iradesiz bir adamsanız az zamanda çürüyüp çökmeniz pek mümkündür." (Refik Halit Karay)
-
Tortu dibe inmek
-
Son bulmak, yıkılıp dağılmak
- "Bizans İmparatorluğu 1453'te çöktü."
- "Bir gün vatan çöktü ve millî mabetler istila edildi." (Aka Gündüz)
-
[-e]
Yoğun bir biçimde duymak
- "Mustafa Kemal'in içine ilk defa bu lisede vatan kaygısı çöktü." (Falih Rıfkı Atay)
-
[nsz]
Bulunduğu düzeyden aşağı inmek, çukurlaşmak
- KÖKSEL
-
-
[sıfat]
Kökle ilgili
-
[sıfat]
Kökle ilgili
- KÜPKÖK
- ...
- DÖKÜLÜ
- ...