Başında de olan 4 harfli 25 kelime var. De ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde de olan kelimeler listesine ya da sonu de ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.
Karmaşık harflerden başında de bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- DEDE
-
-
[isim]
Torunu olan erkek, büyük baba, büyük peder
- "Dedenin kabri yanında bir çukur kazılmış." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
Büyük babadan başlayarak geriye doğru atalardan her biri
-
Mevlevi tarikatında çile doldurmuş olan dervişlere verilen unvan
-
[ünlem]
Yaşlı erkeklere söylenen bir seslenme sözü
-
[isim]
Torunu olan erkek, büyük baba, büyük peder
- DEME
-
-
[isim]
Demek işi
- "Tencere dibin kara hikâyesi, kimin kime ne demeye hakkı var?" (Haldun Taner)
- "Çağımızı kötülemek, bugün gerçek şair, eskisinden azdır demeye getirmek için mi söylüyorum bunları..." (Nurullah ataç)
- "İşimiz bitiyor demeye kalmadı, herkes ayağa kalktı."
- "Ne demek! "Dörde kadar evlenir erkek" demeye kalmadan başladı şirretliğe." (Mehmet Akif Ersoy)
-
Anlam
- "Bu söz ne demeye gelir?"
-
Halk edebiyatında şiir
-
Genellikle Alevi şairlerin tarikatlarıyla ilgili konuları işleyen şiirlerine, kendilerince verilen ad
-
Ağıt
-
Atasözü
-
[isim]
Demek işi
- DEPO
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Korunmak, saklanmak veya gerektiğinde kullanılmak için bir şeyin konulduğu yer, ardiye
- "Eşya deposu. Su deposu."
-
Bir malın toptan satıldığı ve çokça bulunduğu yer
- "Ben depoya güzel bir portatif eczane ısmarlayacağım." (Mahmut Yesari)
-
Ordu mallarının saklandığı, bakımlarının yapıldığı yer, debboy
-
[isim]
Korunmak, saklanmak veya gerektiğinde kullanılmak için bir şeyin konulduğu yer, ardiye
- DENİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Alçak, kötü, kişiliksiz (kimse)
-
[sıfat]
Alçak, kötü, kişiliksiz (kimse)
- DERÇ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Alma, toplama
-
Kaydetme
-
[isim]
Alma, toplama
- DEHA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
İnsan zekâsının, insan kişiliğinin erişebileceği en yüksek düzey, dâhilik
- "Hepimiz Mustafa Kemal'in askerlik dehasına inanırdık." (Falih Rıfkı Atay)
-
Dâhi
- "Dehalar muvaffak olmak için zamanlarını ve şartlarını unutamazlar." (Falih Rıfkı Atay)
-
[isim]
İnsan zekâsının, insan kişiliğinin erişebileceği en yüksek düzey, dâhilik
- DEVA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
İlaç, çare
- "Deva bulmaz bir can kaygısına düşer." (Falih Rıfkı Atay)
-
[isim]
İlaç, çare
- DEFA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Kez, kere
- "İlk defa bu fikir, bir fikir olmaktan çıktı." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
[isim]
Kez, kere
- DERT
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Üzüntü
- "Gündüz ya bir yere sokulup uyur ya sessiz sedasız sokaklarda dolaşır. Fakat akşam oldu mu derdi teper." (Halide Edip Adıvar)
- "Elimden çeker alır, kime dert anlatırım o zaman?" (Aka Gündüz)
- "Artık açıkça mahallenin başına dert olmaya başlamış." (Yaşar Nabi Nayır)
- "Nereden buraya gelmiş, âlemin başına dert kesilmişti." (Refik Halit Karay)
-
Hastalık
- "Hastayım derdime verem diyorlar." (Faruk Nafiz Çamlıbel)
- "Benim derdim başımdan aşkın, bir de onunla uğraşamam şimdi." (Ahmet Ümit)
-
Ağrı
-
Sorun, kaygı
- "Ne var ki dert evin satılması ile bitmeyecekti." (Tarık Buğra)
-
Ur
- "Boynunda dert çıkmış."
