İçinde y olan 4 harfli 158 kelime var. İçerisinde Y harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında y harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu y harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- AYRI
-
-
[sıfat]
Yerleri bir olmayan
- "Beraber misiniz, ayrı mısınız?"
- "Bizim ayrımız gayrımız var mı? Parayı ha sen vermişsin ha ben."
-
Başka, başka türlü
- "Bu ayrı konu."
- "Düşüncelerimiz çok ayrı düşüyor."
-
[zarf]
Yalnız, tek başına
-
[sıfat]
Yerleri bir olmayan
- UYDU
-
-
[isim]
Bir gezegenin çekiminde bulunarak onun çevresinde dolanan daha küçük gezegen, peyk
- "Ay, yerin uydusudur."
-
Türlü amaçlarla yerden fırlatılan ve genellikle kapalı bir yörünge çizerek yer çevresinde dolanan araç
-
[sıfat]
İşlerini ve davranışlarını daha güçlü birinin isteğine uyduran (devlet, kurum, kişi)
-
[isim]
Bir gezegenin çekiminde bulunarak onun çevresinde dolanan daha küçük gezegen, peyk
- EŞEY
-
-
[isim]
Cinsiyet
-
Bir organizmanın dişi veya erkek olarak sınıflandırılmasını sağlayan görev, yapı ve karakter topluluğu
-
[isim]
Cinsiyet
- KAYA
-
-
[isim]
Büyük ve sert taş kütlesi
- "Dört tarafı su ile çevrili bir kayadır, bir adacık." (Refik Halit Karay)
- "... öfkesi, sevgisi katıksız, kaya gibi sağlam ve güvenilir adam." (Atilla İlhan)
-
Kayaç
-
[isim]
Büyük ve sert taş kütlesi
- DEYİ
-
-
[isim]
Dil, söz, işaret, mimik vb. anlatım araçlarının bütünü, logos
-
Hristiyan felsefesinde Tanrı kelamını insanlara ulaştıran oğul, logos
-
[isim]
Dil, söz, işaret, mimik vb. anlatım araçlarının bütünü, logos
- ZAYİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Kaybolma, yitme
-
[sıfat]
Kayıp
-
[sıfat]
Yok olmuş, elden çıkmış, mahvolmuş
-
[sıfat]
İşe yaramayan, yararsız, boş
-
[isim]
Kaybolma, yitme
- OYUŞ
-
-
[isim]
Oyma işi veya biçimi
-
[isim]
Oyma işi veya biçimi
- YAĞI
-
-
[isim]
Düşman, hasım
-
[isim]
Düşman, hasım
- YATI
-
-
[isim]
Gidilen yerde geceyi geçirme
- "Yatıya bekleriz."
-
[isim]
Gidilen yerde geceyi geçirme
- RÜYA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Düş
- "Annemi ölmüş gördüm rüyamda / Ağlayarak uyanmışım." (Orhan Veli Kanık)
- "Yolculuğumuz rüya gibi geçti."
- "Geceleri Avrupa şehirleri rüyama girer." (Ömer Seyfettin)
-
Gerçekleşmesi imkânsız durum, hayal
- "Bu saadetin bir ay, bir buçuk ay sonra yeniden bir rüya olacağını bile aklına getirmiyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Gerçekleşmesi beklenen ve istenen şey, umut
-
[isim]
Düş
- ŞEYH
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Tarikat kurucusu, bir tarikatta en yüksek dereceye ulaşmış olan kimse
-
Tarikat büyüğü veya tarikat kollarından birinin başında bulunan kimse
-
Arap kabile ve aşireti başkanı
-
[isim]
Tarikat kurucusu, bir tarikatta en yüksek dereceye ulaşmış olan kimse
- UYUM
-
-
[isim]
Bir bütünün parçaları arasında bulunan uygunluk, ahenk, entegrasyon
- "Gerçekten de sonsuz bir sessizlik, bir uyum, bir şiir sarmıştı ortalığı." (Nezihe Araz)
-
Bir cismin görüntüsünü tam ağ tabaka üzerine düşürebilmek için göz merceğinin dışbükeylik derecesini çoğaltıp azaltması olayı, mutabakat
-
[isim]
Bir bütünün parçaları arasında bulunan uygunluk, ahenk, entegrasyon
- YUVA
-
-
[isim]
Kuşların ve başka hayvanların barınmak, yumurtlamak, kuluçkaya yatmak, yavrularını büyütmek veya yavrulamak için türlü şeylerden yaptıkları ve türlü biçimlerde hazırladıkları barınak
- "O zamanlar ... mezarlıkların serviliklerine gizlenen eski bülbül yuvaları meşhurdu." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "Gerçi birçok flörtleri olmuş ama karar verip de içlerinden biriyle yuva kurmak cesaretini gösterememişti." (Haldun Taner)
- "Hiç canını sıkma dedi, ben şimdi onun yuvasını yaparım!" (Orhan Kemal)
-
Genellikle ailenin oturduğu ev
- "İnsanın kendi yuvasından daha sıcak ... ve samimi; hiçbir yer olmazdı." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Hâlbuki genç bir kızla yuva yapmak, ölünceye kadar bahtiyar yaşamak için..." (Ömer Seyfettin)
-
İki buçukla dört yaş arası çocukların bakıldığı, okul öncesi eğitim kurumu
-
Kimsesizlere veya yoksullara yardım etmek ve onları barındırmak amacıyla açılan yer
-
Bir şeyin içinde yerleşmiş olduğu veya yerleştirildiği oyuk
- "Diş yuvası. Kilit yuvası."
