İçinde ö olan 3 harfli 45 kelime var. İçerisinde Ö harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ö harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu ö harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi

Harf Sayısına Göre Kelimeler


Kelime bulma makinesi

Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.



Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)

GÖT

  1. [isim] Anüs
  2. Alt taraf, dip
  3. Kaba et, kıç, popo
  4. Güç veya yüreklilik

DÖŞ

  1. [isim] Göğüs, bağır
    • "Bana yastık olsun döşlerin güzel." (Âşık Veysel)
  2. Kaburga altı

TÖZ

  1. [isim] Kök, asıl, cevher
  2. Değişenlerin özünde değişmeden kaldığı varsayılan idealist kavram, cevher

ÖGE

  1. [isim] Birleşik bir şeyi oluşturan basit şeylerden her biri, unsur, eleman
  2. Başka şeylerin kendisinden türediği ilk madde, ilke, unsur
  3. Bir cümleyi oluşturan özne, yüklem, tümleç vb. birimlerden her biri
  4. Bir sınıf veya bir topluluğun bireylerinden her biri
    • "O savaşı başarıya ulaştıran en kuvvetli öge, ne yabancıdan gördüğümüz yardım ne de bugünkü özel girişimcilerin gayretleridir." (Necati Cumalı)

ÇÖZ

  1. [isim] Bumbar, bağırsak
  2. Bumbarın yağı

ÖRS

  1. [isim] Biçimleri yapılacak işe göre değişen, üzerinde maden dövülen, çelik yüzeyli, demir araç
    • "Demir yalım gibi kızarmıştı. Küçücük örsünün üstüne koydu, dövmeye başladı." (Yahya Kemal)
    • "Bana örs ve çekiç arası bir durumda kaldığından yakınmıştı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
  2. Üzerine çivi çakılacak ayakkabı geçirilen kunduracı aracı

BÖN

  1. [sıfat] Budala, saf, avanak, ahmak
    • "Genç adam çirkin hatta biraz bön." (Sait Faik Abasıyanık)
    • "Söyleyecek söz bulamıyor, bön bön ihtiyar Rum'un yüzüne bakıyordum." (Reşat Nuri Güntekin)

GÖZ

  1. [isim] Görme organı
    • "İşkembe ayıklamaktan, bulaşık yıkamaktan göz açamıyordum." (Orhan Kemal)
    • "Daha ileride denizin yüzünü birdenbire allak bullak eden akıntıya benzer bir çırpıntı oluyor, bu çırpıntı göz açıp kapayıncaya kadar kesiliyor." (Sait Faik Abasıyanık)
    • "Göz alabildiğine uzanan yeşil tepelerin, ruha ferahlık veren bir munis enginliği vardı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
    • "Kocakarı yöntemlerine inanmayı göz ardı ettiğini söyleyemezdim." (Ayşe Kulin)
  2. Bazı deyimlerde, görme ve bakma
    • "Gözden geçirmek. Gözden kaybolmak. Göz önünde. Gözü keskin."
    • "O sıralar Avrupa'da bir büyük piyano ustası gözleri kamaştırıyordu." (Nadir Nadi)
    • "Öbürü göğsünden ağır yaralı iki erin geriye alınmalarına göz kulak oluyordu." (Atilla İlhan)
    • "Akşam hazırlanmış sofrayı gözden geçirmek için odasından çıktı." (Ayla Kutlu)
  3. Bakış, görüş
    • "Bu sefer alacaklı gözüyle baktım."
    • "Eski oyuncunun gözlerinde şimşekler çaktı, yutkundu." (Halide Edip Adıvar)
    • "Kayaların gözüme kestirdiğim bir yerinden aşağı inmeye başladım." (Reşat Nuri Güntekin)
  4. Suyun topraktan kaynadığı yer, kaynak
    • "Asıl felaket bu pınara sırt çevirmek, bu pınarın gözlerine taş tıkamak değil de ne olurdu?" (Tarık Buğra)
  5. Delik, boşluk
    • "İğnenin gözü."
    • "Köprünün gözleri karış karış kazılmıştır." (Sait Faik Abasıyanık)
  6. Çekmece
    • "Masanın gözleri."
  7. Terazi kefesi
  8. Kıskançlık veya hayranlıkla bakıldığında bir şeye kötülük verdiğine inanılan uğursuzluk, nazar
    • "İnsanı gözle yiyip bitirirler." (Ömer Seyfettin)
  9. Sevgi, ilgi, gönül bağlantısı
    • "Gözden düşmek. Göze girmek."
  10. Ağacın tomurcuk veren yerlerinden her biri
    • "Göz aşısı."
  11. Bölüm, hane
    • "Dama tahtasında altmış dört göz vardır."
  12. Bazı yaraların uç bölümü
    • "Çıbanın gözü."

