Başında a olan 3 harfli 59 kelime var. A harfi ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde a harfi olan kelimeler listesine ya da sonu a harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.
Karmaşık harflerden başında a bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- ASK
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Asklı mantarlara özgü üreme organı
-
[isim]
Asklı mantarlara özgü üreme organı
- AĞA
-
-
[isim]
Geniş toprakları olan, sözü geçen, varlıklı kimse
- "Bu köyün ağası ben miyim, o mu..." (Tarık Buğra)
-
Halk arasında sayılan ve sözü geçen erkeklere verilen unvan
- "Mehmet ağa. Hüseyin ağa."
-
Büyük kardeş, ağabey
- "Köye varınca ağamdan parasını muhakkak alır, sana veririm." (Etem İzzet Benice)
-
Okuryazar olmayan yaşlı kimselerin adlarıyla birlikte kullanılan san
-
[sıfat]
Cömert, eli açık
-
Koca
-
Osmanlı İmparatorluğu'nda bazı kuruluşların başında bulunanlara verilen resmî san
- "Yeniçeri ağası. Çarşı ağası."
-
[isim]
Geniş toprakları olan, sözü geçen, varlıklı kimse
- ANA
-
-
[isim]
Çocuğu olan kadın, anne
- "Gözyaşları döken hanım herhâlde gelinin anası olacaktı." (Haldun Taner)
- "Bilir miyim ben anam babam!"
- "Şimşek gibi çakan ağrılardan beni kurtarsınlar, servetimin yarısını anamın ak sütü gibi vereyim." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Dünya yuvarlakmış... Yok ananın örekesi." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Yavrusu olan dişi hayvan
-
Dinî bakımdan aziz tanınan bazı kadınlara verilen saygı unvanı
- "Fatma Anamız. Meryem Ana."
-
[ünlem]
Yaşlı kadınlara saygılı bir seslenme sözü
-
Velinimet
- "Yoksullar anası."
-
Alacağın veya borcun, faizin dışında olan bölümü
-
[sıfat]
Temel, asıl, esas
- "Geçen yıl ana işlerden hiçbiri bitirilip bir sonuca varılamamıştır." (Memduh Şevket Esendal)
-
Çizgilerden herhangi birini anlatan kelimeye sıfat olarak geldiğinde o çizginin, belirli bir kural altında hareket ederek bir yüzey oluşturmaya yaradığını anlatır
-
[isim]
Çocuğu olan kadın, anne
- ATİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Gelecek
- "Ne harabiyim ne harabatiyim / Kökü mazide olan atiyim." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
[isim]
Gelecek
- ARİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Çıplak
-
Özgür, hür
- "Bu görüş her türlü edebî şişirmelerden ari bir görüştür." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
[sıfat]
Çıplak
- ABİ
-
-
[isim]
Bakınız ağabey
-
[isim]
Bakınız ağabey
- ACI
-
-
[isim]
Bazı maddelerin dilde bıraktığı yakıcı duyu, tatlı karşıtı
- "Acıyı sever."
- "Ameliyattan sonra çok acı çekti."
- "Bu söz ona çok acı geldi."
- "Başkalarına elinden geldiğince acı vermeye çalışmak başlıca eğlencesiydi." (Refik Erduran)
-
[sıfat]
Tadı bu nitelikte olan
- "Acı kahvesini yudumluyordu." (Tarık Buğra)
- "Bu faciaya bizzat karışmışım gibi bir acı duyuyordum." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Belki de zamanında lüzumundan fazla susmuştu da şimdi onun acısını çıkarıyordu." (Haldun Taner)
-
Herhangi bir dış etken dolayısıyla duyulan rahatsızlık, ıstırap
- "Omuzlarına kadar vücudun derisini haşlayan bayıltıcı yanma acısı ve dehşeti çok sürmedi." (Peyami Safa)
- "Bana yaptıklarının acısını ondan çıkaracağım."
-
Ölüm, yangın, deprem vb. olayların yarattığı üzüntü, keder, elem
- "İnsan, ölümün acısını en çok günün iki uzak saatinde hissetmektedir." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
[sıfat]
Çarpıcı, göz alıcı (renk)
- "Sıcak iklimlerde bu mevsim tek renktedir, sadece acı yeşildir." (Refik Halit Karay)
-
[sıfat]
Keskin, hoşa gitmeyen, şiddetli
- "Acı poyraz kuvvetle esiyordu." (Orhan Kemal)
-
[sıfat]
Kırıcı, üzücü, incitici, dokunaklı, kötü
-
[isim]
Bazı maddelerin dilde bıraktığı yakıcı duyu, tatlı karşıtı
- AYA
-
-
[isim]
Elin parmak dipleriyle bilek arasındaki iç bölümü, avuç içi
-
Ayak tabanı
-
Yaprakların düz ve parlak bölümü
-
[isim]
Elin parmak dipleriyle bilek arasındaki iç bölümü, avuç içi
- ACE
-
Kelime Kökeni : İngilizce
-
[isim]
Teniste rakibin karşılayamadığı, doğrudan doğruya sayı getiren servis
-
[isim]
Teniste rakibin karşılayamadığı, doğrudan doğruya sayı getiren servis
- ARZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Sunma
-
Piyasaya mal sürülmesi
- "Demin de arz ettiğim gibi karakolda izah ederim." (Tarık Buğra)
-
Yüksek bir makama anlatma, bildirme
-
[isim]
Sunma
- ALG
-
Kelime Kökeni : Latince
-
[isim]
Su yosunu
-
[isim]
Su yosunu
- AKA
-
-
[isim]
Ağabey
-
[isim]
Ağabey
- ATE
-
-
Tanrıtanımaz
-
Tanrıtanımaz
- AFİ
-
-
[isim]
Gösteriş, çalım, caka
- "Bir manevra, bir afi, bir dalavere olacak diyordum." (Ömer Seyfettin)
- "Yanındaki kıza afi yapmak için onun önüne, dilenciye sadaka verir gibi bahşiş fırlatan bir züppeyi, bıraksalar öldürecekti." (Haldun Taner)
-
[isim]
Gösteriş, çalım, caka
- AKI
-
-
[isim]
Herhangi bir kuvvet alanında, belli bir düzlemin belli bir bölümünden geçtiği varsayılan güç çizgileri, seyelan
-
[isim]
Herhangi bir kuvvet alanında, belli bir düzlemin belli bir bölümünden geçtiği varsayılan güç çizgileri, seyelan
- ASI
-
-
[isim]
Asma işi
- "Bu iş bundan fazla asıda kalamaz."