-
Bazı kötü nitelikli kimselerin çok bulunduğu, toplandığı yer
- "Hırsız yuvası."
-
Bir şeyin öğretildiği yer
- "İrfan yuvası."
-
Bir şeyin çok bulunduğu yer
- "Bu oda böcek yuvası."
-
[isim]
Kuşların ve başka hayvanların barınmak, yumurtlamak, kuluçkaya yatmak, yavrularını büyütmek veya yavrulamak için türlü şeylerden yaptıkları ve türlü biçimlerde hazırladıkları barınak
- UYKU
-
-
[isim]
Dış uyaranlara karşı bilincin, bütünüyle veya bir bölümünün yittiği, tepki gücünün zayıfladığı ve her türlü etkinliğin büyük ölçüde azaldığı dinlenme durumu
- "Rahat bir uyku uyumuştum." (Sait Faik Abasıyanık)
- "İkimiz de esniyorduk, uyku bastırıyordu." (Osman Cemal Kaygılı)
- "Uykumu dağıtmak için birkaç fincan kahve içtim."
- "Yorgunsun, uyku gözlerinden akıyor." (Aka Gündüz)
-
Çevrede olup bitenin farkında olmama, gaflet, aymazlık
- "Eğer bu patırtıdan, ikinci uykusu başına sıçrayan imam aşağı koşmasa iki kadın, avluda, saç saça, baş başa dövüşeceklerdi." (Halide Edip Adıvar)
- "Etrafı kapatan dik, sivri dağlar duman ve bulut sarılı kocaman başlarını birbirine dayayarak çoktan uykuya varmışlardı." (Refik Halit Karay)
-
Doğada görülen sükûnet durumu
- "Kış süresince uykuda olan ağaçlar, baharla birlikte uyandı."
-
[isim]
Dış uyaranlara karşı bilincin, bütünüyle veya bir bölümünün yittiği, tepki gücünün zayıfladığı ve her türlü etkinliğin büyük ölçüde azaldığı dinlenme durumu
- DAYE
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Çocuk bakıcısı, sütnine, dadı
-
[isim]
Çocuk bakıcısı, sütnine, dadı
- DAYI
-
-
[isim]
Annenin erkek kardeşi
-
Cesur, yiğit
-
[ünlem]
Yaşlı erkeklere söylenen bir seslenme sözü
- "O kadarcık okumaktan kanun anlaşılsa avukata ekmek mi kalırdı, dayı!" (Sait Faik Abasıyanık)
-
Kayırıcı
- "Bunların çok bariz olan bir tarafı da siyasi dayıları sık sık değiştirmeleridir." (Peyami Safa)
-
Kabadayı
-
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Tunus, Cezayir ve Trablusgarp'ta seçimle başa getirilen yönetici
-
[isim]
Annenin erkek kardeşi
- YENİ
-
-
[sıfat]
Kullanılmamış olan, eski karşıtı
- "Yeni giysi. Yeni ayakkabı."
-
Oluş veya çıkışından beri çok zaman geçmemiş olan
- "Yeni haber. Yeni moda."
-
En son edinilen
- "Yeni eve taşındık."
-
İşe henüz başlamış
- "Yeni öğrenci. Yeni asker."
-
O güne kadar söylenmemiş, görülmemiş, gösterilmemiş, düşünülmemiş olan
- "Yeni bir buluş. Yeni bir düşünce."
-
Tanınmayan, bilinmeyen
- "Yeni imzalara rastlıyoruz."
-
Daha öncekilerden farklı olan
- "Yeni ihtiyaçlarımız var."
-
[zarf]
Biraz önce, çok zaman geçmeden
- "Yeni tanıştığım orman uzmanları çok nazik ve kibar insanlardı." (Çetin Altan)
-
[sıfat]
Kullanılmamış olan, eski karşıtı
- BİYE
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Genellikle giysinin yaka, kol, etek çevresine kendi kumaşından veya başka kumaştan geçirilen ince şerit
-
[isim]
Genellikle giysinin yaka, kol, etek çevresine kendi kumaşından veya başka kumaştan geçirilen ince şerit
- NEYE
- ...
- ŞÜYU
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Herkesçe duyulma, yayılma
-
[isim]
Herkesçe duyulma, yayılma