İçinde oğ olan 5 harfli 21 kelime var. İçerisinde OĞ bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında oğ olan kelimeler listesine ya da Sonu oğ ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- ÇOĞUN
-
-
[zarf]
Çok kez, sık sık, ekseriya
- "Çoğun içinden geldiği gibi, algıladığım gibi yazıyorum." (Selim İleri)
-
[zarf]
Çok kez, sık sık, ekseriya
- DOĞUM
-
-
[isim]
Doğma işi, tevellüt, veladet
-
Bir kimsenin doğduğu yıl
-
[isim]
Doğma işi, tevellüt, veladet
- SOĞUK
-
-
[sıfat]
Isısı düşük olan, sıcak karşıtı
- "Bu el soğuktu ve titriyordu." (Peyami Safa)
- "Soğuk almak yahut hırsızlara soyulmak tehlikesi de yok." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Suat ilgilerine heyecanla karşılık vermiyor, biraz uzak ve soğuk duruyordu." (Atilla İlhan)
- "Bir cenaze alayında böyle bir latife az buçuk soğuk kaçmakla beraber pek yersiz de sayılmazdı." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Üşütecek derecede ısısı olan
- "Güneşli, soğuk bir gündü." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[isim]
Isının üşütecek kadar az veya düşük olması durumu
- "Karın soğuğu başka bir tür soğuktur." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[zarf]
İlgisiz, sevimsiz bir biçimde veya memnuniyetsizliğini belli ederek
-
Duygudan, sevgiden yoksun olan, yakın ve içten olmayan, ilgisiz
- "Soğuk tavırla birbirlerini selamlayıp uzaklaştılar." (Refik Halit Karay)
-
Sevimsiz veya yersiz, antipatik
- "Bu soğuk, yavan sözler zevkimi rencide ediyordu." (Hüseyin Cahit Yalçın)
-
Cinsel istek duymayan
- "Soğuk bir kadın."
-
[sıfat]
Isısı düşük olan, sıcak karşıtı
- DOĞAÇ
-
-
[isim]
Şiir veya sözü birdenbire, düşünmeden, içine doğduğu gibi söyleme, irtical
-
[isim]
Şiir veya sözü birdenbire, düşünmeden, içine doğduğu gibi söyleme, irtical
- BOĞUK
-
-
[sıfat]
Kısılmış (ses)
- "Zeyno'nun birdenbire boğazından boğuk bir ses çıktı." (Halide Edip Adıvar)
-
[sıfat]
Kısılmış (ses)
- YOĞUN
-
-
[sıfat]
Hacmine oranla ağırlığı çok olan, kesif
-
Koyu, kalın
- "Yoğun bir sis."
-
Etkisi güçlü olan, ağır (koku vb.)
-
Artmış, çoğalmış bir durumda olan
- "O bölgede nüfus yoğundur."
-
Dolu, sıkı, sıkışık, çok
-
Şişman, iri, tombul
- "İtibarlı masalarda, sigaralarını içen, iri kalçalı, beyaz sarışın birtakım yoğun kadınlar..." (Atilla İlhan)
-
Kaba, kalın, iri (elek, iğne)
-
[sıfat]
Hacmine oranla ağırlığı çok olan, kesif
- ÇOĞUL
-
-
[isim]
Çokluk: Ordular. Geldik
-
[isim]
Çokluk: Ordular. Geldik
- OĞLAN
-
-
[isim]
Erkek çocuk
- "Biraz sonra oğlan da doğrulup kızın karşısına geçti." (Osman Cemal Kaygılı)
-
Yetişkin erkek
- "Yakışıklı, erkek güzeli olmaya aday bir oğlandı." (Tarık Buğra)
-
İskambil kâğıtlarında genç erkek resimli kâğıt, bacak, vale
-
Cinsel bakımdan erkeklerin zevkine hizmet eden sapık erkek
-
[isim]
Erkek çocuk
- KOĞUŞ
-
-
[isim]
Kışla, okul, tutukevi, hastane vb. kalabalık yerlerde, içinde birçok kimsenin yattığı veya barındığı büyük oda
- "Koğuşlardan birinin penceresinden hasta bir çocuğun söylediği türkü geliyor." (Peyami Safa)
-
Osmanlı Devleti'nde devşirilen çocuklara acemi ocağında eğitim ve öğretimin verildiği, birbirini izleyen yedi oda
-
[isim]
Kışla, okul, tutukevi, hastane vb. kalabalık yerlerde, içinde birçok kimsenin yattığı veya barındığı büyük oda
- DOĞAN
-
-
[isim]
Kartalgillerden, sırtı kül rengi ve enine çizgili, küçük kuş, fare vb. ile beslenen ve alıştırılarak kuş avında kullanılan yırtıcı bir kuş (Falco peregrinus)
-
[isim]
Kartalgillerden, sırtı kül rengi ve enine çizgili, küçük kuş, fare vb. ile beslenen ve alıştırılarak kuş avında kullanılan yırtıcı bir kuş (Falco peregrinus)
- DOĞAL
-
-
[sıfat]
Doğada olan, doğada bulunan
- "Doğal olarak kendisinin de o bir adımdan daha çok yaklaşmasına izin vermiyordu." (Necati Cumalı)
-
Doğada rastlandığı gibi, doğaya uygun olan, doğa güçlerine, kurallarına uyan, tabii, natürel
-
Kendiliğinden olan, insan eliyle yapılmamış, yapay karşıtı
- "Doğal liman. Doğal sınır."
-
Yapmacık olmayan
-
Olağan, alışılmış, her zamanki gibi olan, beklenildiği gibi
-
Sağduyuya, mantığa, olağan düzene uygun olan
-
Katıksız, saf
-
[sıfat]
Doğada olan, doğada bulunan
- MOĞOL
- ...
- BOĞAK
-
-
[isim]
Anjin
-
[isim]
Anjin
- BOĞMA
-
-
[isim]
Boğmak işi
-
[isim]
Boğmak işi
- DOĞRU
-
-
[sıfat]
Bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değişmeyen, eğri ve çarpık karşıtı
- "Onun yaptıklarını doğru buluyor musunuz?"
- "Çocuğun dediği doğru çıktı. Ana kız otelden gittiler." (Memduh Şevket Esendal)
- "Doğru doğru dosdoğru, bu işi yapan odur."
-
Gerçek, yalan olmayan
- "Doğru haber."
-
Akla, mantığa, gerçeğe veya kurala uygun
- "Bunları sana şimdiden söylemek daha doğrudur." (Aka Gündüz)
-
[isim]
Gerçek, hakikat
- "Söyleyin doğrusunu, siz insanoğlunun ahlaklı olabileceğine inanmıyorsunuz." (Nurullah ataç)
-
[isim]
İki nokta arasındaki en kısa çizgi
- "İki noktadan yalnız bir doğru geçebilir."
-
[zarf]
Yanlışsız, eksiksiz bir biçimde
- "Çocuk doğru okudu."
-
[zarf]
Hiçbir yöne sapmadan, dosdoğru, doğruca
-
[zarf]
Yakın, yakınlarında
- "Şafağa doğru otomobil sesi duyuldu." (Falih Rıfkı Atay)
-
[edat]
Karşı yönünce
- "Yüzü sapsarı bir kadın iskeleye doğru yürüdü." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Yasa, yöntem ve ahlaka bağlı, dürüst, namuslu
-
[sıfat]
Bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değişmeyen, eğri ve çarpık karşıtı
- SOĞAN
-
-
[isim]
Zambakgillerden, yemeklere tat vermek için yumrusu ve yeşil yaprakları kullanılan güzel kokulu bitki (Allium cepa)
-
Çiğdem, lale, zambak, sarımsak vb. bitkilerin toprak altındaki yumru kökü
-
[isim]
Zambakgillerden, yemeklere tat vermek için yumrusu ve yeşil yaprakları kullanılan güzel kokulu bitki (Allium cepa)
- BOĞAZ
-
-
[isim]
Boynun ön bölümü ve bu bölümü oluşturan organlar, imik, kursak
- "Ses, ciğerlerde biriken havanın boğaza çarpması demektir." (Ömer Seyfettin)
- "Birbiriyle boğaz boğaza gelen okul çocuklarını, Samet'in varlığı bugünlerde tek bir vücut gibi bir araya toplayabilirdi." (Halide Edip Adıvar)
- "Çocukluğumdan beri sık sık boğaz olurdum." (Burhan Felek)
- "Kediyi karşısında gördükçe yüreği titriyor, boğazı kuruyor." (Memduh Şevket Esendal)
-
Şişe, güğüm vb. kaplarda ağza yakın dar bölüm
- "Şişenin boğazı. Testinin boğazı."
- "Fazla imrendiriyorsun insanı, boğaz olacağız." (Sait Faik Abasıyanık)
-
İki dağ arasında dar geçit, derbent
- "Yol üzerindeki derbentleri ve boğazları işgal ederek ordunun başında bunları takip ediyordu." (Feridun Fazıl Tülbentçi)
-
Yedirip içirme yükümü, iaşe
- "İşçilerin boğazı bizden olacak."
-
Yiyeceği içeceği sağlanan kimse
- "Hayat zor anne, kaç boğazız evde, ağabeyim hangi birimize yetişsin." (Ayşe Kulin)
-
Yeme içme
- "Boğazına düşkün."
-
İki kara arasındaki dar deniz
-
[isim]
Boynun ön bölümü ve bu bölümü oluşturan organlar, imik, kursak
- BOĞUM
-
-
[isim]
Boğulmuş, sıkılmış yer
- "Sağ elinin şehadet parmağının ilk boğumuyla tetiği çekti." (Ömer Seyfettin)
-
Parmak, kamış, saz vb. bitkilerin şişkince bölümü
-
İnce damarların veya sinirlerin yumak gibi toplandığı yer
- "Lenf boğumları. Sinir boğumları."
-
[isim]
Boğulmuş, sıkılmış yer
- OĞLAK
-
-
[isim]
Keçi yavrusu
-
[isim]
Keçi yavrusu
- DOĞMA
-
-
[isim]
Doğmak durumu
-
Dünyaya gelme
- "Fatma'dan doğma."
-
[sıfat]
Doğmuş
- "Vücut, sıtma nöbeti gibi sıcakla soğuğun karışmasından doğma garip ürpertilerle titriyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[isim]
Doğmak durumu