İçinde fa olan 5 harfli 67 kelime var. İçerisinde FA bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında fa olan kelimeler listesine ya da Sonu fa ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
A F Harfleri İle Yazılabilecek Bazı Kelimeler
2 Harfli Kelimeler
AF, FA
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- FAHUR
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Çok övünen, çok böbürlenen
-
[sıfat]
Çok övünen, çok böbürlenen
- ŞAFAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Güneş doğmadan az önce beliren aydınlık
- "Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak, / Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak." (Mehmet Akif Ersoy)
- "Şafak sökerken evden çıkıyor, akşam karanlığında dönüyordu." (Reşat Enis)
-
Askerler arasında terhis için kalan gün sayısından önce söylenen bir söz
- "Şafak otuz altı."
- "Kapıyı kapatınca bende şafak attı." (Burhan Felek)
-
[isim]
Güneş doğmadan az önce beliren aydınlık
- KİFAF
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Yaşayacak kadar rızık
-
[isim]
Yaşayacak kadar rızık
- SIFAT
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Bir kimsenin görev, ödev, toplumsal veya hukuki bakımdan yeri ve özelliği
- "Başvezir sıfatıyla hükûmet işlerini idare eder." (Refik Halit Karay)
-
Bir adı, nitelik, nicelik, yer, sıra vb. bakımından niteleyen, belirten kelime, ön ad
- "Beyaz (ev), güzel (çocuk), beş (gün), bu (kitap) gibi."
-
Yüz, kılık ve dış görünüş
- "Takındığı bu sıfatı boynundaki kravattan fazla mühimsediği yoktu." (Falih Rıfkı Atay)
-
[isim]
Bir kimsenin görev, ödev, toplumsal veya hukuki bakımdan yeri ve özelliği
- FANTA
-
-
[isim]
Mavimsi yeşil renkli bir tür baştankara
-
[isim]
Mavimsi yeşil renkli bir tür baştankara
- FASET
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Baskı işlerinde harf ve satırları formada tutmak ve sıkmak için kullanılan kama
-
Dişin ön yüzüne estetik amaçla yapılan kaplama
-
[isim]
Baskı işlerinde harf ve satırları formada tutmak ve sıkmak için kullanılan kama
- OFANS
- ...
- TAYFA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Bir gemide bulunan, türlü işlerde çalıştırılan sefer işçisi
- "Kayıkta hem ben hem de tayfam uyandık." (Halikarnas Balıkçısı)
-
Aynı işi yapan topluluk
- "Esrarkeş, serseri tayfası hava almak için çıkar, balık tutar, getirir kasabaya, satarlar." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Zeytin toplayan işçi
-
Bir adamın yanında bulunan yardakçılar, koşuntu
-
[isim]
Bir gemide bulunan, türlü işlerde çalıştırılan sefer işçisi
- FARAŞ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Toplanan süprüntüleri alıp atmak için kullanılan teneke veya plastikten yapılmış kısa saplı bir tür kürek
- "Elinde tuttuğu, içi süprüntü dolu faraşı merdivenlerin dibine boşalttı." (Ercüment Ekrem Talu)
-
[isim]
Toplanan süprüntüleri alıp atmak için kullanılan teneke veya plastikten yapılmış kısa saplı bir tür kürek
- FAZLA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
Gereğinden, alışılmıştan çok, aşırı olan, ziyade
- "Yaşamak için çok zorluk çekiyordu. Fazla olarak hastaydı." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Daha çok, aşkın
- "Biz ancak Cumhuriyet devrinde elli yıldan fazla bir barış devri geçirmişiz." (Burhan Felek)
-
Artmış olan
- "Fazla ekmeğiniz var mı?"
-
[zarf]
Gereksiz, yersiz bir biçimde
- "Fazla konuşma yeter."
