İçinde ö olan 3 harfli 45 kelime var. İçerisinde Ö harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ö harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu ö harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- BÖN
-
-
[sıfat]
Budala, saf, avanak, ahmak
- "Genç adam çirkin hatta biraz bön." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Söyleyecek söz bulamıyor, bön bön ihtiyar Rum'un yüzüne bakıyordum." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[sıfat]
Budala, saf, avanak, ahmak
- FÖN
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Sıcak, kuru ve sert esen bir tür rüzgâr
-
Bu rüzgârı veren bir aletle saçı kurutup biçim vererek tarama
-
[isim]
Sıcak, kuru ve sert esen bir tür rüzgâr
- ÇÖP
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Saman inceliğinde herhangi bir sap, dal veya tahta parçası
- "Köşk o kadar sessizdi ki yere bir kibrit çöpü düşse çıkardığı ses işitilebilirdi." (Peyami Safa)
- "Dairedeki levazım müdürü çöp atlamazın biridir, diyorlar." (Falih Rıfkı Atay)
-
Yararsız, pis veya zararlı olduğu için atılan ufak tefek şeylerin hepsi
-
[isim]
Saman inceliğinde herhangi bir sap, dal veya tahta parçası
- LÖP
-
-
[sıfat]
İri ve yumuşak
-
[sıfat]
İri ve yumuşak
- GÖZ
-
-
[isim]
Görme organı
- "İşkembe ayıklamaktan, bulaşık yıkamaktan göz açamıyordum." (Orhan Kemal)
- "Daha ileride denizin yüzünü birdenbire allak bullak eden akıntıya benzer bir çırpıntı oluyor, bu çırpıntı göz açıp kapayıncaya kadar kesiliyor." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Göz alabildiğine uzanan yeşil tepelerin, ruha ferahlık veren bir munis enginliği vardı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Kocakarı yöntemlerine inanmayı göz ardı ettiğini söyleyemezdim." (Ayşe Kulin)
-
Bazı deyimlerde, görme ve bakma
- "Gözden geçirmek. Gözden kaybolmak. Göz önünde. Gözü keskin."
- "O sıralar Avrupa'da bir büyük piyano ustası gözleri kamaştırıyordu." (Nadir Nadi)
- "Öbürü göğsünden ağır yaralı iki erin geriye alınmalarına göz kulak oluyordu." (Atilla İlhan)
- "Akşam hazırlanmış sofrayı gözden geçirmek için odasından çıktı." (Ayla Kutlu)
-
Bakış, görüş
- "Bu sefer alacaklı gözüyle baktım."
- "Eski oyuncunun gözlerinde şimşekler çaktı, yutkundu." (Halide Edip Adıvar)
- "Kayaların gözüme kestirdiğim bir yerinden aşağı inmeye başladım." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Suyun topraktan kaynadığı yer, kaynak
- "Asıl felaket bu pınara sırt çevirmek, bu pınarın gözlerine taş tıkamak değil de ne olurdu?" (Tarık Buğra)
-
Delik, boşluk
- "İğnenin gözü."
- "Köprünün gözleri karış karış kazılmıştır." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Çekmece
- "Masanın gözleri."
-
Terazi kefesi
-
Kıskançlık veya hayranlıkla bakıldığında bir şeye kötülük verdiğine inanılan uğursuzluk, nazar
- "İnsanı gözle yiyip bitirirler." (Ömer Seyfettin)
-
Sevgi, ilgi, gönül bağlantısı
- "Gözden düşmek. Göze girmek."
-
Ağacın tomurcuk veren yerlerinden her biri
- "Göz aşısı."
-
Bölüm, hane
- "Dama tahtasında altmış dört göz vardır."
-
Bazı yaraların uç bölümü
- "Çıbanın gözü."
