Başında ağı olan 4 harfli 7 kelime var. Ağı ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde ağı olan kelimeler listesine ya da sonu ağı ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.
Karmaşık harflerden başında ağı bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.
Harf Sayısına Göre Kelimeler
A I Ğ Harfleri İle Yazılabilecek Bazı Kelimeler
3 Harfli Kelimeler
AĞI
2 Harfli Kelimeler
AĞ
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- AĞIŞ
-
-
[isim]
Ağma işi veya biçimi
- "Gençlikten orta yaşa, orta yaştan yaşlılığa ağışını birlikte yaşadığım bu ev..." (Adalet Ağaoğlu)
-
Su buharının ve başka gazların yerden havaya doğru çıkışı, yağış karşıtı
-
[isim]
Ağma işi veya biçimi
- AĞIL
-
-
[isim]
Evcil küçükbaş hayvanların barındığı çit veya duvarla çevrili yer
- "Bir keçi kokusu sarmış ağıllarda çobanlarla arkadaş oldum." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Bazı yıldızların, özellikle ayın çevresinde görülen geniş ve aydınlık teker, ayla, hale
-
Bazı görüntülerdeki çok ışıklı cisimleri çevreleyen ışıklı teker
-
[isim]
Evcil küçükbaş hayvanların barındığı çit veya duvarla çevrili yer
- AĞIN
- ...
- AĞIT
-
-
[isim]
Ölenin iyi niteliklerini, ölümünden duyulan acıyı dile getirerek ağlama biçimi
- "Çadırı önünde, kanlı gömleği ortaya alıp ağıt yaktılar sabaha kadar." (Yahya Kemal)
-
Gelin olan bir kızın arkasından niteliklerini sayıp dökerek ağlama
-
Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarını, büyük felaketlerin acılı etkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazılan yazı, sagu, mersiye
- "Rahman'ın sazı susmuş, okuduğu ağıt bitmiştir." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[isim]
Ölenin iyi niteliklerini, ölümünden duyulan acıyı dile getirerek ağlama biçimi
- AĞIM
-
-
[isim]
Ayağın üstündeki tümsek yer
-
[isim]
Ayağın üstündeki tümsek yer
- AĞIZ
-
-
[isim]
Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan boşluk
- "Yusuf Efendi biçareye ağız açtırmıyordu."
- "Gelgelelim Akif, Berlin'e gidip de oradaki kahveleri gördüğü vakit ağız değiştirmek zorunda kalır." (Salâh Birsel)
- "Kolonya dökmekten, şeker tutmaktan, iyi gözükeceğim diye ağız etmekten yoruldu." (Lâtife Tekin)
- "Ben nasıl ağız kullanıyorsam sen de o yolda konuş."
-
Bu boşluğun dudakları çevrelediği bölümü
- "Küçük bir ağız."
- "Aman efendim, bendenize bir ağız açtılar, donakalmışım." (Memduh Şevket Esendal)
- "Çok şükür, ağzı laf yapandan çok, eli işe yatkın aydınlara muhtaç olduğumuzu, anlar gibiyiz." (Atilla İlhan)
- "Hey zavallı balık, diyor, ağzın var dilin yok" (Sait Faik Abasıyanık)
-
Kapların veya içi boş şeylerin açık tarafı
- "Ağızları kopmuş bir çay takımının arasına gizlenmiş, koyu renkli bir cildi oradan alarak bana uzattı." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Bir akarsuyun denize veya göle döküldüğü yer, munsap
- "Çay ağzı."
-
Koy, körfez, liman, yol vb. yerlerin açık yanı
- "Körfezin ağzı. Yol ağzında."
-
Birkaç yolun birbirine kavuştuğu yer, kavşak
-
Kesici aletlerin keskin tarafı
- "Çelik ağızlı, küçük gül makasını kâğıdından çıkardı." (Refik Halit Karay)
-
Bir dilin sınırları içinde, bölgelere ve sınıflara göre değişen söyleyiş özelliği
- "Anlaşılmaz, garip köylü ağızlarıyla konuşuluyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Üslup, ifade özelliği
- "Ertesi günü bazı gazeteler bu haberin bir noktasını yarı resmî bir ağızla tekzip ettiler." (Tarık Buğra)
-
Uç, kenar
- "Topun ağzında. Uçurumun ağzında."
-
Birini yanıltmak, kandırmak amacıyla dolambaçlı birtakım sözler söyleme özelliği
-
Bir bölge ezgilerinde görülen özelliklerin tümü
-
[isim]
Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan boşluk
- AĞIR
-
-
[sıfat]
Tartıda çok çeken, hafif karşıtı
- "Kurşun ağır bir madendir. Taş yerinde ağırdır."
- "Yerli halıları gördüm; koyu sıcak kırmızılarla diri maviler ağır basıyordu." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
- "Devlet adamlarının ileri gelenleri böyle sözlere karışmaz, ağır dururlar." (Memduh Şevket Esendal)
- "... bir odacının ağzından bu cevabı almak insana öyle ağır geliyor ki." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Çapı, boyutları büyük
- "Ağır top. Ağır tank."
- "Peki deyişleri de akılları yattığı için değil, korkuları ağır bastığı için oldu." (Tarık Buğra)
- "Hakem tarafından verilen kırmızı kart ağır kaçtı."
-
Değeri çok olan, gösterişli
- "Ağır kıyafeti ile muhite uymayan Canan'ın yanında, ne kadar rahat ve sadeydi." (Mithat Cemal Kuntay)
-
Çetin, güç
- "Denizcilik tarihinin en ağır sorumluluklarından birini üzerine alıyordu." (Feridun Fazıl Tülbentçi)
-
Tehlikeli, korkulu, vahim
-
Sıkıntı veren, bunaltıcı
-
Dokunaklı, insanın gücüne giden, kırıcı
- "Kızmıştım, Keziban'a söylenecek şöyle ağır bir söz arıyordum." (Nurullah ataç)
-
Ağırbaşlı, ciddi
- "Bu, on dokuz yaşında ufak tefek bir kızdı. Fakat otuz yaşındaki bir insandan daha ağırdı." (Halide Edip Adıvar)
-
Keskin, boğucu (koku)
- "Bu koku, en hafif rüzgârla burnu kuvvetli bir adama uzaktan kendini hissettirecek kadar ağırdır." (Falih Rıfkı Atay)
-
Sindirimi güç (yiyecek)
- "Ağır bir yemek."
-
Yoğun
- "Evin sofasına girer girmez kendisini ağır bir duman karşıladı." (Abbas Sayar )
-
Uyanılması güç, derin (uyku)
-
Kısık, alçak
- "Ağaya pek duyurmak istemeyen ağır bir sesle kulağıma eğildi." (Osman Cemal Kaygılı)
-
Güç işiten, sağır
-
[zarf]
Yavaş
- "Cüneyt Bey sözlerini tartıyormuş gibi ağır söylüyordu." (Etem İzzet Benice)
-
[isim]
Ağır sıklet
- "Yıllarca ağırda güreşti."
-
Davranışları yavaş olan
- "Ağır adam."
-
[sıfat]
Tartıda çok çeken, hafif karşıtı