Başında gö olan 5 harfli 44 kelime var. Gö ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde gö olan kelimeler listesine ya da sonu gö ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.
Karmaşık harflerden başında gö bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- GÖKÇE
-
-
[isim]
Gök rengi, mavi
-
[sıfat]
Bu renkte olan
-
[sıfat]
Gökle ilgili, semavi
-
[sıfat]
Güzel, hoşa giden
- "Kutlu Melek, yüzü güneş esmeri, gözü menekşe moru, kumral saçı belikli gökçe gonca artık yoktur." (Tarık Buğra)
-
[isim]
Gök rengi, mavi
- GÖYME
-
-
[isim]
Göymek işi
-
[isim]
Göymek işi
- GÖRGÜ
-
-
[isim]
Bir toplum içinde var olan ve uyulması gereken saygı ve incelik davranışları, terbiye
- "İçinde yaşadığımız aynı çevre, aynı görgü, beni tamamıyla onlara benzetmiyor." (Osman Cemal Kaygılı)
-
Bir kimsenin, yaşayarak ve deneyerek elde ettiği birikim, deneyim
-
Görmüş olma durumu
- "Görgü tanığı."
-
[isim]
Bir toplum içinde var olan ve uyulması gereken saygı ve incelik davranışları, terbiye
- GÖCEN
-
-
[isim]
Tavşan yavrusu
-
Kedi, köpek yavrusu
-
Domuz yavrusu
-
[isim]
Tavşan yavrusu
- GÖRÜŞ
-
-
[isim]
Gözle bir şeyi algılama yetisi
-
Cezaevi ve hastanede yapılan ziyaret
-
Bir olay, varlık veya düşünce üzerinde varılan yargı, fikir
-
Benzerlerinden ayıran özellik, konsept
-
[isim]
Gözle bir şeyi algılama yetisi
- GÖÇÜM
-
-
[isim]
Bazı kimyasal maddelerin veya ışık, ısı, elektrik vb. güçlerin etkisiyle protoplazmanın yanaşma veya uzaklaşma biçiminde olan yer değiştirmesi, taksi
-
[isim]
Bazı kimyasal maddelerin veya ışık, ısı, elektrik vb. güçlerin etkisiyle protoplazmanın yanaşma veya uzaklaşma biçiminde olan yer değiştirmesi, taksi
- GÖMÜŞ
-
-
[isim]
Gömme işi veya biçimi
-
[isim]
Gömme işi veya biçimi
- GÖVEM
-
-
[isim]
Sığırlara dadanan zar kanatlı bir tür sinek
-
[isim]
Sığırlara dadanan zar kanatlı bir tür sinek
- GÖBÜT
-
-
[isim]
Yuvarlak, yassı, içine yumurta vb. malzemeler konan ekmek
-
[isim]
Yuvarlak, yassı, içine yumurta vb. malzemeler konan ekmek
- GÖÇER
-
-
[sıfat]
Göçebe
-
[sıfat]
Göçebe
- GÖREV
-
-
[isim]
Bir nesne veya bir kimsenin yaptığı iş
- "Hâkimler ve savcılar kanunda belirtilenlerden başka resmî ve özel hiçbir görev alamazlar." (Anayasa)
- "Umutlu da olsam, umutsuz da olsam, görev bildiğim işi yerine getiririm." (Melih Cevdet Anday)
- "Cumhurbaşkanının geçici olarak görevinden ayrılması hâllerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı vekillik eder." (Anayasa)
-
İşlev
-
Resmî iş, vazife
- "Cavit Bey, görevi ona verdiği gün, Abdi Bey çok sevinmişti." (Atilla İlhan)
-
Bir cümlede bir dil biriminin öbür birimlerle ilişkisi aracılığıyla yerine getirdiği iş
-
Bir organ veya hücrenin yaptığı iş
-
Bir değerin başka değerlerle olan ilişkisi
-
[isim]
Bir nesne veya bir kimsenin yaptığı iş
- GÖBEK
-
-
[isim]
İnsan ve memeli hayvanlarda göbek bağının düşmesinden sonra karnın ortasında bulunan çukurluk
- "Düğmeleri birer birer açtı göbeğine dek." (Zeyyat Selimoğlu)
- "Dillere destan olan oturak âlemlerinde göbeği atan, erkek değil, kadındır." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
- "Meclisten geçirinceye kadar göbeğim çatlamıştı." (Halide Edip Adıvar)
-
Yağ bağlamış şişman karın
- "Göbeğini eritmek için her sabah bir saat yol yürür."
- "Dolmuştan inince bir yandan saatine bakar, bir yandan da göbek atarmış, daha bir saat var, diye." (Haldun Taner)
-
Şehir, ülke vb.nin orta kısmı
- "İsviçre'nin göbeğinde, nerde ise bilmem kaçıncı Türk Moskof muharebesi patlamak üzere idi." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Bazı sebze ve meyvelerin orta kısmı
-
Bahçe, halı, tavan, tepsi vb. süslü şeylerin ortalarındaki biçim
- "Bu halının göbeği pek zarif."
