İçinde ö olan 3 harfli 45 kelime var. İçerisinde Ö harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ö harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu ö harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- LÖP
-
-
[sıfat]
İri ve yumuşak
-
[sıfat]
İri ve yumuşak
- YÖN
-
-
[isim]
Belli bir noktaya göre olan yer, taraf
-
Bir şeyin belli bir noktaya baktığı yan, veçhe
- "Binanın batı yönü."
-
Bir yere gitmek için izlenen yol, cihet, istikamet
- "Bolu yönüne."
-
Tutulacak, izlenecek yol
- "İşin ekonomik yönü."
-
[isim]
Belli bir noktaya göre olan yer, taraf
- KÖK
-
-
[isim]
Bitkileri toprağa bağlayan ve onların, topraktaki besi maddelerini emmesine yarayan klorofilsiz bölüm
- "Benliğe kök salan gönül bağlarını kim tarif edebilir?" (Halide Edip Adıvar)
- "Bu işi kökünden halletmek için kızını derhâl evlendirmeye karar vermişti." (Ahmet Hamdi Tanpınar)
- "Kelebeklerin kökünün kuruduğu bir dünyada çocuk istemem." (Tahsin Yücel)
- "Bizimkilerin de amacı aynı / Doğan güneşle birlikte kökünüzü kazıyıp / Yeryüzünde bırakmamak izinizi." (Turan Oflazoğlu)
-
Süsende olduğu gibi yer üstüne sap çıkaran çok yıllık yer altı gövdesi
-
Bazı şeylerde dip bölüm
- "Diş kökü."
-
Sapıyla çıkarılan bitkilerde tane
- "Üç kök maydanoz."
-
Dip, temel, esas
- "Ta gölden başlayan tipi ve fırtına Şebben'in sıcak evini kökünden sarsıyordu." (Halide Edip Adıvar)
-
Kaynak, köken
- "Ölenle, son zamanları gevşeyen, azalan fakat kökleri mazinin sağlamlığı içinde kalan eski bir aşinalığım vardı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Bir kimseyi bir yere bağlayan manevi temel güçlerin bütünü
-
Kelimenin her türlü ek çıkarıldıktan sonra kalan anlamlı bölümü: Yaptırmak kelimesinde kök, yap- bölümüdür
-
Olağan şartlarda çevresinden yalıtılamayan ancak birçok tepkimede nitelik değiştirmeden geçebilen atom kümesi
-
Denklemde bilinmeyenin yerine konulduğunda uygun düşen gerçek veya birleşik değer
-
[isim]
Bitkileri toprağa bağlayan ve onların, topraktaki besi maddelerini emmesine yarayan klorofilsiz bölüm
- KÖR
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[sıfat]
Görme engelli
- "Körü körüne duygululuk sanatçıyı da körün değneğiyle yolunu araması gibi zavallı duruma düşürür." (Necati Cumalı)
- "Kör olası sanatın ne ölçüsü var ne de tartısı." (Orhan Veli Kanık)
- "Evde, kör değneğini bellemiş gibi sabahları, biraz kızarmış ekmek, tereyağı ve reçelle çay içtiğimiz hâlde, bunlar, eniştemizin köşkünde bir öğle yemeği miktarına çıkar." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "Orada da bazı kimseler sanat denince ille kuru, basit, yalın kat, kör kör parmağım gözüne bir üslubu anlıyorlar." (Haldun Taner)
-
Keskinliği yeterli olmayan
- "Kör bıçak. Kör makas."
-
Az aydınlık veren
- "Sahanlığın üstünde bir kör kandil yanıyordu." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Kötü
- "Vakıa bu kör siyaset yüzünden Türklük Rumeli'den çıktı." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
Arkası tıkalı olan veya işlek olmayan
- "Kör sokak."
-
Olguları sezme ve kavrama yetisi, dikkati olmayan
-
Duyarlığını yitirmiş
- "Muhitimiz bize karşı her an kör, sağır ve şuursuzdur." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
[sıfat]
Görme engelli
- SÖR
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Katolik mezhebinde kendini dine adayan ve manastırda yaşayan kadın
-
Katolik mezhebinde dinle ilgili bir yükümlülük almayan ancak din uğruna hemşirelik, hasta bakıcılık vb. işlerde çalışan kadın
-
[isim]
Katolik mezhebinde kendini dine adayan ve manastırda yaşayan kadın
- GÖL
-
-
[isim]
Oluşması genellikle tektonik, volkanik vb. olaylara bağlı olan, toprakla çevrili, derin ve geniş, tuzlu veya tuzsuz durgun su örtüsü
- "Gölün üstünde güneşin doğuşuna batışına, aylı gecelere doyum olmuyordu." (Necati Cumalı)
-
Yapay su birikintisi
-
[isim]
Oluşması genellikle tektonik, volkanik vb. olaylara bağlı olan, toprakla çevrili, derin ve geniş, tuzlu veya tuzsuz durgun su örtüsü
- ÖTE
-
-
[isim]
Konuşanın temel olarak aldığı bir şeyden daha uzak olan yer veya şey, mavera
- "Köşklerin biraz ötesinde köy kulübelerine benzer derme çatma evler görülürdü." (Ruşen Eşref Ünaydın)
- "Hasta da olsalar yapmıyorum işte! Ötesi var mı? İşte başhekim, git söyle." (Memduh Şevket Esendal)
- "Ötesi yok, bütün sinirlerim, iliklerim âşık oluverdi işte!" (Aka Gündüz)
-
Bir şeyin arkadan gelen bölümü
- "İşin ötesi kolay."