-
[zarf]
Gereğinden, alışılmıştan çok olarak
-
Gereğinden, alışılmıştan çok, aşırı olan, ziyade
- FASIL
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Bölüm, kısım, devre
- "Kitabı kapadı, biraz durdu, sonra tekrar açarak o faslı sonuna kadar bir hamlede okudu." (Peyami Safa)
-
Dönem, devre
- "Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç / Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
Belli bir sürede yapılan iş, karşılaşılan durum veya olay
- "Fazla olarak arada bir patronu çekiştirmek, dedikodu yapmak faslı da kapanacak." (Halide Edip Adıvar)
-
Peşrev, nakış, şarkı, saz semaisi vb. parçaların belli bir sıraya göre çalınıp söylenmesi
- "Radyo ince sazdan sultaniyegâh faslına başlamış." (Atilla İlhan)
-
Orta oyununa başlamadan önce saz takımının çaldığı köçek havası ve curcuna
-
Osmanlı ve Arap tiyatrosunda oyunun perde bölümü
-
[isim]
Bölüm, kısım, devre
- FAKİR
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Geçimini güçlükle sağlayan, yoksul, fukara, zengin karşıtı
- "En fakir köyler taştandır ve üstü kiremittir." (Falih Rıfkı Atay)
-
Olması gerekenden az
- "Seni fakir, soluk bir dekor içinde görmek istemem." (Mahmut Yesari)
-
[isim]
Hindistan'da yokluğa, eziyete kendini alıştırmış derviş
-
Zavallı, kimsesiz
- "Hey gidi kahpe felek, gençliklerine doymadan gitti fakirler." (Haldun Taner)
-
[isim]
Kişinin alçak gönüllülük göstermek için kendisine verdiği san
- "Fakir dün ziyaretinize geldimse de bulamadım." (Şemseddin Sami)
-
[sıfat]
Geçimini güçlükle sağlayan, yoksul, fukara, zengin karşıtı
- FALSO
-
Kelime Kökeni : İtalyanca
-
[isim]
Bir parça çalınır veya söylenirken yapılan nota yanlışlığı
- "Ahenge falso, kalın erkek sesleri de karıştı." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
- "Yüzde beş yüz kâr beklediği bu işlerin alt tarafı falso çıkınca apışmış kalmıştı." (Ercüment Ekrem Talu)
- "Artık İstanbul'da her şey gevşemiş, falso vermişti." (Ömer Seyfettin)
- "Yeteneksizliğini ortaya koyacak bir falso yapmaktan korkuyordu." (Çetin Altan)
-
Yanlış davranış
- "Bu iyi adamın şu kadarcık cehaleti ve falsosunu hoş görmeli." (Aka Gündüz)
-
[isim]
Bir parça çalınır veya söylenirken yapılan nota yanlışlığı
- NİFAK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Geçimsizlik, anlaşmazlık, ara bozuculuk
- "Nifak unsurları her ikisinin iyi niyetlerinden yavaş yavaş, sinsi sinsi kendi çıkarlarına yararlanmasını bilecekti." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Bülent ile haminnesinin arasına derin bir nifak sokmuştu." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[isim]
Geçimsizlik, anlaşmazlık, ara bozuculuk
- FARBA
-
-
[isim]
Fırfır
-
[isim]
Fırfır
- FARİĞ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Vazgeçmiş, çekilmiş
-
Sıkıntısız, rahat
-
Bir mülkün kullanma hakkını başkasına bırakan
-
[sıfat]
Vazgeçmiş, çekilmiş
- FAHRİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Onursal
-
Gönüllü, karşılıksız
- "Bilmem hangi bir esnaf cemiyetinin fahri kâtibi imiş." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
[sıfat]
Onursal
- SAYFA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Üzerine yazı yazılan veya basılan bir kâğıt yaprağın iki yüzünden her biri, sahife
- "Sayfayı öyle sıkı bağlardı ki satırlar âdeta birbirine kenetlenirdi." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
Gazete, dergi vb. yayınlarda özel bir alan için ayrılmış bölüm
- "Sanat sayfası."
-
Konu
-
[isim]
Üzerine yazı yazılan veya basılan bir kâğıt yaprağın iki yüzünden her biri, sahife
- FACİA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Çok üzüntü veren, acıklı olay, afet
- "Sebep olduğunuz faciadan henüz haberiniz yok." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Trajedi
-
[isim]
Çok üzüntü veren, acıklı olay, afet
- FANUS
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Süslü, ayaklı fener
-
Saat, mikroskop vb. araçları tozdan korumak için üzerlerine kapatılan, yarım küre biçiminde cam kap
-
Genellikle silindir biçiminde olan mum, gaz lambası vb. aydınlatma araçlarının çevresini kapatarak rüzgârdan koruyan cam
- "Madenî darbe ortada asılı avizenin fanuslarına çarptı." (Refik Halit Karay)
-
[isim]
Süslü, ayaklı fener