-
[isim]
Üzüntü
- DEFO
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Kusur, özür, bozukluk
-
[isim]
Kusur, özür, bozukluk
- DEYİ
-
-
[isim]
Dil, söz, işaret, mimik vb. anlatım araçlarının bütünü, logos
-
Hristiyan felsefesinde Tanrı kelamını insanlara ulaştıran oğul, logos
-
[isim]
Dil, söz, işaret, mimik vb. anlatım araçlarının bütünü, logos
- DENK
-
-
[sıfat]
Ağırlık bakımından eşit olan
- "Neleri, nasıl yazacağımıza gelince, yaşadığım günden başlayıp, denk geldikçe geriye dönüşlerle." (Nezihe Meriç)
- "Bizimkinin evde olmadığı bir zamana denk getirirsem çağıracağım, bakalım gelecek mi?" (Çetin Altan)
- "Şehrin ortasında bir kurulu düzen var ki dengi dengine işleyip duruyor." (Nezihe Meriç)
-
0,80175 g olan ağırlık ölçü birimi
- "Dolunun her biri, denk gelse bir kafa yarardı." (Tarık Buğra)
-
Uygun, nitelik yönünden eşit
-
[sıfat]
Ağırlık bakımından eşit olan
- DELİ
-
-
[sıfat]
Aklını yitirmiş olan, akli dengesi bozulmuş olan, mecnun
- "İki genç, deli gibi birbirlerini seviyorlardı." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Deli oluyordu çocuklara, onlarsız edemiyordu."
- "Teğmenin, teyzem dediği, altmışlık, altmış beşlik, suratı hâlâ düzgünlü, kirpikleri hâlâ sürmeli, deli saraylı gibi bir kadıncağızmış." (Haldun Taner)
- "Kitap delisi. Oyun delisi. Sinema delisi."
-
Coşkun, azgın (hayvan, duygu vb.)
- "Bu deli öfkeyi kime veya nelere, bir namlu gibi çevireceğini bilemiyordu." (Tarık Buğra)
- "En bildiği derste bile kopya çeker, çekmezse hasta olur, deliye döner." (Haldun Taner)
-
Davranışları aşırı ve taşkın olan (kimse), çılgın
- "Ben delinin biriyim, ateşe girerim." (Falih Rıfkı Atay)
- "Patronun deliye döndüğünden habersizce geldi, elindeki şemsiyeye yapıştı." (Rıfat Ilgaz)
-
[sıfat]
Aklını yitirmiş olan, akli dengesi bozulmuş olan, mecnun
- DEMO
-
-
[isim]
Gösteri
-
[isim]
Gösteri
- DERZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Duvar taşlarının veya tuğlalarının harçla doldurulup üzerinden mala çekilerek düzeltilen aralığı
-
[isim]
Duvar taşlarının veya tuğlalarının harçla doldurulup üzerinden mala çekilerek düzeltilen aralığı
- DERS
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Öğretmenin öğrenciye belirli bir sürede verdiği bilgi
- "Mektepten kaçmıyor, bazı derslerden zevk alıp saatlerce çalıştığım oluyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Metin'in bu dersi asma teklifi hiç hoşuma gitmedi doğrusu." (Adalet Ağaoğlu)
- "Bu seneki tecrübe aynı zamanda bir de ders oldu." (Hüseyin Cahit Yalçın)
- "İyi konuşurdu, ders vermek sanatını bilirdi."
-
Bu bilgi aktarımı için ayrılan süre
- "Dersin bitmesine beş dakika var."
- "Yapılacak şey gördüğümüz vakalardan ders almaya çalışmaktır." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "İnek Şaban güzel ders çalışırdı boş sınıfta." (Rıfat Ilgaz)
- "Evvela kendi kendisini cezalandırdı, sonra kendisi gibi yaşamak istemeyenlere ders verdi." (Peyami Safa)
-
Öğrencinin öğrenmek zorunda olduğu bilgi
- "Bir yakınlık kurmak için derslerini soracak oluyordu." (Necati Cumalı)
-
Bir olayın bellekte bıraktığı öğretici iz, öğüt, ibret
- "En iyisi, kıyının verdiği şu ekoloji dersini uygulamak mı dersiniz?" (Haldun Taner)
-
[isim]
Öğretmenin öğrenciye belirli bir sürede verdiği bilgi
- DESİ
- ...
- DEST
- ...
- DEVE
-
-
[isim]
Geviş getiren memelilerden, boynu uzun, sırtında bir veya iki hörgücü olan, yük taşımakta kullanılan hayvan (Camelus)
- "Onu soyup soğana çevirecek, babasından kalan evleri, dükkânları birtakım maceralar yüzünden deve yapacaktı." (Osman Cemal Kaygılı)
- "Kitaptan öğrendikleri, hayattan gözlediklerinin yanında devede kulak kalır." (Selim İleri)
- "Görülüyor ki insanlara bir şeyi anlatmak deveye hendek atlatmaktan güçtür." (Salâh Birsel)
-
[isim]
Geviş getiren memelilerden, boynu uzun, sırtında bir veya iki hörgücü olan, yük taşımakta kullanılan hayvan (Camelus)
- DELK
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Ovma, ovuşturma
-
Sürtünme
-
[isim]
Ovma, ovuşturma