-
[sıfat]
Bulunulan yere göre karşı yanda olan
- "Evimizin bir yanı bahçe, öte yanı sokaktı." (Memduh Şevket Esendal)
-
[sıfat]
Daha fazla, çok
- "Güzel olduğu pek iddia edilmezdi ama güzellikten de öte güçlü bir çekiciliği vardı." (Haldun Taner)
-
[isim]
Konuşanın temel olarak aldığı bir şeyden daha uzak olan yer veya şey, mavera
- PÖF
-
-
[ünlem]
İğrenme anlatan bir söz
- "Pöf, ne pis koku!"
-
[ünlem]
İğrenme anlatan bir söz
- ÖRF
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Yasalarla belirlenmeyen, halkın kendiliğinden uyduğu gelenek
- "Yaşandığı asrın örf ve âdetlerini belirtmek bakımından kıymetli bulmuyor değilim." (Refik Halit Karay)
-
[isim]
Yasalarla belirlenmeyen, halkın kendiliğinden uyduğu gelenek
- GÖÇ
-
-
[isim]
Ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, taşınma, hicret, muhaceret
- "Obalarının hâlâ arkası kesilmeyen göçleri devam etmekte idi." (Samiha Ayverdi)
- "Kalktı göç eyledi Afşar elleri." (Dadaloğlu)
-
Evden eve taşınma, nakil
- "Her sene, zamanı gelince İstanbul'un mahallelerinde Boğaz'ın köylerine göçler başlardı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Taşınma sırasında götürülen ev eşyaları
-
Kuşların, geyiklerin, yarasaların, bazı balık ve böceklerin mevsim, iklim, besin miktarı vb.ne göre çevre değiştirmeleri
-
[isim]
Ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, taşınma, hicret, muhaceret
- PÖÇ
-
-
[isim]
Kuyruk sokumu kemiği
-
[isim]
Kuyruk sokumu kemiği
- GÖR
- ...
- HÖT
-
-
[ünlem]
Korkutmak veya dikkati kendi üzerine çekmek için söylenen bir söz
-
[ünlem]
Korkutmak veya dikkati kendi üzerine çekmek için söylenen bir söz
- TÖZ
-
-
[isim]
Kök, asıl, cevher
-
Değişenlerin özünde değişmeden kaldığı varsayılan idealist kavram, cevher
-
[isim]
Kök, asıl, cevher
- FÖN
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Sıcak, kuru ve sert esen bir tür rüzgâr
-
Bu rüzgârı veren bir aletle saçı kurutup biçim vererek tarama
-
[isim]
Sıcak, kuru ve sert esen bir tür rüzgâr
- GÖT
-
-
[isim]
Anüs
-
Alt taraf, dip
-
Kaba et, kıç, popo
-
Güç veya yüreklilik
-
[isim]
Anüs
- ÖKE
-
-
[isim]
Deha sahibi kimse, dâhi
-
[isim]
Deha sahibi kimse, dâhi
- BÖN
-
-
[sıfat]
Budala, saf, avanak, ahmak
- "Genç adam çirkin hatta biraz bön." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Söyleyecek söz bulamıyor, bön bön ihtiyar Rum'un yüzüne bakıyordum." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[sıfat]
Budala, saf, avanak, ahmak
- FÖY
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Kısa bilgileri içeren belge
-
[isim]
Kısa bilgileri içeren belge
- DÖL
-
-
[isim]
Canlıların üremesi sonucu ortaya çıkan yeni birey veya bireylerin bütünü, zürriyet, nesil
- "Macarların çoğunun bize benzeyişinin bir nedeni de bu döl karışmasıdır." (Haldun Taner)
-
Yavru, çocuk
- "Yarenlik mi ediyordun, Kara Osman'ın dölüyle?" (Turan Oflazoğlu)
-
[isim]
Canlıların üremesi sonucu ortaya çıkan yeni birey veya bireylerin bütünü, zürriyet, nesil