-
Hızı azaltarak trafiği yönetmek amacıyla bir kavşağın girişine yerleştirilen çember veya üçgen biçimindeki ada
-
Kağnı tekerleğinin ortası, araba tekerleğinin dingil geçen yeri
-
Değirmen taşının ortası
-
Kilitleme sistemlerinde, anahtar dişlerinin tam olarak birbirine oturduğu pirinç yuva
-
Dölütte, yumurtanın dölüt dışında kalan bölümlerle ilişkisini sağlayan organların çıktığı yer
-
Kuşak, nesil, batın
- "Temiz bir isim, züğürt evlatlarda ancak bir, nihayet iki göbek dayanabilir." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Ön ve arka tekerlerin ortasına oturtulmuş mil üzerinde dönen ve teker tellerinin takılmasına yarayan parça
-
[isim]
İnsan ve memeli hayvanlarda göbek bağının düşmesinden sonra karnın ortasında bulunan çukurluk
- GÖZÜM
-
-
gözümün nuru
- "İşkembe ayıklamaktan, bulaşık yıkamaktan göz açamıyordum." (Orhan Kemal)
- "Daha ileride denizin yüzünü birdenbire allak bullak eden akıntıya benzer bir çırpıntı oluyor, bu çırpıntı göz açıp kapayıncaya kadar kesiliyor." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Göz alabildiğine uzanan yeşil tepelerin, ruha ferahlık veren bir munis enginliği vardı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Kocakarı yöntemlerine inanmayı göz ardı ettiğini söyleyemezdim." (Ayşe Kulin)
-
gözümün nuru
- GÖNCÜ
-
-
[isim]
Ham veya işlenmiş deri satan kimse
-
Ayakkabı tamircisi
-
[isim]
Ham veya işlenmiş deri satan kimse
- GÖLGE
-
-
[isim]
Saydam olmayan bir cisim tarafından ışığın engellenmesiyle ışıklı yerde oluşan karanlık
- "Etrafına gölge salmayan, yemiş vermeyen hangi kütük baltadan kurtulur?" (Halide Edip Adıvar)
- "... bu iki yazarın usta hikâyeci vasıflarına gölge düşürmüştür." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "O bir gölge gibi kalkıp gittiği zaman farkında olmadım." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Enişte, delikanlıları gölgede bırakacak kadar çalıştı; hâlâ ayak üstünde." (Sermet Muhtar Alus)
-
Güneş ışınlarından korunacak yer
- "Sakın kesme, gölgesinde yorgun çiftçi dinlensin." (Memduh Şevket Esendal)
- "Gölge etme, başka ihsan istemem." (Diyojen)
-
Ne olduğu anlaşılamayan karaltı, silüet
- "Pencereden dışarıya bir gölge çıktı, arkasından seğirttiler." (Aka Gündüz)
-
Resimde bir şekli cisimlendirmek için, onun ışık almaması gereken yerlerine vurulan az çok koyu renk
-
Röfle
-
Yetkisi olmadığı hâlde etkili olan
- "Gölge başkan. Gölge kabine."
-
Birinin yanından hiç ayrılmayan kimse
-
Koruma, kayırma himaye
- "Onun gölgesi altında yaşıyor."
-
[isim]
Saydam olmayan bir cisim tarafından ışığın engellenmesiyle ışıklı yerde oluşan karanlık
- GÖLET
-
-
[isim]
Birikinti suların sulamak amacıyla genellikle bir set ardında toplandığı küçük göl, gölcük, gölek, büvet, büğet
-
İçinde ham deri ıslatılan taş havuz
-
[isim]
Birikinti suların sulamak amacıyla genellikle bir set ardında toplandığı küçük göl, gölcük, gölek, büvet, büğet
- GÖVEL
-
-
[sıfat]
Yeşil başlı
- "Gövel ördek indi bizim göllere." (Karacaoğlan)
-
[sıfat]
Yeşil başlı
- GÖMÜK
-
-
[sıfat]
Gömülmüş olan, gömülü
-
[sıfat]
Gömülmüş olan, gömülü
- GÖZER
-
-
[isim]
Buğday, toprak vb.nin elendiği iri gözlü kalbur
-
[isim]
Buğday, toprak vb.nin elendiği iri gözlü kalbur
- GÖĞÜS
-
-
[isim]
Vücudun boyunla karın arasında bulunan ve kalp, akciğer vb. organları içine alan bölümü, sine
- "Göğüs bağır açık, ellerinde pankartlarla yürütüyorlar bu savaşı." (Necati Cumalı)
- "Birdenbire sustu ve göğüs geçirdi, hüzün, dertlenme derecesini bulmuştu." (Tarık Buğra)
- "Hayatın lezzetleri içinde yüzen bizler, elbette geçici birçok zahmetlere katlanmaya ve birçok zorluklara göğüs germeye mecburduk." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "Ben, onun hatırı ve hatırası için daha ağırlarına da göğüs verirdim." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Bu vücut bölümünün ön tarafı, sırt karşıtı
- "Genç ve meçhul kadın çocuğunu göğsüne basarak girdi." (Aka Gündüz)
- "Öteden beri yola yüzü yoktu. Hele yokuşları karşıdan gördüğü vakit göğsü tıkanırdı." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Kim bilir, bu erkek, kadınların zaafı ile göğsünü gere gere kaç kere istihza etmiştir." (Hüseyin Cahit Yalçın)
-
Bu bölümün içindeki organlar
-
Meme
- "Vücudumun etliliğinden, göğsümün dolgunluğundan, elbiselerim dar gelirdi." (Sermet Muhtar Alus)
-
[isim]
Vücudun boyunla karın arasında bulunan ve kalp, akciğer vb. organları içine alan bölümü, sine