İçinde mak olan 8 harfli 610 kelime var. İçerisinde MAK bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında mak olan kelimeler listesine ya da Sonu mak ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
A K M Harfleri İle Yazılabilecek Bazı Kelimeler
3 Harfli Kelimeler
KAM
2 Harfli Kelimeler
AK, AM, MA
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- AĞLANMAK
-
-
[nsz]
Ağlama işi yapılmak
- "Atatürk'ün arkasından çok ağlandı."
-
[nsz]
Ağlama işi yapılmak
- BARIŞMAK
-
-
[nsz]
İki taraf, aralarındaki dargınlığı kaldırmak, uzlaşmak, anlaşmak
- "Fakat bir gün barışacaksınız ve onun da kurtulmasına yardım edeceksiniz." (Aka Gündüz)
-
[-le]
Sevmek, zevk almak
- "Hiçbirini sevmedim, yalnız Enderuni Vasıf Divanı ile barışabildim." (Ahmet Hamdi Tanpınar)
-
[nsz]
İki taraf, aralarındaki dargınlığı kaldırmak, uzlaşmak, anlaşmak
- ZIBARMAK
-
-
[nsz]
Ölmek, gebermek
- "Kulağından tutup atarız içeriye, zıbarana kadar kalır orada." (Tahsin Yücel)
-
Uyumak, çok içip sızmak
-
[nsz]
Ölmek, gebermek
- DADANMAK
-
-
[-e]
Tadını aldığı, hoşlandığı bir şeyi sık sık istemek
- "Çocuk çikolataya pek dadandı."
-
Yarar, çıkar amacıyla veya alışkanlıkla bir yere sık uğramak, abone olmak
- "İkinci sene plajlara da dadandı; yüzüyor, kumda yatıp güneşleniyor, dans ediyor, kürek çekiyordu." (Refik Halit Karay)
-
[-e]
Tadını aldığı, hoşlandığı bir şeyi sık sık istemek
- KARIŞMAK
-
-
[-e]
İki veya ikiden çok şey bir araya gelip birbirinin içinde dağılmak, birbirinin içine girmek
- "Araba sallana sallana içim bağrım birbirine karıştı." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Düzensiz, dağınık olmak
- "Yanıma her tarafı titreyerek sapsarı, sakal bıyığa karışmış bir hâlde geldi." (Refik Halit Karay)
-
[nsz]
Bulanmak, duruluğunu yitirmek
- "Hava birden karıştı. Zihnim karıştı."
-
[nsz]
Açıklığını yitirmek, anlaşılması güçleşmek
- "Kaymakam işin karıştığını anlayarak..." (Memduh Şevket Esendal)
-
Müdahale etmek, araya girmek
- "Sokakta herkes kadın kıyafetine karışmak hakkını kendinde görürdü." (Falih Rıfkı Atay)
-
Engellemek, araya girmek
-
Bir araya gelmek, katılmak
- "Bingazi'deki muharebeye karışmak için beraber yola çıktığım arkadaş Kahire'de hastalanmıştı." (Ömer Seyfettin)
-
İlgilenmek, müdahale etmek, el atmak
- "Ben, dedim, başkalarının soy adlarına nasıl karışabilirim?" (Memduh Şevket Esendal)
-
Yetkisinde bulunmak, bakmak, iş edinmek, işi olmak
- "Bu işe belediye karışır."
-
[-e]
İki veya ikiden çok şey bir araya gelip birbirinin içinde dağılmak, birbirinin içine girmek
- SOĞURMAK
-
-
[-i]
Bir madde, bir sıvıyı içine çekmek
-
Katı veya sıvı bir madde soğurma yoluyla bir gazı içine almak, emmek, massetmek, absorbe etmek
- "Siyah yüzeyler ışık enerjisini soğurup ısıl enerji durumuna getirirler."
-
[-i]
Bir madde, bir sıvıyı içine çekmek
- TANIŞMAK
-
-
[nsz]
Birbirini tanır duruma gelmek
- "Bu sefer, bir sürü aktör ve tiyatroseverle tanıştı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[nsz]
Birbirini tanır duruma gelmek
- KAVURMAK
-
-
[-i]
Bir şeyi bir kabın içinde su katmadan kızartarak pişirmek
- "Madenden bir kap içine bunları koyup kavuracağız." (Salâh Birsel)
-
Rüzgâr, soğuk, sıcak vb. kurutmak, yakmak
- "Rüzgâr ekinleri kavurdu."
-
Çok üzmek, yakmak, mahvetmek
- "Memleketi kavuran kıtlık buranın semtine uğramamıştır." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
[-i]
Bir şeyi bir kabın içinde su katmadan kızartarak pişirmek
- SIKINMAK
-
-
[nsz]
Kendini sıkmak, zorlamak
-
[nsz]
Kendini sıkmak, zorlamak
- SOLUTMAK
-
-
[-i]
Solumasına sebep olmak
- "Bu yokuş beni soluttu."
