Başında dü olan 6 harfli 35 kelime var. Dü ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde dü olan kelimeler listesine ya da sonu dü ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.
Karmaşık harflerden başında dü bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- DÜMDÜZ
-
-
[sıfat]
Çok düz
- "Mühendislerin keşfine göre, taş ocağı olarak işletilirse yirmi senede dümdüz olabilirmiş." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
Sade, basit
- "Yirmi iki senelik dümdüz bir hayat." (Aka Gündüz)
-
Bilgisi, görgüsü çok dar bir sınır içinde kalan (kimse)
-
[sıfat]
Çok düz
- DÜZİNE
-
Kelime Kökeni : İtalyanca
-
[isim]
Aynı cinsten on iki parçanın oluşturduğu takım
-
[isim]
Aynı cinsten on iki parçanın oluşturduğu takım
- DÜNDEN
-
-
[zarf]
Bugünden bir önceki günden
- "Dünden kalma yemek."
-
[zarf]
Bugünden bir önceki günden
- DÜMBÜK
-
-
[isim]
Pezevenk
-
[isim]
Pezevenk
- DÜSTUR
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Genel kural
-
Yasaları içine alan kitap
-
[isim]
Genel kural
- DÜLGER
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Yapıların kaba ağaç işlerini yapan kimse
- "Rumeli Hisarı'nda Fatih Sultan Mehmet'in duvarcı ve dülgerleri, Bizans üzerine açılacak büyük savaşın namlı hisarını ya bugün yükseltecek ya yarın." (Atilla İlhan)
-
[isim]
Yapıların kaba ağaç işlerini yapan kimse
- DÜZMEK
-
-
[-i]
Bir gereksinimi karşılamak amacıyla birçok şeyi birbirini tamamlayacak biçimde bir araya getirmek
- "Oğlum Sıtkı için son zamanlarda epeyce temiz ev eşyası düzdü diyorlar." (Memduh Şevket Esendal)
-
Düzene sokmak, düzene koymak, sıralamak, elverişli, uygun bir duruma getirmek
- "İskambil kâğıtlarını düzdü."
-
[-e]
Yaratmak, oluşturmak, meydana getirmek
- "Yeşil caminin avlusundaki sette oturmuş, Nilüfer ovasına şiir düzerken..." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[nsz]
Uydurmak
- "Bir sürü yalan düzmüş."
-
Cinsel ilişkide bulunmak
-
[-i]
Bir gereksinimi karşılamak amacıyla birçok şeyi birbirini tamamlayacak biçimde bir araya getirmek
- DÜZGÜN
-
-
[sıfat]
Doğru ve pürüzsüz, muntazam
- "Düzgün tahta. Düzgün yol."
-
Düzenli, kusursuz, insicamlı, rabıtalı, muntazam
-
İyi
- "Belli ki hâlleri vakitleri çok düzgün değil." (Memduh Şevket Esendal)
-
[zarf]
Kurala uygun olarak, kusursuz bir biçimde
- "Düzgün konuşuyor."
-
Kenar veya ayrıtları ile açıları birbirine eşit olan (biçim)
- "Düzgün çok yüzlü."
