Başında e olan 2 harfli 11 kelime var. E harfi ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde e harfi olan kelimeler listesine ya da sonu e harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.
Karmaşık harflerden başında e bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- EY
- 
    - 
                        [ünlem]
                    
                        Kendisine söz söylenilen kimse veya kimselerin dikkati çekilmek istendiğinde adın başına getirilen ve uzatılabilen bir seslenme sözü
                    
                    - "Ey arkadaş!"
 
- 
                    
                        Usanç anlatan bir seslenme sözü
                    
                    - "Ey, artık çok oluyorsun!"
 
 
- 
                        [ünlem]
                    
                        Kendisine söz söylenilen kimse veya kimselerin dikkati çekilmek istendiğinde adın başına getirilen ve uzatılabilen bir seslenme sözü
                    
                    
- EH
- 
    - 
                        [ünlem]
                    
                        "Olur, peki veya fena değil" anlamlarında kullanılan bir söz
                    
                    - "Eh! Bize gerekli olan da o; bütçemizi doğrultur, pansiyoner olmaktan vazgeçeriz." (Atilla İlhan)
 
- 
                    
                        Bezginlik anlatan bir söz
                    
                    - "Eh, dün geceki kafayla bu kadarı olacaktı elbet!" (Necati Cumalı)
 
 
- 
                        [ünlem]
                    
                        "Olur, peki veya fena değil" anlamlarında kullanılan bir söz
                    
                    
- EM
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        İlaç, merhem
                    
                    
 
- 
                        [isim]
                    
                        İlaç, merhem
                    
                    
- EV
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Yalnız bir ailenin oturabileceği biçimde yapılmış yapı
                    
                    - "Annemden kalma bir evim vardı. Onu rehine koyarak bir ev tuttuk." (Ömer Seyfettin)
- "Hiç evlenmeyen kız olur muymuş, evde kalmış mı dedirtecen kendine?" (Emine Işınsu)
- "Evlerden ırak, dağ gibi delikanlı iki günde devrildi gitti."
 
- 
                    
                        Bir kimsenin veya ailenin içinde yaşadığı yer, konut, hane
                    
                    - "Ana oğul, yeni kiraladıkları eve bir pazar günü taşındılar." (Necati Cumalı)
- "Öğrencilerin bir bölümü, ilk yılı yurtta geçirse bile ikinci yıldan başlayarak eve çıkmayı yeğler." (Ahmet Cemal)
 
- 
                    
                        Aile
                    
                    - "Evine bağlı bir adam."
 
- 
                    
                        Soy, nesil
                    
                    
 
- 
                        [isim]
                    
                        Yalnız bir ailenin oturabileceği biçimde yapılmış yapı
                    
                    
- ES
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Notada duraklama zamanı ve bunu gösteren işaretin adı
                    
                    - "Dörtlük es. Sekizlik es."
- "Ama katil Farslı olunca bunu es geçiyorlarmış." (Haldun Taner)
 
 
- 
                        [isim]
                    
                        Notada duraklama zamanı ve bunu gösteren işaretin adı
                    
                    
- EN
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Bir yüzeyde boy sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, genişlik, boy, uzunluk karşıtı
                    
                    - "Kumaşın eni. Yolun eni. Kâğıdın eni."
 
 
- 
                        [isim]
                    
                        Bir yüzeyde boy sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, genişlik, boy, uzunluk karşıtı
                    
                    
- ER
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Erkek
                    
                    - "Noksansız bir çeyiz ve düğünle iyi bir ere verilen Zeynep'in hissesi ayrılmıştır." (Tarık Buğra)
- "Ninesini, kardeşini beslemiş hatta kız kardeşini ere vermişti." (Halide Edip Adıvar)
 
- 
                    
                        İşini iyi bilen, yetenekli kimse
                    
                    - "Sanat eri çalışır, bir eser kor ortaya, onun güzel olduğuna inanır, o güzelliği herkesin anlamasını, kavramasını ister." (Nurullah ataç)
 
- 
                        [sıfat]
                    
                        Kahraman, yiğit
                    
                    
- 
                    
                        Rütbesiz asker, nefer
                    
                    - "Düşman erleri arasında Fransızlar da vardır." (Salâh Birsel)
 
- 
                    
                        Koca
                    
                    
 
- 
                        [isim]
                    
                        Erkek
                    
                    
- EŞ
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Birbirinin aynı olan veya birbirine çok benzeyen iki şeyden her biri, benzeri
                    
                    - "Çorabın öbür eşini yerden almak için sol ayağını uzatıyordun." (Ömer Seyfettin)
- "Bir zamanlar Akıntıburnu'nda çalarken, İstanbul'da eşi manendi yokmuş." (Haldun Taner)
 
- 
                    
                        Karı kocadan her biri, hayat arkadaşı, refik, refika
                    
                    - "Kadın diye eşini bellemiş, dürüst, aile babası bir adamdır." (Zeyyat Selimoğlu)
 
- 
                    
                        Birlikte yaşayan dişi ve erkek hayvandan her biri
                    
                    - "Güvercin eşini arıyor."
 