-
[-i]
Solumasına sebep olmak
- AZDIRMAK
-
-
[-i]
Azmasına sebep olmak
- "Merhem yarayı azdırdı."
-
Azgın duruma getirmek
- "Taş atarak köpeği azdırdı."
-
Şımartmak
- "Yüz verip çocukları azdırdı."
-
Kötü davranış veya alışkanlıklara sürüklemek, yoldan çıkarmak
- "Arkadaşları çocuğu azdırdılar."
-
[-i]
Azmasına sebep olmak
- BAŞMAKÇI
-
-
[isim]
Ayakkabıcı
-
Camilerde, giriş bölümünde, çıkarılan ayakkabılara bekçilik eden kimse
-
[isim]
Ayakkabıcı
- ÇATLAMAK
-
-
[nsz]
Parçaları ayrılıp dağılmayacak biçimde yarılmak
- "Bardak çatladı."
-
Bir yüzeyde kırışıklar, çizgiler oluşmak
- "Meşin ciltlerin çoğu kıvrılmış, bir kısmı da arkalarından çatlamıştı." (Ahmet Hamdi Tanpınar)
-
Aşırı yemekten, içmekten, yorgunluktan, ağlamaktan ölecek duruma gelmek veya ölmek
-
[-den]
Sıkıntı, sevinç, yalnızlık, heyecan, sabırsızlık, kıskançlık vb. ruhsal durumları aşırı derecede duymak
- "Neredeyse sevincinden yüreği çat deyip ortasından çatlayacaktı." (Yahya Kemal)
-
[nsz]
Parçaları ayrılıp dağılmayacak biçimde yarılmak
- KALINMAK
-
-
[nsz]
Kalma işi yapılmak
- "Akşama kadar orada kalınır mı?"
-
[nsz]
Kalma işi yapılmak
- KIRILMAK
-
-
[nsz]
Kırma işine konu olmak, bir veya birçok parçaya ayrılmak
-
Bükülerek kat yeri oluşturmak
-
Savaş, bulaşıcı hastalık sebebiyle çok sayıda insan ölmek
-
[-e]
Birine karşı kırgın duruma gelmek, gücenmek, incinmek
-
Kırgınlık duymak
- "Bana ne oluyor bugün? Donuyorum, her tarafım kırılıyor." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Soğuk, rüzgâr vb. eski gücü kalmamak, azalmak, yatışmak
-
Cesaret, umut, onur azalmak, yok olmak
- "Kapıdan içeri ilk adımını atınca birdenbire cesareti kırıldı." (Peyami Safa)
-
[-den]
Ağaç, dal üzerinde meyve, çiçek, yaprak çok olmak
-
Saydam bir ortamdan başka bir saydam ortama geçen bir ışın, doğrultu değiştirmek
-
[nsz]
Kırma işine konu olmak, bir veya birçok parçaya ayrılmak
- HARCAMAK
-
-
[-i]
Bir iş görmek veya bir şey satın almak için parayı elden çıkarmak, sarf etmek
- "İki maaşımı hastalığına harcadığım talebe, sonbaharla beraber ölmüştü." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Bir şey yapmak için kullanmak, tüketmek
- "Bu beş ton demiri bu yapıya harcadık."
- "Bu yemek için bir saatimi harcadım."
-
Birinin değer ve onurunu kırıcı bir durum yaratmak
- "Bir delilik yaptı ve otobüsteki kız uğruna Arzu'yu harcadı." (Muzaffer Uyguner)
-
Manevi yönden kötü duruma düşürmek, feda etmek
- "Çoluk çocuğu uğruna kendini harcadı."
-
Yok olmasına, ölmesine sebep olmak
-
[-i]
Bir iş görmek veya bir şey satın almak için parayı elden çıkarmak, sarf etmek
- SIZILMAK
- ...
- DAMLAMAK
-
-
[-e]
Damla durumunda tane tane düşmek
- "Örtüye yağ damlamış."
-
[nsz]
İçindekini damla damla akıtmak
- "Musluk damlıyor."
-
[nsz]
Bir yere çağrılmadan, çekinmeden gitmek, çıkagelmek
- "Herkes yattıktan sonra şu fıstık ağacının altına damla." (Peyami Safa)
-
[-e]
Damla durumunda tane tane düşmek
- TISLAMAK
-
-
[nsz]
Kaz, kedi, yılan "tıs" diye ses çıkarmak
-
"Tıs" diye ses çıkarmak
- "Laf ederken tıslıyorum, dişleri çektirdik." (Atilla İlhan)
-
Ağır yük altında iniltiye benzer sesler çıkarmak
-
Haksızlığını anlayıp susmak, sesi soluğu kesmek
-
[nsz]
Kaz, kedi, yılan "tıs" diye ses çıkarmak
- YAZLAMAK
-
-
[nsz]
Yazı bir yerde geçirmek
-
Bahar gelmek
-
[nsz]
Yazı bir yerde geçirmek