-
[isim]
Kadınların, teni pürüzsüz göstermesi, renk vermesi için yüzlerine sürdükleri yarı sıvı veya boyalı krem, fondöten
-
[sıfat]
Doğru ve pürüzsüz, muntazam
- DÜRÜŞT
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[sıfat]
Sert, gücendirici, kırıcı
- "Ömründe bir defa kimseye dürüşt bir söz söylememişti." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
[sıfat]
Sert, gücendirici, kırıcı
- DÜZLEM
-
-
[sıfat]
Üzerinde girinti ve çıkıntı olmayan, düz, yassı
-
Üzerine, kesişen iki doğrunun her noktasının dokunması gereken yüzey, müstevi
-
[isim]
Ortam
- "Böyle bir anlaşma var, hem ulusal hem uluslararası düzlemde sessiz bir anlaşma." (Tahsin Yücel)
-
[sıfat]
Üzerinde girinti ve çıkıntı olmayan, düz, yassı
- DÜRTÜŞ
-
-
[isim]
Dürtme işi veya biçimi
-
[isim]
Dürtme işi veya biçimi
- DÜELLO
-
Kelime Kökeni : İtalyanca
-
[isim]
İki kişi arasında, tanıklar önünde yapılan silahlı vuruşma
-
İki kişi arasında tanıklar önünde yapılan sözlü atışma
-
İki siyasi, ekonomik güç arasındaki çatışma
-
[isim]
İki kişi arasında, tanıklar önünde yapılan silahlı vuruşma
- DÜĞMEK
-
-
[-i]
Düğüm yapmak
-
[-i]
Düğüm yapmak
- DÜZİKO
-
-
[isim]
Düz rakı
- "Kadeh kadeh düzikoyu yuvarlayarak..." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
[isim]
Düz rakı
- DÜŞSÜZ
-
-
[sıfat]
Düşü olmayan
- "Geceleri bile düşsüz koyu bir uyku çekerdi." (Haldun Taner)
-
[sıfat]
Düşü olmayan
- DÜŞKÜN
-
-
[sıfat]
Bir şeye kendini aşırı vermiş olan, çok bağlı, meraklı, tutkun
- "Onlar kadar birbirine düşkün, birbirine uymuş bir çift daha ömrümde görmedim desem yeri vardır." (Halide Edip Adıvar)
- "Şiire milletçe düşkün oluşumuzun sebeplerini araştırırken kafiye merakımıza takıldım." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
- "Sigara düşkünü."
-
Geçim sıkıntısına düşmüş
- "Eski arkadaşının düşkün bulunduğu hâlinden anlaşılıyordu." (Refik Halit Karay)
-
Yoksulluk sebebiyle mutluluk ve refahını yitirmiş
- "Zavallı, arabasını satmış, düşkün bir hâldeydi." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
Yaşlılık, hastalık vb. sebeplerle çalışma gücünü yitirmiş
-
Değer ve onurunu yitirmiş
- "Düşkün kadın."
-
[sıfat]
Bir şeye kendini aşırı vermiş olan, çok bağlı, meraklı, tutkun
- DÜŞMEK
-
-
[-e]
Yer çekiminin etkisiyle boşlukta, yukarıdan aşağıya inmek
- "Havada uçan kuş vurulmuş gibi birdenbire sokağa düşüyor." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Ulan bu kıyafet ne? diye haykırdı. -Ey, dünya bu ... düşmez kalkmaz bir Allah." (Ömer Seyfettin)
- "Beni tanımadan önce de beni tanıdıktan sonra da başka erkeklerle düşüp kalktı." (Necati Cumalı)
-
[-den]
Durduğu, bulunduğu, tutunduğu yerden ayrılarak veya dayanağını, dengesini yitirerek yukarıdan aşağıya inmek
- "Çocukken ağaçtan düşüp ayağım kırılmıştı da ağlayamamıştım." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Onu bu hâle sokan düşüp kalktığı arkadaşlarıdır." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Yere devrilmek, yere serilmek
- "Çocuk koşarken yere düştü."
-
Hava taşıtları kaza sonucu hızla yere inerek çarpmak
-
Vücuda bol gelen giysi aşağı kaymak
-
Yağmak
- "Dağlara kar düştü."
-
Vurmak, değmek, rastlamak
- "İnce uzun dallı badem ağaçlarının alaca gölgeleri sahile inen keçi yoluna düşüyordu." (Ömer Seyfettin)
-
[nsz]
Vakti gelmeden ölü doğmak
-
[-den]
Atlanmak, aradan çıkmak, eksik kalmak
- "Kitabın yeni baskısında buradan bir kelime düşmüş."
