İçinde k olan 3 harfli 135 kelime var. İçerisinde K harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında k harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu k harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- KÜT
-
-
[sıfat]
Kısa ve kalınca
- "Küt parmaklar."
-
Keskin olmayan
-
[sıfat]
Kısa ve kalınca
- ŞAK
-
-
[isim]
Eni geniş bir şeyle vurulduğunda çıkan ses
- "Şak diye yüzüne vurdu."
-
[isim]
Eni geniş bir şeyle vurulduğunda çıkan ses
- KAP
-
-
[isim]
İçi gaz, sıvı veya katı herhangi bir maddeyi alabilen oyuk nesne
- "Aynı yazar bu kabına sığamayan oyuncunun el, kol, yüz kıpırtılarını da şöyle dile getirir." (Salâh Birsel)
-
Kap kacak
-
Türlü şeylerin taşınması veya saklanması için kullanılan torba, kılıf, çanta, sepet, sandık vb
-
Kapak, cilt
-
[isim]
İçi gaz, sıvı veya katı herhangi bir maddeyi alabilen oyuk nesne
- LOK
-
Kelime Kökeni : İngilizce
-
[isim]
Gemileri, farklı iki su düzeyinin birinden öbürüne aşırmak için yapılmış ara havuz
-
[isim]
Gemileri, farklı iki su düzeyinin birinden öbürüne aşırmak için yapılmış ara havuz
- ŞEK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Şüphe
-
[isim]
Şüphe
- TAK
-
-
[isim]
Tahta vb. bir şeye vurulduğunda veya silah patlayınca çıkan tok ve sert ses
-
[isim]
Tahta vb. bir şeye vurulduğunda veya silah patlayınca çıkan tok ve sert ses
- KEL
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[sıfat]
Saçı dökülmüş olan (kimse)
- "Hekimler ne bilirmiş? Kelin medarı olsa kendi başında olur. Onlar ölmeyecek mi?" (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Çıplak (doğa), yaprakları dökülmüş (bitki)
- "Yükselip alçalıyor, kel tepelerin etrafını dönüyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Gelişmemiş, cılız (bitki)
- "Kel bir ağaç."
-
İçinde az eşya bulunan
-
[sıfat]
Saçı dökülmüş olan (kimse)
- KEP
-
Kelime Kökeni : İngilizce
-
[isim]
Başlık, sipersiz şapka
-
Asker şapkası
-
Hemşirelerin giydiği başlık
-
Bazı törenlerde profesör ve öğrencilerin giydikleri özel başlık
-
[isim]
Başlık, sipersiz şapka
- KİT
-
-
[isim]
Macun
-
[isim]
Macun
- LAK
-
-
[isim]
Uzak Doğu'da yetişen Amerika elmasından çıkan zamk
-
Boyacılıkta kullanılan, kırmız böceğinin üst deri bezlerinin salgıladığı madde
-
[isim]
Uzak Doğu'da yetişen Amerika elmasından çıkan zamk
- KUP
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Giysi kesimi, kesimle verilen biçim
-
[isim]
Giysi kesimi, kesimle verilen biçim
- KİM
-
-
[zamir]
"Hangi kişi?" anlamında cümlede, özne, tümleç, nesne, yüklem görevinde kullanılan bir soru sözü
- "Bunu kim söyledi?"