-
Afiş
-
[isim]
Asma işi
- ARŞ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
İslam inanışına göre göğün en yüksek katı
-
[isim]
İslam inanışına göre göğün en yüksek katı
- ALT
-
-
[isim]
Bir şeyin yere bakan yanı, zir, üst karşıtı
- "Pantolonlarımızı şiltelerimizin altına seriyoruz, onlar bütün hafta orada ütüleniyor." (Zeki Ömer Defne)
- "İlgili sözleşmelerin altına imzamızı koyarken bu imzaya sadık kalma konusunda ne ölçüde niyetliydik?" (Ahmet Cemal)
- "Bir şey değil, karşıdan bir otomobil filan gelir de altında kalırım diye korktum." (Burhan Felek)
- "Kısa kesmekten yanaydı ama paraları uzatsa altından bir çapanoğlu çıkar mıydı?" (Orhan Kemal)
-
Bir nesnenin tabanı
- "Ayağındaki altları nalçalı koca bahçıvan kunduraları ile ona yetişmesi imkânsızdı." (Osman Cemal Kaygılı)
- "Altından kalkamayacağı suçlamalar ileri sürdüler."
-
Oturulurken uyluk kemiklerinin yere gelen bölümü
- "Altına sandalye çekmek."
-
Bir şeyin yere yakın bölümü
-
Yanan ocağın alevi
- "Fokurdamaya başlayan çaydanlığın altını kapadı." (Haldun Taner)
-
Birine göre alt aşamada olan kimse, madun
-
Sınıflamalarda ikinci derecede olan
- "Alt sınıf. Alt cins. Alt takım."
-
[sıfat]
Birkaç şeyden aşağıda olan
- "Yeleğinin alt düğmesi iliklenmemiş." (Haldun Taner)
-
[isim]
Bir şeyin yere bakan yanı, zir, üst karşıtı
- AMA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[bağlaç]
Çelişkili ve tutarsız iki cümleyi birbirine bağlamaya yarayan bir söz, amma
- "Para kazanmayı hiç sevmiyordu ama hesapsız harcamaya bayılıyordu." (Necati Cumalı)
- "Ama ne manzara! Ama ne film!"
- "Ama, diye sözünü kestim adamın. Aması maması yok, dedi o, sert bir sesle. Niye istifa etmedin?" (Nazlı Eray)
-
Uyarma veya şartlı bir ifade niteliğinde olan bir cümleyi, başka bir cümleye bağlamaya yarayan bir söz
- "İnanmam ama fırsat bulursam baktırmadan da yapamam." (Kemal Tahir)
- "Ama ne kılık!"
-
Beklenmeyen bir sonucu anlatan iki cümleyi onun sebebi durumunda olan cümleye bağlayan bir söz
- "Gerçi Miralay bey bu suretle tekrar hatıralarına dalıp derdini unutur ama onu gece yarılarına kadar dinlemek fedakârlığı da yine bize düşer." (Haldun Taner)
-
Bir yargıyı veya bir buyruğu pekiştirmek için de kullanılan bir söz
- "Güzel ama güzel bir söz söyledi."
-
Bazen dikkati çekmek için cümlenin sonuna getirilen bir söz
- "Gerçi, vekillerden bazıları yerli yerinde duruyordu ama!" (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[bağlaç]
Çelişkili ve tutarsız iki cümleyi birbirine bağlamaya yarayan bir söz, amma
- ABA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Yünün dövülmesiyle yapılan kalın ve kaba kumaş
- "Sen mi verdin ona gönül yoksa o mu yaktı sana daha önce abayı?" (Osman Cemal Kaygılı)
-
Bu kumaştan yapılmış yakasız ve uzun üstlük
-
[sıfat]
Bu kumaştan yapılmış olan
- "Ayağında bir aba potur vardı." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Bu kumaştan yapılan ve dervişlerce giyilen hırka
- "Aba var, post var, meydanda er yok." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
Kepenek (I)
-
[isim]
Yünün dövülmesiyle yapılan kalın ve kaba kumaş