KÖR

Kelime Kökeni : Farsça

  1. [sıfat] Görme engelli
    • "Körü körüne duygululuk sanatçıyı da körün değneğiyle yolunu araması gibi zavallı duruma düşürür." (Necati Cumalı)
    • "Kör olası sanatın ne ölçüsü var ne de tartısı." (Orhan Veli Kanık)
    • "Evde, kör değneğini bellemiş gibi sabahları, biraz kızarmış ekmek, tereyağı ve reçelle çay içtiğimiz hâlde, bunlar, eniştemizin köşkünde bir öğle yemeği miktarına çıkar." (Abdülhak Şinasi Hisar)
    • "Orada da bazı kimseler sanat denince ille kuru, basit, yalın kat, kör kör parmağım gözüne bir üslubu anlıyorlar." (Haldun Taner)
  2. Keskinliği yeterli olmayan
    • "Kör bıçak. Kör makas."
  3. Az aydınlık veren
    • "Sahanlığın üstünde bir kör kandil yanıyordu." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
  4. Kötü
    • "Vakıa bu kör siyaset yüzünden Türklük Rumeli'den çıktı." (Yahya Kemal Beyatlı)
  5. Arkası tıkalı olan veya işlek olmayan
    • "Kör sokak."
  6. Olguları sezme ve kavrama yetisi, dikkati olmayan
  7. Duyarlığını yitirmiş
    • "Muhitimiz bize karşı her an kör, sağır ve şuursuzdur." (Abdülhak Şinasi Hisar)

KÖK

  1. [isim] Bitkileri toprağa bağlayan ve onların, topraktaki besi maddelerini emmesine yarayan klorofilsiz bölüm
    • "Benliğe kök salan gönül bağlarını kim tarif edebilir?" (Halide Edip Adıvar)
    • "Bu işi kökünden halletmek için kızını derhâl evlendirmeye karar vermişti." (Ahmet Hamdi Tanpınar)
    • "Kelebeklerin kökünün kuruduğu bir dünyada çocuk istemem." (Tahsin Yücel)
    • "Bizimkilerin de amacı aynı / Doğan güneşle birlikte kökünüzü kazıyıp / Yeryüzünde bırakmamak izinizi." (Turan Oflazoğlu)
  2. Süsende olduğu gibi yer üstüne sap çıkaran çok yıllık yer altı gövdesi
  3. Bazı şeylerde dip bölüm
    • "Diş kökü."
  4. Sapıyla çıkarılan bitkilerde tane
    • "Üç kök maydanoz."
  5. Dip, temel, esas
    • "Ta gölden başlayan tipi ve fırtına Şebben'in sıcak evini kökünden sarsıyordu." (Halide Edip Adıvar)
  6. Kaynak, köken
    • "Ölenle, son zamanları gevşeyen, azalan fakat kökleri mazinin sağlamlığı içinde kalan eski bir aşinalığım vardı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
  7. Bir kimseyi bir yere bağlayan manevi temel güçlerin bütünü
  8. Kelimenin her türlü ek çıkarıldıktan sonra kalan anlamlı bölümü: Yaptırmak kelimesinde kök, yap- bölümüdür
  9. Olağan şartlarda çevresinden yalıtılamayan ancak birçok tepkimede nitelik değiştirmeden geçebilen atom kümesi
  10. Denklemde bilinmeyenin yerine konulduğunda uygun düşen gerçek veya birleşik değer

ÖHÖ

  1. [isim] Bir kimsenin kendi varlığını belli etmek, söylenen bir şey üzerine dikkat çekmek, birine takılmak vb. amaçlarla öksürür gibi yaparak çıkardığı ses

ÖRF

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Yasalarla belirlenmeyen, halkın kendiliğinden uyduğu gelenek
    • "Yaşandığı asrın örf ve âdetlerini belirtmek bakımından kıymetli bulmuyor değilim." (Refik Halit Karay)

ÖRÜ

  1. [isim] Örme işi
  2. Yama olarak yapılan örgü
  3. Tarlalarda sele karşı taştan yapılmış set

BÖĞ

  1. [isim] Eklem bacaklılardan, soluk sarı renkli, zehirli bir örümcek türü

GÖN

  1. [isim] İşlenmiş deri
  2. Kösele
  3. Hayvan derisi
    • "Boya değil altın yaldız vursan manda gönü gibi donuk duruyor." (Burhan Felek)

LÖK

  1. [isim] Yedi yaşından büyük erkek boz deve
    • "Cabi Efendi, lök gibi karşılarına dikilmişti." (Ömer Seyfettin)

SÖR

Kelime Kökeni : Fransızca

  1. [isim] Katolik mezhebinde kendini dine adayan ve manastırda yaşayan kadın
  2. Katolik mezhebinde dinle ilgili bir yükümlülük almayan ancak din uğruna hemşirelik, hasta bakıcılık vb. işlerde çalışan kadın

ÇÖL

  1. [isim] Kumluk, susuz ve ıssız geniş arazi, sahra, badiye
    • "Koskoca çölü, yapı ve bahçelerle donattık." (Falih Rıfkı Atay)

LÖP

  1. [sıfat] İri ve yumuşak

ÖZE

  1. [isim] Bir türde, bir bireyde bulunan, aynı cinsten başka hiçbir türde veya bireyde rastlanılmayan, has
    • "Gülmek insan türüne öze bir durumdur."

Kelime Anlamları Kaynağı : Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğü