İçinde ca olan 5 harfli 69 kelime var. İçerisinde CA bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ca olan kelimeler listesine ya da Sonu ca ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- CAMLI
-
-
[sıfat]
Cam takılmış, cam geçirilmiş, camı olan
- "Verandayı andıran camlı sofa iyice ısınmıştı." (Refik Halit Karay)
-
[sıfat]
Cam takılmış, cam geçirilmiş, camı olan
- CANAN
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Gönülden sevilen, gönül verilmiş olan kadın, sevgili
- "Canı canan dilemiş vermemek olmaz ey dil." (Fuzulî)
-
Tasavvufta Tanrı
- "Yunus ver canını Hak yoluna / Can vermeyince canan bulunmaz." (Yunus Emre)
-
[isim]
Gönülden sevilen, gönül verilmiş olan kadın, sevgili
- CAİZE
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Şairlerin kasidelerle övdükleri büyükler tarafından kendilerine verilen bahşiş
-
Yazıda bir sözün olduğu gibi tekrarlandığını göstermek için alt hizasına konulan tırnak biçimindeki noktalama işareti
-
Yol yiyeceği, azık
-
[isim]
Şairlerin kasidelerle övdükleri büyükler tarafından kendilerine verilen bahşiş
- KUCAK
-
-
[isim]
Açık kollarla göğüs arasındaki bölüm, aguş
- "Kucağımdaki yavrumla yapayalnız kalmıştık." (Sermet Muhtar Alus)
- "Paris'teki hemşehriler bana büyük bir sevgi ve emniyetle kucaklarını açmışlardı." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[sıfat]
Açık kollarla göğüs arasına sığabilen miktarda olan
- "Her çalışmak isteyene kucak açmışlardı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Herhangi bir durumun veya şeyin sınırlarının arası, iç
- "Oralar her saldırganlıktan korunmuş Türk kucağı idi." (Ruşen Eşref Ünaydın)
-
Ortam, ocak
- "On yıl var ayrıyım Kına Dağı'ndan / Baba ocağından, yâr kucağından." (Faruk Nafiz Çamlıbel)
-
[isim]
Açık kollarla göğüs arasındaki bölüm, aguş
- LONCA
-
Kelime Kökeni : İtalyanca
-
[isim]
Belli bir iş kolunda usta, kalfa ve çırakları içine alan dernek, korporasyon
- "Bu iş için loncada, isim duası yapılır." (Samiha Ayverdi)
-
[isim]
Belli bir iş kolunda usta, kalfa ve çırakları içine alan dernek, korporasyon
- ANACA
-
-
[zarf]
Ana olarak
- "Onun avareliğinin ne büyük bir verimliliğe gebe olduğunu anaca sezdiğinden Sait'i hep korumuştu." (Haldun Taner)
-
[zarf]
Ana olarak
- CALİP
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Celp eden, çeken, çekici
-
[sıfat]
Celp eden, çeken, çekici
- NACAK
-
-
[isim]
Sapı kısa, küçük odun baltası
- "Silahsız kaldık, köylüler bize dipçik, üvendire, nacak yetiştirdi." (Aka Gündüz)
-
[isim]
Sapı kısa, küçük odun baltası
- HİCAP
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Utanma, utanç, sıkılma
- "Ve Rabia'nın hicabından taze yanakları gene eski nadide bir şarap gibi lal rengini alıvermişti." (Halide Edip Adıvar)
- "Kalem aldın kaşlarını çatmaya / Hicap ettim adın sual etmeye." (Dadaloğlu)
-
Perde
- "Sensin bize bizden yakın / Görünmezsin hicap nedir?" (Yunus Emre)
-
[isim]
Utanma, utanç, sıkılma
- BACAK
-
-
[isim]
Vücudun kasıktan tabana kadar olan bölümü
- "Yorgun vücudunu zahmetle taşıyan ince bacakları üstünde doğruldu." (Peyami Safa)
- "Motor şimdi karanlık suları yara yara ilerlerken sarışın kadın bacak bacak üstüne atmış, sigara içiyor." (Haldun Taner)
- "Bacak kadar çocuğa da ne oluyordu sanki." (Tarık Buğra)
-
Hayvanlarda yürümeye veya atlamaya yarayan organ
-
Bazı şeylerin yerden yüksekçe durmasını sağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri, ayak
- "Masanın bacağı."