-
[isim]
Görme organı
- ÖKE
-
-
[isim]
Deha sahibi kimse, dâhi
-
[isim]
Deha sahibi kimse, dâhi
- ÖHÖ
-
-
[isim]
Bir kimsenin kendi varlığını belli etmek, söylenen bir şey üzerine dikkat çekmek, birine takılmak vb. amaçlarla öksürür gibi yaparak çıkardığı ses
-
[isim]
Bir kimsenin kendi varlığını belli etmek, söylenen bir şey üzerine dikkat çekmek, birine takılmak vb. amaçlarla öksürür gibi yaparak çıkardığı ses
- KÖR
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[sıfat]
Görme engelli
- "Körü körüne duygululuk sanatçıyı da körün değneğiyle yolunu araması gibi zavallı duruma düşürür." (Necati Cumalı)
- "Kör olası sanatın ne ölçüsü var ne de tartısı." (Orhan Veli Kanık)
- "Evde, kör değneğini bellemiş gibi sabahları, biraz kızarmış ekmek, tereyağı ve reçelle çay içtiğimiz hâlde, bunlar, eniştemizin köşkünde bir öğle yemeği miktarına çıkar." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "Orada da bazı kimseler sanat denince ille kuru, basit, yalın kat, kör kör parmağım gözüne bir üslubu anlıyorlar." (Haldun Taner)
-
Keskinliği yeterli olmayan
- "Kör bıçak. Kör makas."
-
Az aydınlık veren
- "Sahanlığın üstünde bir kör kandil yanıyordu." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Kötü
- "Vakıa bu kör siyaset yüzünden Türklük Rumeli'den çıktı." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
Arkası tıkalı olan veya işlek olmayan
- "Kör sokak."
-
Olguları sezme ve kavrama yetisi, dikkati olmayan
-
Duyarlığını yitirmiş
- "Muhitimiz bize karşı her an kör, sağır ve şuursuzdur." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
[sıfat]
Görme engelli
- PÖÇ
-
-
[isim]
Kuyruk sokumu kemiği
-
[isim]
Kuyruk sokumu kemiği
- SÖZ
-
-
[isim]
Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, laf, kavil
- "Aklıma bu maaş meselesinden bir kere de Ahmet Kerim'e söz açmak geldi." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Toplantıda ilk olarak başkan söz aldı."
- "Numaralar okunuyor, görüşüyoruz, gruplardan gruplara sözler atıyoruz, şakalar ediyoruz, ne hoş eğleniyoruz." (Refik Halit Karay)
- "Söz bir, Allah bir, seni ele vermem." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime, sözcük
- "İşimin yapılacağı konusunda bakandan söz aldım."
- "Sarhoşlar söz atıyor." (Halide Edip Adıvar)
- "Bu toplantıda büyüklere söz düşmüyor." (Halide Edip Adıvar)
- "Hâlbuki bu münasebetsiz dedikodular mektebe de söz getirmeye başladı." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Bir konuyu yazılı veya sözlü olarak açıklamaya yarayan kelime dizisi
- "Yer yer birçok türküde rastladığımız beylik sözler de vardı içinde." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
Kesinlik kazanmayan haber, söylenti
- "Ortalıkta bir söz dolaşıyor."
-
Bir işi yapacağını kesin olarak vadetme
- "O, sözünde duran bir adamdır."
-
Müzik parçalarının yazılı metni, güfte
- "Şarkının sözleri çok anlamlı."