-
[nsz]
Eksilmek
- "Gündelikleri yarı yarıya düşmüştü." (Necati Cumalı)
-
Bir zorunluluk sebebiyle bulunduğu yerden ayrılmak, gitmek
- "Bir lokma ekmek uğruna çoluk çocuğu ile gurbet ellere düşmüştü." (Haldun Taner)
-
Aşırı ilgi veya sevgi göstermek
- "Sen bu işin üstüne çok düştün."
-
Uğramak, kapılmak
- "Kadınlar yeni baştan telaşa, heyecana, korkuya düştüler." (Aka Gündüz)
-
Yakışmak, uygun gelmek
- "Bu resim buraya iyi düştü."
-
Yakışık almak
- "Övünmesi de komşulara, arkadaşlara düşer." (Haldun Taner)
-
Ödevi veya yetkisi içinde bulunmak
- "Bana arada bir bakkaldan tuz, limon almak düşüyor, o kadar." (Haldun Taner)
-
Bulunmak
- "Birlikte evden çıkmışlar, limanda iskelenin karşısına düşen kahveye doğru yürümüşlerdi." (Necati Cumalı)
-
Biriyle yaşama, çalışma, birlikte olma durumunda kalmak
- "O asker, gittiğimiz yerde bir aralık benim bölüğüme düşmüştü." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Bir bölüşme sonunda payına ayrılmak
- "Mirastan ona bu ev düştü."
-
Kötü bir sebeple istenmeden bir yerde bulunmak
- "Bu yaşta mahkemelere düşmek..." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[nsz]
İşbaşından uzaklaşmak
- "Kabine düştü."
-
[nsz]
Hızı, gücü, değeri azalmak
- "Arabanın hızı düştü. Paranın değeri düştü."
-
[nsz]
Isı, basınç ve ateş, eksilmek, azalmak
- "İki gün içinde ateş düştü; ağrılar, sızılar hafifledi." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[nsz]
Düşkünleşmek
- "Babam balıkçı amma vaktiyle zenginmiş efendim. Sonradan düşmüş." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Bir yere ansızın gelmek, damlamak, tesadüfen gelmek
- "Bir rastlantı sonucu aralarına düşmüştüm." (Haldun Taner)
-
Belirli zamana rastlamak
- "Babasının Sütlüce'de yeni bir ev alması bu tarihlere düşer." (Memduh Şevket Esendal)
-
[nsz]
Fırsat çıkmak
- "Bir kelepir düştü."
-
[nsz]
Olmak, olumsuz bir duruma girmek
- "Yorgun düşmek. Zayıf düşmek. Şehit düşmek. Esir düşmek."
-
[nsz]
Savaşta savunulmaz duruma gelerek teslim olmak
- "Medine'nin düştüğünü söylemek istedim." (Falih Rıfkı Atay)
-
Bazı deyimlerde "yürümek, birlikte gelmek" anlamlarında kullanılan bir fiil
- "Önüne, peşine, arkasına düşmek."
-
[nsz]
Bayağılaşmak
-
Alışmak, müptela olmak
-
[-e]
Yer çekiminin etkisiyle boşlukta, yukarıdan aşağıya inmek
- DÜKLÜK
-
-
[isim]
Dük olma durumu
-
Bir dükün yönetimindeki ülke
-
[isim]
Dük olma durumu
- DÜKKAN
- ...
- DÜRÜST
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[sıfat]
Sözünde ve davranışlarında doğruluktan ayrılmayan, doğru (kimse)
- "... zaman zaman dürüst, mert, açık yürekli dostlar bulunur." (Necati Cumalı)
-
Kurallara uygun, yanlışsız
- "İyi giyinmek her zaman dürüst bir zevk ifade etmez." (Halide Edip Adıvar)
-
[sıfat]
Sözünde ve davranışlarında doğruluktan ayrılmayan, doğru (kimse)