- "Kim sesini çıkarırsa karşısında beni bulur." (Halit Ziya Uşaklıgil)
- "Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında / Bir namazlık saltanatın olacak / Taht misali o musalla taşında." (Cahit Sıtkı Tarancı)
- "Bambu ağacından takım kim, ben kim?" (Haldun Taner)
-
[zamir]
"Hangi kişi?" anlamında cümlede, özne, tümleç, nesne, yüklem görevinde kullanılan bir soru sözü
- ÇÜK
-
-
[isim]
Erkeklik organı
-
[isim]
Erkeklik organı
- KAR
-
-
[isim]
Havada beyaz ve hafif billurlar biçiminde donarak yağan su buharı
- "Kıştı, yerler iki karış kar tutmuştu." (Tarık Buğra)
- "Ben kışın kar yağarken bile kova kova soğuk su dökünürüm." (Refik Halit Karay)
- "Karda yürüyüp izini belli etmemek, cümlesiyle tarif edilen bu sinsilik, hedefine asla varamayan adi bir hiledir." (Peyami Safa)
-
[isim]
Havada beyaz ve hafif billurlar biçiminde donarak yağan su buharı
- KÖS
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Savaşlarda, alaylarda at, deve veya araba üzerinde taşınan ve işaret vermek için kullanılan büyük davul
- "Politikacılar onun olumlu isteklerini kös dinler mi, dinlemezler mi o zaman görürüz." (Haldun Taner)
-
[isim]
Savaşlarda, alaylarda at, deve veya araba üzerinde taşınan ve işaret vermek için kullanılan büyük davul
- ÖRK
-
-
[isim]
Hayvanları çayıra bağlamaya yarayan kalın ip, örük
-
[isim]
Hayvanları çayıra bağlamaya yarayan kalın ip, örük
- GÖK
-
-
[isim]
İçinde gök cisimlerinin hareket ettiği sonsuz boşluk, uzay, sema, asuman, feza
- "Hele futbolcuları göklere çıkarmak, golleri ballandıra ballandıra anlatmak ölçüsüzlük ve basitliktir." (Haldun Taner)
- "Merhaba dostum / Seni gökte ararken / Yerde buldum." (Behçet Necatigil)
-
Yeryüzü üzerine mavi bir kubbe gibi kapanan boşluk, sema
- "Süngülerini, çelikten birer parmak gibi göğe kaldırmışlar." (Ruşen Eşref Ünaydın)
- "Biz Anadolu'nun ortasına gökten zembille mi indik?" (Orhan Seyfi Orhon)
-
Gökyüzünün, denizin rengi, mavi veya yeşile çalan mavi
-
[sıfat]
Bu renkte olan
-
[sıfat]
Olgunlaşmamış
- "Uzun süren bir kışın karları, soğukları altından fışkıran gök ekinler..." (Ahmet Kabaklı)
-
[isim]
İçinde gök cisimlerinin hareket ettiği sonsuz boşluk, uzay, sema, asuman, feza
- KÖK
-
-
[isim]
Bitkileri toprağa bağlayan ve onların, topraktaki besi maddelerini emmesine yarayan klorofilsiz bölüm
- "Benliğe kök salan gönül bağlarını kim tarif edebilir?" (Halide Edip Adıvar)
- "Bu işi kökünden halletmek için kızını derhâl evlendirmeye karar vermişti." (Ahmet Hamdi Tanpınar)
- "Kelebeklerin kökünün kuruduğu bir dünyada çocuk istemem." (Tahsin Yücel)
- "Bizimkilerin de amacı aynı / Doğan güneşle birlikte kökünüzü kazıyıp / Yeryüzünde bırakmamak izinizi." (Turan Oflazoğlu)
-
Süsende olduğu gibi yer üstüne sap çıkaran çok yıllık yer altı gövdesi
-
Bazı şeylerde dip bölüm
- "Diş kökü."
-
Sapıyla çıkarılan bitkilerde tane
- "Üç kök maydanoz."
-
Dip, temel, esas
- "Ta gölden başlayan tipi ve fırtına Şebben'in sıcak evini kökünden sarsıyordu." (Halide Edip Adıvar)
-
Kaynak, köken
- "Ölenle, son zamanları gevşeyen, azalan fakat kökleri mazinin sağlamlığı içinde kalan eski bir aşinalığım vardı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Bir kimseyi bir yere bağlayan manevi temel güçlerin bütünü
-
Kelimenin her türlü ek çıkarıldıktan sonra kalan anlamlı bölümü: Yaptırmak kelimesinde kök, yap- bölümüdür
-
Olağan şartlarda çevresinden yalıtılamayan ancak birçok tepkimede nitelik değiştirmeden geçebilen atom kümesi
-
Denklemde bilinmeyenin yerine konulduğunda uygun düşen gerçek veya birleşik değer
-
[isim]
Bitkileri toprağa bağlayan ve onların, topraktaki besi maddelerini emmesine yarayan klorofilsiz bölüm
- DİK
-
-
[sıfat]
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan
- "Sağlam yapılı, dik duruşlu bir gençti o yıllarda." (Necati Cumalı)
- "Hiçbir şey söylemeden dik dik baktı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Yatık durmayan, sert
- "Dik saç."
-
Sert, kalın, tok (ses)
- "Sesi dik ve küstahtı, söylediklerini aşağı salonda bekleşen komşular işittiler." (Atilla İlhan)
-
Sert (bakış)
-
Ters, aksi (söz)
-
Kaba, yersiz (davranış)
- "Kaba denilecek kadar ani ve dik bir davranışla halasını bıraktı ve kalktı." (Halide Edip Adıvar)
-
Birbirine dikey olan doğrulardan oluşmuş
- "Dik açı. Dikdörtgen. Dik yamuk."
-
[sıfat]
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan
- KOÇ
-
-
Damızlık erkek koyun
-
Sağlıklı, gürbüz genç erkek
-
Damızlık erkek koyun