İçinde de olan 5 harfli 154 kelime var. İçerisinde DE bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında de olan kelimeler listesine ya da Sonu de ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- MEDET
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Yardım, imdat
- "Bekleyiniz ha başlıyor ha başlayacak, habire medet efendim..." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
- "Emin ol ki dağınık ve kasvetli bir cemiyet içinde aşktan bile medet ummayız." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[ünlem]
"Yardım edin, imdat" anlamında bir seslenme sözü
-
[isim]
Yardım, imdat
- BENDE
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Kul, köle
- "Aynı zamanda, bu has ve vefakâr bendesine mim koymuştu." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Lütuf buyurup vapura kadar geldiğinizden dolayı bendenizi minnettar ettiniz, efendim." (Refik Halit Karay)
- "Bendeniz cennet kuşu Tahir."
-
[isim]
Kul, köle
- DERBİ
-
Kelime Kökeni : İngilizce
-
[isim]
Aynı şehrin takımları arasında oynanan oyun
-
Büyük takımlar arasında oynanan oyun
-
Yılda bir kez yapılan, üç yaşına gelmiş atların katıldığı yarış
-
[isim]
Aynı şehrin takımları arasında oynanan oyun
- SÖZDE
-
-
[sıfat]
Gerçekte öyle olmayıp öyle geçinen veya bilinen
- "Sözde bilgin."
-
[zarf]
Sözüm ona, sanki, güya
- "Yazı yazmakta o kadar tembelim ki sözde hislerimi, hatıralarımı günü gününe yazacaktım." (Ömer Seyfettin)
-
[sıfat]
Gerçekte öyle olmayıp öyle geçinen veya bilinen
- DENİZ
-
-
[isim]
Yer kabuğunun çukur bölümlerini kaplayan, birbiriyle bağlantılı, tuzlu su kütlesi
- "Biz tayfaları da deniz tuttu ama geminin doktoru bir defacık olsun, görünmedi." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Denizdeki balığın karada komisyonculuğunu yapıyorlardı." (Ercüment Ekrem Talu)
- "Denize açıldıktan beş on gün sonra iki ciddi fırtına ile karşılaştım." (Halikarnas Balıkçısı)
-
Bu su kütlesinin belirli bir parçası
- "Marmara Denizi. Karadeniz."
-
Aydaki düzlükler
-
Geniş alan
-
Çokluk, yoğunluk
-
[isim]
Yer kabuğunun çukur bölümlerini kaplayan, birbiriyle bağlantılı, tuzlu su kütlesi
- MADEN
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Yer kabuğunun bazı bölgelerinde çeşitli iç ve dış doğal etkenlerle oluşan, ekonomik yönden değer taşıyan mineral
-
[sıfat]
Bu mineralden yapılmış
- "Maden kap."
-
Maden ocağı veya maden işletmesi
-
Çok değerli şeyleri kapsayan kaynak
- "Bu kütüphane bir madendir, değerini bilin."
-
Uyuşturucu, esrar, eroin
- "İstersen sana biraz maden vereyim de çek!" (Osman Cemal Kaygılı)
-
Kolay ve iyi kazanç sağlayan iş veya parası elinden kolaylıkla alınan kimse
-
Metal
-
[isim]
Yer kabuğunun bazı bölgelerinde çeşitli iç ve dış doğal etkenlerle oluşan, ekonomik yönden değer taşıyan mineral
- DEYİM
-
-
[isim]
Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, ilgi çekici bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği, tabir
- "Bence ziyan olmuş, eski deyimi ile heder olmuş bir değerdir." (Haldun Taner)
-
[isim]
Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, ilgi çekici bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği, tabir
- DENEY
-
-
[isim]
Bilimsel bir gerçeği göstermek, bir yasayı doğrulamak, bir varsayımı kanıtlamak amacıyla yapılan işlem, tecrübe
- "... kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz, rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz." (Anayasa)
-
Deneyim, tecrübe
- "Herkesin kendi deneyi ile bildiği bir gerçek vardır." (Haldun Taner)
-
[isim]
Bilimsel bir gerçeği göstermek, bir yasayı doğrulamak, bir varsayımı kanıtlamak amacıyla yapılan işlem, tecrübe
- DEĞİN
-
-
[edat]
Bir işin, bir durumun sona erdiği zamanı veya yeri gösterir, kadar, dek
- "Kıyıdan bir alkış sesi geldi... Odanın güneşli duvarına değin." (Melih Cevdet Anday)
-
[edat]
Bir işin, bir durumun sona erdiği zamanı veya yeri gösterir, kadar, dek
- DEMİR
-
-
[isim]
Atom numarası 26, atom ağırlığı 55,847, yoğunluğu 7,8 olan, 1510 °C'de eriyen, mavimtırak esmer renkte, özellikle çelik, döküm ve alaşımlar durumunda sanayide kullanılmaya en elverişli element (simgesi Fe)
- "Artık demir almak günü gelmişse zamandan / Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan." (Yahya Kemal Beyatlı)
- "Açıkta demir atmış kotrayı görüyor musun?" (Falih Rıfkı Atay)
- "Ben akide yemedim, gönlümde yumuşaklık yok, midem demir gibi." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
- "Demirlerini tarayan hurda harami gemileri karaya vuruyordu." (Feridun Fazıl Tülbentçi)
-
[sıfat]
Bu elementten yapılmış
- "Hemşiresiyle rıhtımın kenarındaki demir kanepeye oturdular." (Peyami Safa)
- "Demir gibi kolları vardı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Bu elementten yapılmış parça
- "Ocak demiri. Kapı demiri. Pencere demiri."
