İçinde k olan 4 harfli 450 kelime var. İçerisinde K harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında k harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu k harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- AKVA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Kuvvetli, sağlam
-
[sıfat]
Kuvvetli, sağlam
- ÜLKÜ
-
-
[isim]
Amaç edinilen, ulaşılmak istenen şey, ideal
- "Millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek geliştirmek millî ülkümüzdür." (Atatürk)
-
İnsanı duyular dünyasının üstüne yükselten ve hiçbir zaman tam olarak gerçekleştirilemeyecek olan, yalnızca erişilmesi istenen amaç olarak kalan kılavuz ilke, örnek yargı ölçüsü, mefkûre, ideal, vizyon
- "Bu yarının dünyasını, insanlığını düzenleyecek ülkünün sahipleri!" (Halide Edip Adıvar)
-
Gerçekte olmayıp yalnız düşüncede tasarım biçiminde var olan, yalnızca düşünce ile kavranabilen şey, ideal
-
[isim]
Amaç edinilen, ulaşılmak istenen şey, ideal
- UZAK
-
-
[sıfat]
Gidilmesi çok süren, çok ötelerde bulunan, ırak, yakın karşıtı
- "Mualla, uzaklardan bir ses duyar gibi oldu." (Peyami Safa)
- "Çocuklar ilk günü senden uzak durmuşlardı, nasıl bir kişi olduğunu kestiremiyorlardı." (Tarık Dursun K)
- "Ben uzak düşmemeye çalışır, karşılarında bir yere ilişirdim." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
Arada çok zaman bulunan
- "Uzak bir gelecekte neler olacağı bilinmez."
-
Eli, gücü veya hükmü yetişmez
- "O böyle işlerden pek uzaktır."
-
İhtimali az olan
- "Ben bu işi çok uzak görüyorum."
-
Ayrı, birbiriyle yakın ilgisi olmayan
- "Ne iyi! Sizinle birlikte uzak şeylerden bahsedebileceğiz." (Peyami Safa)
-
[isim]
Yakın olmayan yer
- "Fazla uzağa gitme."
-
[sıfat]
Gidilmesi çok süren, çok ötelerde bulunan, ırak, yakın karşıtı
- VAKİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Olan, olmuş
- "Kişinin, resmî görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da ... devletçe tazmin edilir." (Anayasa)
-
[sıfat]
Olan, olmuş
- AÇIK
-
-
[sıfat]
Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı
- "Açık pencerenin önünde denize karşı saatlerce dertleştik." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Çıktık açık alınla on yılda her savaştan."
- "Yakalanan veya tutuklanan kişinin durumu, soruşturmanın kapsam ve konusunun açığa çıkmasının sakıncalarının gerektirdiği kesin zorunluluk dışında, yakınlarına derhâl bildirilir." (Anayasa)
- "Mantıksal bir dille açığa vurduğu bu harika önerinin aksayan bir yanı vardı." (Nadir Nadi)
-
Engelsiz
- "Açık yol."
- "Bazı ihtiyarlar bütün hislerini açığa vuran ikinci bir nevi çocukluğa düşerler." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Örtüsüz, çıplak
- "Açık baş."
-
Boş
- "Kâğıtta açık yer kalmadı."
-
Görevlisi olmayan, boş (iş, görev), münhal
- "Açık kadro."
-
Aralığı çok
- "Açık adımlarla."
-
Çalışır durumda olan
- "Bazı dükkânları açık olan caddeden sola saptılar." (Ömer Seyfettin)
-
Kolay anlaşılır, vazıh
- "Açık konuşma zamanının artık geldiğine kani idim." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Gizliliği olmayan, olduğu gibi görünen
- "Bu adamın her işi açıktır."
-
Her türlü düşünceyi hoşgörüyle karşılayabilen, etkisinde kalabilen
- "... her çeşit kafa ve gönül fırtınalarına açık bir adamdı o." (Tarık Buğra)
-
Rengi koyu olmayan, koyu karşıtı
- "Açık sarı saçlı, zayıf bir kadın keman çalıyordu." (Ömer Seyfettin)
-
Sevişme sahnelerini bütün çıplaklığıyla anlatan (kitap, resim, film vb.)
-
[isim]
Denizin kıyıdan uzakça olan yeri
- "Limanda bilinen gemiler, oysa açıklardadır." (Behçet Necatigil)
-
[zarf]
Doğru olarak, açıkça
- "İnsan mağlubiyetini bu kadar açık kabul eder mi?" (Mahmut Yesari)
-
[isim]
Bir gereksinimin karşılanamaması durumu
- "Bütçe açığı."
- "Ülkenin doktor açığı."
-
[isim]
Belli bir yerin biraz uzağı
- "Tren yolu nehrin açığından geçer."
-
[sıfat]
Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı
- GREK
- ...