-
Oyun kâğıtlarında oğlan, vale
-
[isim]
Vücudun kasıktan tabana kadar olan bölümü
- CARLI
-
-
[sıfat]
Zarı (III) olan
- "Köyün sokaklarında elleri carlı, peştamallı köylüleri kovalıyordu." (Ömer Seyfettin)
-
[sıfat]
Zarı (III) olan
- BUCAK
-
-
[isim]
Kenar, köşe, yer
- "Bunlardan sonra köşede, bucakta, kendi âleminde yaşayan Türkler vardı." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
İlçelerin, bir müdürle yönetilen bölümlerinden her biri, nahiye
-
[isim]
Kenar, köşe, yer
- KIRCA
-
-
[sıfat]
Hafif kırlaşmış
- "Tıknaz, kırca, kısa sakallı, kırmızı yüzlü bir efendi." (Memduh Şevket Esendal)
-
[sıfat]
Hafif kırlaşmış
- YONCA
-
-
[isim]
Baklagillerden, başak durumundaki çiçekleri kırmızı veya mor renkli, hayvanlara yem olarak yetiştirilen çayır bitkilerinin genel adı (Trifolium)
-
[isim]
Baklagillerden, başak durumundaki çiçekleri kırmızı veya mor renkli, hayvanlara yem olarak yetiştirilen çayır bitkilerinin genel adı (Trifolium)
- ANCAK
-
-
[zarf]
"Yalnızca" anlamında, sınırlama anlatan bir söz
- "Hasan, bu sefer kendisine ancak seyyar tuluatçıların arasında bir yer bulabildi." (Osman Cemal Kaygılı)
-
"Olsa olsa, en çok, daha çok, güçlükle" anlamlarında, bir şeyin daha çoğunun, ilerisinin olmadığını gösteren bir söz
-
En erken
- "Sinema ancak saat yarımda bitmişti." (Peyami Safa)
-
[bağlaç]
"Lakin, ama, yalnız" sözleri gibi bir düşünceye karşıt ikinci bir düşünceyi anlatan bir söz
- "Bu büyüklük değil ancak mertçe bir davranıştır." (Nezihe Araz)
-
[zarf]
"Yalnızca" anlamında, sınırlama anlatan bir söz
- DARCA
-
-
[sıfat]
Biraz dar, pek geniş olmayan
-
[sıfat]
Biraz dar, pek geniş olmayan
- SICAK
-
-
[sıfat]
Yakmayacak derecede ısısı olan, yakmayacak kadar ısı veren, soğuk karşıtı
- "Yorganın altında sıcak göz yaşları dökerek gecelerce beklemişti." (Orhan Kemal)
- "Onlardan genelleme yaparak bütün kol emekçilerine sıcak bakma eğilimini edindim." (Refik Erduran)
-
Isısı yüksek olan, çok ısınmış
- "Kız kardeşim ikindiüzeri bana sıcak, limonlu bir çorba içirdi." (Aka Gündüz)
-
[isim]
Havadaki yüksek ısı
- "Bu sıcakta arada bir şeyler içip yemeden çalışılmıyor." (Necati Cumalı)
-
[isim]
Sıcak yer
- "Burası bir makine dairesi kadar sıcaktı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[isim]
Hamam
-
Dostça olan, sevgi dolu
- "Sıcak bir karşılama. Sıcak bir yuva."
-
[sıfat]
Yakmayacak derecede ısısı olan, yakmayacak kadar ısı veren, soğuk karşıtı
- CAHİL
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Öğrenim görmemiş, okumamış
- "Bu maskara sosyete bana cahil diye bakar." (Halide Edip Adıvar)
- "Bu konularda yeni kuşağın yanında her zaman cahil kalmaya mahkûmuz." (Haldun Taner)
-
Bilgisiz
-
Belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan
- "Bu doktorun karşısında cahil, aptal oluyorum." (Memduh Şevket Esendal)
-
Deneysiz, genç, toy (delikanlı veya kız)
- "Esasta batıl itikatlara inanmış cahil bir kızcağızdı." (Refik Halit Karay)
-
[sıfat]
Öğrenim görmemiş, okumamış
- CAZCI
-
-
[isim]
Caz müziği çalan veya besteleyen kimse
- "Aaa diyorlar, burada bar açılmış, bak cazcı Arap kapıda." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
[isim]
Caz müziği çalan veya besteleyen kimse
- SAVCA
-
-
[isim]
İddianame
-
[isim]
İddianame