- 
                    
                        İkişer kişilik gruplarla oynanan oyunlarda, ortak oynayan iki kişiden her birinin öbürüne göre durumu, partner
                    
                    - "Briçte kuvvetli bir eş seçti."
 
- 
                    
                        Kuma, ortak
                    
                    
- 
                    
                        Arkadaş
                    
                    
- 
                    
                        Etene
                    
                    
 
- 
                        [isim]
                    
                        Birbirinin aynı olan veya birbirine çok benzeyen iki şeyden her biri, benzeri
                    
                    
- EL
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan, tutmaya ve iş yapmaya yarayan bölümü
                    
                    - "El var, titrer durur, el var yumuk yumuk / El var pençe olmuş, el var yumruk." (Zeki Ömer Defne)
- "Oturup kör gibi, namerde el açmak iyi mi?" (Mehmet Akif Ersoy)
- "Ben, el ayak çekildikten sonra, odanın kapısını sürmeleyip kitaplarımla baş başa kalmak saatini beklerdim." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Tarzının, yönteminin piyasadan el ayak çekmek zorunda kalacağını açık seçik kavrıyorsunuz." (Selim İleri)
 
- 
                    
                        Sahiplik, mülkiyet
                    
                    - "Elden çıkarmak. Elimdeki bütün parayı bu eve yatırdım."
- "Elbette birçok önemli konulara el attı ama ulusumuzun temel sorunlarından bazıları yüzüstü duruyor." (Talât Halman)
- "Durup el bağlayalar yâran saf saf." (Baki)
- "Bizi işimizde gücümüzde serbest bırakmak şöyle dursun, çoluk çocuğumuzun nafakasına el koymaya kalkıştılar..." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
 
- 
                    
                        Kez, defa
                    
                    - "Yalnız, şu var ki doktor işe el koyduğu gibi hastalık bir nevi resmiyet alır." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Elbet bir gün elime düşersin."
 
- 
                    
                        İskambil oyunlarında oynama sırası
                    
                    - "Çocuk iyi bir öğretmenin eline düştü."
 
- 
                    
                        İskambil oyunlarında her bir tur
                    
                    
- 
                    
                        Yönetim, baskı, etki
                    
                    - "Bu topraklar düşman elinden kurtarıldı."
 
- 
                    
                        Bazı nesne ve araçların tutmaya yarayan bölümü
                    
                    - "Kapı eli."
 
 
- 
                        [isim]
                    
                        Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan, tutmaya ve iş yapmaya yarayan bölümü
                    
                    
- ET
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        İnsanlarda, hayvanlarda deri ile kemik arasındaki kas ve yağdan oluşan tabaka
                    
                    - "Bu koyunda hiç et yok, pek zayıf."
- "Ye de biraz et, can tut." (Refik Halit Karay)
- "Aşkımemnu'da Firdevs Hanım'ı inanılmaz bir başarıyla ete kemiğe dönüştürmüş." (Selim İleri)
 
- 
                    
                        Kasaplık hayvanlardan sağlanan kaslardan oluşmuş besin maddesi
                    
                    - "Bu, kurumuş pastırma renginde bir et parçası idi." (Haldun Taner)
 
- 
                    
                        Ten
                    
                    - "Gömleği yırtılmış, eti görünüyor."
 
- 
                    
                        Meyvelerde çekirdekle deri arasındaki bölüm
                    
                    - "Bu zeytinde et denecek bir şey yok."
 
 
- 
                        [isim]
                    
                        İnsanlarda, hayvanlarda deri ile kemik arasındaki kas ve yağdan oluşan tabaka
                    
                    
- EK
- 
    - 
                        [isim]
                    
                        Bir şeyin eksiğini tamamlamak için ona katılan parça
                    
                    - "Yazının ekleri."
- "Ben doğrusu beğeniyorum, dedi, kadın yağ satıyor, yumurta satıyor, ekini belli etmiyor ya!" (Memduh Şevket Esendal)
 
- 
                    
                        Bir gazete veya derginin günlük yayımından ayrı ve ücretsiz olarak verdiği parça, ilave
                    
                    - "Gazetenin haftalık sanat ve edebiyat eki."
 
- 
                    
                        Sonradan katılan, dikilen, yapıştırılan parçanın belli olan yeri
                    
                    
- 
                    
                        İki borunun birbirine birleştirildiği yer
                    
                    
- 
                        [sıfat]
                    
                        Eklenmiş, katılmış
                    
                    - "Okul müdürüyken, okulun ek inşaatında hamallarla birlikte çalışmış." (Haldun Taner)
 
- 
                    
                        Kelime türetmek veya kelimenin görevini belirtmek için kullanılan şekil verici ses veya sesler, lahika
                    
                    
 
- 
                        [isim]
                    
                        Bir şeyin eksiğini tamamlamak için ona katılan parça
                    
                    