- KLON
-
Kelime Kökeni : İngilizce
-
[isim]
Kopya
-
[isim]
Kopya
- KLÜZ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Kanyon
-
[isim]
Kanyon
- KEME
-
-
[isim]
Büyük sıçan
-
Domalan
-
[isim]
Büyük sıçan
- TEKE
-
-
[isim]
Erkek keçi
- "Sen meram ettikten kelli, tekeden süt çıkarırım, ağam! diyordu." (Halikarnas Balıkçısı)
-
Bir karides türü
-
Tüylü devenin erkeği ile tek hörgüçlü dişi devenin geriye melezlenmesinden elde edilen bir deve türü
-
[isim]
Erkek keçi
- İLİK
-
-
[isim]
Giysi, yorgan çarşafı, yastık kılıfı vb.nin gereken belirli yerlerine düğmenin geçirilebilmesi için iplikle örülerek, parça geçirilerek veya biye ile yapılan küçük yarık
-
[isim]
Giysi, yorgan çarşafı, yastık kılıfı vb.nin gereken belirli yerlerine düğmenin geçirilebilmesi için iplikle örülerek, parça geçirilerek veya biye ile yapılan küçük yarık
- KAKA
-
-
[isim]
Çocuk dilinde dışkı
-
[sıfat]
Çocuk dilinde kötü, çirkin
-
[isim]
Çocuk dilinde dışkı
- KAPI
-
-
[isim]
Bir yere girip çıkarken geçilen ve açılıp kapanma düzeni olan duvar veya bölme açıklığı
- "Altı bir geldi mi köşeyi kapacaksın, kapıları almayı asla unutmayacaksın." (Tomris Uyar)
- "Sizin hepinizi kapı dışarı edecekler. Çünkü kaçak işçiye memlekette iş yok." (Muammer İzgü)
- "Rumeli'de bıraktığı çiftlikleri de anlattıktan sonra yaptığı kapıyı kâfi gördü. İşlere geçti." (Ömer Seyfettin)
- "Anahtar bendedir. Onlar sonra kapıda kalırlar." (Memduh Şevket Esendal)
-
Bu açıklıktaki açılıp kapanan kanat
- "Evlerin kapılarında kocaman yeşil bronz tokmaklar vardı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Tavla oyununda iki pul üst üste getirilerek karşı oyuncunun o haneyi kullanmasına engel olunan yer
-
Devlet dairesi
- "Hükûmet kapısı."
-
Gelir, geçim, kısmet sağlayan yer, kaynak veya imkân
- "Onların başvuracağı her kapıya gitmiş." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Gidere yol açan gereksinim
- "Bayram geldi, yine masraf kapıları açıldı."
-
Ev gezmesi için gidilen yer
- "Bugün yine kaç kapı dolaştın?"
-
[isim]
Bir yere girip çıkarken geçilen ve açılıp kapanma düzeni olan duvar veya bölme açıklığı
- KASA
-
Kelime Kökeni : İtalyanca
-
[isim]
Para veya değerli eşya saklamaya yarayan çelik dolap
- "Arkaya doğru bir adım atıp sırtını meyhanecinin kasasına dayadı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Ticarethanelerde para alınıp verilen yer
-
Bazı oyunlarda oyunu yönetme veya para karşılığında fiş verme işi
- "Kasa kim?"
-
Vagon, kamyon veya traktörün yük taşımak için şasiye bağlanmış üst bölümünü oluşturan parça
-
Tahta veya sentetik maddelerden yapılmış, dört köşe, sağlam ambalaj parçası, sandık
- "Barın kapısı önünde bira kasaları yığılmıştı." (Atilla İlhan)
-
Basımcılıkta dizgi harflerinin konulduğu gözlerden oluşan tabla
-
Kapı ve pencerelerin sabit olarak tutturulduğu asıl çerçeve
-
Birbiri üzerine istif edilerek yüksekliği ayarlanabilen atlama aracı
-
[isim]
Para veya değerli eşya saklamaya yarayan çelik dolap
- KIRK
-
-
[isim]
Otuz dokuzdan sonra gelen sayının adı
- "Yeni doğmuş iki çocuğu da kırk basar diye yan yana getirmezler." (Refik Halit Karay)
-
Bu sayıyı gösteren 40, XL rakamlarının adı
-
[sıfat]
Dört kere on, otuz dokuzdan bir artık
-
[isim]
Otuz dokuzdan sonra gelen sayının adı
- KÖLE
-
-
[isim]
Savaşta tutsak alınan, yabancı ülkelerden zorla kaçırılıp özgürlükten yoksun bırakılan veya başkasından satın alınan erkek, kul, esir, abd
-
Birinin emri altında bulunan, özgür olmayan kimse
- "Oğlum köleniz."
-
Herhangi bir şeye aşırı derecede bağlı olan kimse
- "İçkinin kölesi. Paranın kölesi."
-
[isim]
Savaşta tutsak alınan, yabancı ülkelerden zorla kaçırılıp özgürlükten yoksun bırakılan veya başkasından satın alınan erkek, kul, esir, abd
- KUMA
-
-
[isim]
Aynı erkekle evli olan kadınların birbirine göre adı, ortak
- "Bir sene onunla dağlarda dolaşmış, anamın üstüne kuma getirmiş." (Halide Edip Adıvar)
-
[isim]
Aynı erkekle evli olan kadınların birbirine göre adı, ortak
- SÖKE
- ...
- ELİK
-
-
[isim]
Dağ keçisi
- "Hızır nazardan koruya, eli ayağı düzgün, elik yavrusundan azgın kara saçlı, gül nakışlı bir kızım dünyaya gelmiştir." (Kemal Bilbaşar)
-
[isim]
Dağ keçisi
- SAİK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Sebep
-
Güdü
-
[isim]
Sebep