-
Ayakkabı topuğuna veya ayakkabı burnuna aşınmayı önlemek için çakılan, özel olarak yapılmış madenden parça
-
[sıfat]
Güçlü, kuvvetli, sert
- "O kadar çabuk uyanmıştı ki kalbinin demir bir elle sıkıldığını duydu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Çıpa
-
[isim]
Atom numarası 26, atom ağırlığı 55,847, yoğunluğu 7,8 olan, 1510 °C'de eriyen, mavimtırak esmer renkte, özellikle çelik, döküm ve alaşımlar durumunda sanayide kullanılmaya en elverişli element (simgesi Fe)
- MADEM
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[bağlaç]
"Değil mi ki, -diği için, -diğine göre" anlamlarında sebep göstermek için, başına getirildiği cümleyi daha sonraki cümleye bağlayan bir söz, mademki
- "Bakma sen madem tanıdıkmış, bulur bir çaresini." (Çetin Altan)
-
[bağlaç]
"Değil mi ki, -diği için, -diğine göre" anlamlarında sebep göstermek için, başına getirildiği cümleyi daha sonraki cümleye bağlayan bir söz, mademki
- ELDEN
-
-
[zarf]
Doğrudan
- "Atanma yazımı elden aldım, gidiyorum."
-
Hemen
- "Parayı elden yolladı."
-
[zarf]
Doğrudan
- ÖZDEN
-
-
[sıfat]
Özle, öz varlıkla, gerçekle ilgili
-
İçten, candan, samimi
- "Ama ne kadar özden, ne kadar inandırıcıydı bir bilseniz." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
[isim]
Timüs
-
[sıfat]
Özle, öz varlıkla, gerçekle ilgili
- ERDEN
-
-
[sıfat]
Bakire
- "Bu cinayetleri işlemiş olanların iç dünyalarında erden kalmış yığınla insani zenginlik belirir." (Selim İleri)
-
[sıfat]
Bakire
- MEBDE
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Baş, başlangıç
-
Kaynak, kök
-
İlke
-
[isim]
Baş, başlangıç
- ABİDE
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Anıt
-
[isim]
Anıt
- DELİK
-
-
[isim]
Dar, küçük açıklık
- "İğne deliği. Burun deliği."
- "O nasıl yarmıştı benim kafacığımı, şimdi de yakalasınlar kuyruğundan onu da tıksınlar deliğe." (Osman Cemal Kaygılı)
-
Dar, küçük çukur
- "Küçük çocuk, kulübenin kenarına yığılmış taşlardan yukarıda bir deliğe sıkışmıştı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Küçük hayvan yuvası
- "Fare deliği."
-
[sıfat]
Delinmiş olan
- "Hangi evden istedilerse gittim, dama çıktım, akan delik kiremidi buldum, yerine sağlam kiremit koydum." (Hamdullah Suphi Tanrıöver)
-
Cezaevi
-
[isim]
Dar, küçük açıklık
- DEMEK
-
-
[nsz]
Söylemek, söz söylemek
- "Eskilerin dediği gibi beşer, şaşar." (Burhan Felek)
- "Eskiden saat üç dedi mi paralar dağılmış olurdu." (Orhan Kemal)
- "Dediğimden dışarı çıkarsa kendi bilir."
- "Öyle sevindim ki deme gitsin."
-
[-e]
Ad vermek
- "Muşmulaya döngel de derler."
- "Vay! Beni kovuyorsun demek, pekâlâ!" (Sait Faik Abasıyanık)
-
Bir dilde karşılığı olmak
- "Kamer "ay" demektir."
-
Herhangi bir ses çıkarmak
- "Küt dedi, düştü."
-
[-e]
Herhangi bir kanıya, yargıya varmak
- "Bu işe herkes ne der?"
-
Düşünmek
-
Oranlamak
- "Güzellik desen onda, zenginlik desen onda."
-
Ummak
- "Bundan sonra gelir mi dersin?"
-
Erişmek
- "Saat yedi dedi mi uyanırım."
-
Bir işe kalkışmak, yeltenmek
- "Kımıldanayım deme, kurşunu yersin. Ağzını açayım deme, çok fena olursun."
-
Saymak, kabul etmek
- "Yarım milyon dediğin nedir?" (Memduh Şevket Esendal)
-
[nsz]
Söylemek, söz söylemek
- NEDEN
-
-
[isim]
Bir olayı ve durumu gerektiren, doğuran başka olay veya durum, sebep
- "İzmir'in işgali faciası, özel nedenlerden, onu ayrıca ilgilendiriyor." (Atilla İlhan)
-
[zarf]
Bir olayı doğuran başka bir olayı sormak için kullanılan bir söz; niçin
- "Biz şarklılar neden ille her şeyi büyütüp efsaneleştiririz?" (Haldun Taner)
-
Bir varlığı veya olayı etkileyen, oluşturan, doğuran şey, sebep, illet
-
[isim]
Bir olayı ve durumu gerektiren, doğuran başka olay veya durum, sebep
- KIDEM
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Bir görevde rütbece eskilik
- "Ali Fuad Bey de parti komitacılığının düşmanı olanlar gibi nizam, kıdem ve kanun adamı kalmıştır." (Falih Rıfkı Atay)
-
Bir görevde geçirilen süre
-
[isim]
Bir görevde rütbece eskilik