-
[isim]
Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, laf, kavil
- ÖGE
-
-
[isim]
Birleşik bir şeyi oluşturan basit şeylerden her biri, unsur, eleman
-
Başka şeylerin kendisinden türediği ilk madde, ilke, unsur
-
Bir cümleyi oluşturan özne, yüklem, tümleç vb. birimlerden her biri
-
Bir sınıf veya bir topluluğun bireylerinden her biri
- "O savaşı başarıya ulaştıran en kuvvetli öge, ne yabancıdan gördüğümüz yardım ne de bugünkü özel girişimcilerin gayretleridir." (Necati Cumalı)
-
[isim]
Birleşik bir şeyi oluşturan basit şeylerden her biri, unsur, eleman
- TÖS
-
-
[ünlem]
Hayvanı töskürtmek için söylenen bir söz
-
[ünlem]
Hayvanı töskürtmek için söylenen bir söz
- ÖRS
-
-
[isim]
Biçimleri yapılacak işe göre değişen, üzerinde maden dövülen, çelik yüzeyli, demir araç
- "Demir yalım gibi kızarmıştı. Küçücük örsünün üstüne koydu, dövmeye başladı." (Yahya Kemal)
- "Bana örs ve çekiç arası bir durumda kaldığından yakınmıştı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Üzerine çivi çakılacak ayakkabı geçirilen kunduracı aracı
-
[isim]
Biçimleri yapılacak işe göre değişen, üzerinde maden dövülen, çelik yüzeyli, demir araç
- KÖK
-
-
[isim]
Bitkileri toprağa bağlayan ve onların, topraktaki besi maddelerini emmesine yarayan klorofilsiz bölüm
- "Benliğe kök salan gönül bağlarını kim tarif edebilir?" (Halide Edip Adıvar)
- "Bu işi kökünden halletmek için kızını derhâl evlendirmeye karar vermişti." (Ahmet Hamdi Tanpınar)
- "Kelebeklerin kökünün kuruduğu bir dünyada çocuk istemem." (Tahsin Yücel)
- "Bizimkilerin de amacı aynı / Doğan güneşle birlikte kökünüzü kazıyıp / Yeryüzünde bırakmamak izinizi." (Turan Oflazoğlu)
-
Süsende olduğu gibi yer üstüne sap çıkaran çok yıllık yer altı gövdesi
-
Bazı şeylerde dip bölüm
- "Diş kökü."
-
Sapıyla çıkarılan bitkilerde tane
- "Üç kök maydanoz."
-
Dip, temel, esas
- "Ta gölden başlayan tipi ve fırtına Şebben'in sıcak evini kökünden sarsıyordu." (Halide Edip Adıvar)
-
Kaynak, köken
- "Ölenle, son zamanları gevşeyen, azalan fakat kökleri mazinin sağlamlığı içinde kalan eski bir aşinalığım vardı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Bir kimseyi bir yere bağlayan manevi temel güçlerin bütünü
-
Kelimenin her türlü ek çıkarıldıktan sonra kalan anlamlı bölümü: Yaptırmak kelimesinde kök, yap- bölümüdür
-
Olağan şartlarda çevresinden yalıtılamayan ancak birçok tepkimede nitelik değiştirmeden geçebilen atom kümesi
-
Denklemde bilinmeyenin yerine konulduğunda uygun düşen gerçek veya birleşik değer
-
[isim]
Bitkileri toprağa bağlayan ve onların, topraktaki besi maddelerini emmesine yarayan klorofilsiz bölüm
- FÖY
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Kısa bilgileri içeren belge
-
[isim]
Kısa bilgileri içeren belge
- KÖY
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Yönetim durumu, toplumsal ve ekonomik özellikleri veya nüfus yoğunluğu yönünden şehirden ayırt edilen, genellikle tarımsal alanda çalışılan, konutları ve öteki yapıları bu hayata uygun yerleşim birimi
- "Vatanseverlik, doğduğu yeri, evini, köyünü, müstakil devlet sınırları içinde memleketini sevmektir." (Orhan Seyfi Orhon)
-
Köy halkı
-
[isim]
Yönetim durumu, toplumsal ve ekonomik özellikleri veya nüfus yoğunluğu yönünden şehirden ayırt edilen, genellikle tarımsal alanda çalışılan, konutları ve öteki yapıları bu hayata uygun yerleşim birimi
- BÖĞ
-
-
[isim]
Eklem bacaklılardan, soluk sarı renkli, zehirli bir örümcek türü
-
[isim]
Eklem bacaklılardan, soluk sarı renkli, zehirli bir örümcek türü
- LÖS
-
Kelime Kökeni : Almanca
-
[isim]
En çok vadilerde, yamaçlarda bulunan, kil ve kum karışımı, sarı renkli verimli balçık
-
[isim]
En çok vadilerde, yamaçlarda bulunan, kil ve kum karışımı, sarı renkli verimli balçık
- PÖF
-
-
[ünlem]
İğrenme anlatan bir söz
- "Pöf, ne pis koku!"
-
[ünlem]
İğrenme anlatan bir söz
- GÖN
-
-
[isim]
İşlenmiş deri
-
Kösele
-
Hayvan derisi
- "Boya değil altın yaldız vursan manda gönü gibi donuk duruyor." (Burhan Felek)
-
[isim]
İşlenmiş deri